İnsanın yaradılış ekseninde durduğu ölçüde insanca yaşadığı ve bu eksenden saptığı andan itibaren yaşam endazesini bozduğu su götürmez bir gerçektir. Ne kadar da zorlaştırıyoruz kolay olan hayatı. Ne kadarda hevesliyiz kaybedip sonra tekrar bulma sevincini yaşamak için zaman ve güç harcamaya. Tıp ki düz ovaya virajlar ihdas eden mühendisler, kolayı dururken zorunda ısrar eden idareciler gibi…

Çılgınlık göstermek bir üstün müdür yoksa alçaklık mı?..

Ya farklı gözükmek için olmadık çılgınlığı denemek?..

Yenilgiye doymayan pehlivanın bir yeni yenilgiyi denemesine ne demeli?

Sahi yenilen pehlivan yenildiğinin farkın damıdır?..

Ya da yenilgi onun kitabında, muhayyilesinde başka bir anlam başka bir mantık çerçevesinde mi değerlendirilmektedir?

Lafa gelince söylemesi kolay; inanlar için; yanımızda götüreceğimiz üç metre bez, inanmayanlar için beleş,.. Gerçi inanlarında üç metre bezi bulundurma zorunluluğu yoktur. Denildiği gibi sen öl, sana bir üç metre bez bulunur.

Peki, yakından bakınca hayat, dervişin dediği gibi ‘bir lokma bir hırka’yken uzaktan bakınca neden bir derya gözüküyor?..

Gözler, göz doktorlarının da söylediklerine bakılırsa görüş mesafesi sınırlı duyu organlarımızdan biri olduğuna göre, bu uzak görüş, uzağı görüş ve görülmeyeni görme çabaları da neyin nesi dersiniz? Ya insan neden söylediğiyle değilde söylemediğiyle yaşamak ister?.. Bu ikilemin sebebi nedir? Sınavdan kaçış mı yoksa sınava kaçış mı!?..

Yetinme; gücünün ve tâkatının sınırını bile insan için kendini tanımanın en zirve noktasıdır. İşte!Bittidediğimiz hayat orada o noktada başlar. Tüm çabalar bu tüme varıştayolun doğru olduğunu bu nokta bekleyişte, imtihan hazırlığının son rütüşlerini yapmış demektir.

Dersi kırmak yaradılıştan kaçmaktır. Derse hazırlanmakta bilincin eşiğinde yatmak. Ya niçin dünyaya geldiğini bilecek, bir hırka ve bir lokmanın fazlasının ne sana nede baskısınafaydası olduğu anlayacaksın yada anlayışsızlığa başka bir mana uydurma bir ehemmiyet yüklemeye kalkışacaksın.

İşte bu bağlamda Yunus’un veciz sözü tüp çıplaklığıyla insana gerçeği söyleyivermektedir: “ ilim ilim bilmektir. İlim; kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır”. Okumak sandığımız gibi defter kitap karıştırmaktanibaret değildir. Öyle olsaydı Yatıcının ilk emri son elçisine “ oku” olmazdı… Oku: neyi hayatı, dünya, yaratılmışları ve kendini oku! Bak sağına soluna önüne arkana, dağa ovaya çöle denize vs…

Yarış ne hikmetse hep kötüde olmuştur; eşrefi mahlûkat olarak yaratılan insanın nezdinde. Bu gerçek düşündürüyor insanı; insan olanı, ya da insan olduğu iddiası güdeni, zira bu yarış sadece yaratılmışların en kutsi olanında, yaratıcın kendisine yeryüzünde halife olarak gönderdiği önü ve sonu ulviyetle yüceltilmiş insan topluğundadır. Diğer yaratıklar arasında bu kadar ciddi bir yarış, bu kadar ciddi bir kıyım yoktur…

Bu yarışın da mahiyette yüce ancak güçte ve doğrulukta zayıf olan insanoğlunu arasında geçmesinin sebebi konusunda aklına gelebilen ilk cevap etap sonunda imtihanın çok çetin olacağıdır. Zira bu kadar çetin bir sınav yoksa ölümüne yarışlar hiç b ir mana ve ehemmiyet kespetmez. Nefsimizle ruhumuz arasında başlayan bu yarış içimizden taşarak, önce muhitimiz sonra ülkemiz ve daha sonrada dünyanın bir ucundan öbür ucunu taşmış vaziyette dir. Oysa daha içimizdeyken bastırıp dizginleyebilsek, bunca can yanmayacak, bunca kan akmayacaktır.

Ne gariptir ki insan yumruğunun büyüklüğündeki midesini duyuramayacağı endişesine düşerek kendini duvardan duvara çarpmakta, başındaki kılları kırk yıllık düşmandan hınç alırcasına tırnakları ve başını kan revan içinde kalmasına aldırmadan usanmadan bıkmadan yolmaktadır. Oysa her tırnağın bir amacı her kılın bir görevi vardır, gayesiz ve amaçsız hiçbir mahlûk yaratılmamıştır. 

İnsanın aklına gelen bir başka gerçek ise, bu hırçınlığının sebebinin verilecek olan imtihanın sıkletinin vermiş olduğu yükümlülüğün altında kalarak can havliyle bilinçsizce bu yollara başvurulduğu söylemidir ki bu iddia özrün kabahatten büyük olduğu gerçeğiyle çarpışır. Oysa aklıselim insan, kanı kanla temizlemek yerine kanı suyla temizlemek yaralanmış yerleri merhemlemekle görevlidir. Yani kanla temizlemek bir istisnai durumdur. Aslolan barış ve sulh yolunda mesafe kat edebilmektir.

Bu savaş, öylesine yol almış öylesine insanın gözünü karatmıştır ki, kendisinin dünyaya gelmesine sebep olan tüm iyilik bentlerini yıkmış uçuruma yuvarlanmakta devinimlerini takviye etme güçlendirme yanılgısına saplanmıştır. Hayatın olağan akışına bakılınca, hayırsever insanlar, hayır alanlara yaratıcının üzerine farz kıldığı bir görevi yerine getirmesine vesile olduğu için minnetle bakarken, hayır alan kişide onun malında olan gözünü uzaklaştırarak aynı minnet ve insaniyet çizgisinde birleşmektedir.

Yaratıcı, veren eli alan elden üstün kılarken, vermeyi teşvik etmiş ancak verebilmesi içinde o elin altına başka bir elin gelmesini de elzem kılmıştır. Alan elin hedefi belirli bir noktadan sonra yukarı çıkarak veren el olma yolunda sai mesai yapmaya özenmeli, önceki veren elde, onu alan elden kurtardığı için görevini yapma mutluluğuna erdirmelidir.

Yarış, öze dönüşte, özlenen hedefe varışta olunca o hedefe varanda varmak için caba harcayanda hayatın sırçasını kıracak kolay yoldan yaşamını dizayn edecektir.  Suyun akışını tersine çevirmek, başlangıçta tüneller açarak, dağları yararak kolay gibi gözüksede dağların ve tünellerin sayınının sınırlı olamadığı düşünüldüğünde bu meçhul hedefin varılamaz olduğu günün birinde anlaşılacaktır.

Anlaşılacak olan meçhul ve kara hedef, belki ilk tünel ışığını görentarafından ikinci tüneli görmeden dünyadan göçtüğü için sevinçle karşılandığı iyi bir şey yapmış gözüyle görülüp iyilikle yad edilmeye başlansada kısa bir süre sonra bu yolun yanlışlığı anlaşıldıktan sonra hem kendisine hemde kendisini takip eden onca gafile lanet okutturacaktır. Zorda değil kolayda, nefiste değil ruhta birleşmeliyizki yaratılış eksenimize ters düşmeyelim.

Alış-verişte çılgınlığın yaşandığı günümüzde bizce en ucuz alış-veriş, en ucuz ticaret, inan ticaretidir. Birileri dünyalıkları için kendine benzer, kendinden olana, bazen de etinden tırnağından olan diğerini gözünü kırpmadan eskilerin tabiriyle gâvur parasıyla beş paraya satıveriyor. Karşılığı bazen para, bazen şehvet, bazen de şan,şöhretten başka bir şey değildir elbet. Hani eşrefi mahlûkatı, eseli mahlûkat yapan nefsin maddi, güçlü, üç silahı…

Bu üç silaha karşı kendini savunabilen benibeşerin yanılması kandırılması ve saptırılması asla mümkün değildir. Şüphesiz inanmak ve inanmamak konusu da bu üç ana kavramla bağdaştırabilir. İnanmayanın savunusu nedir; mal, caka, hayvani yaşamın sınırsız kullanılmasıdır.İnananinsanın onlardan farkı ise; bunların hepsini yaratılışa götüren, sınırlı kullanıldığı zaman faydalı olan dünyalıkları olarak görmesidir. İste tüm mesele sınırlı yada sınırsız olarak kullanmakta düğümlenmektedir.

Yaratıcının halifesionu emrettiği ölçüler içinde yaşamak, tüm bu nimetleri de ölçülü kullanmakla mükelleftir.Yemek ölçülü, çaka ölçülü, şehvet ölçülüdür.  Aksini düşüneneler için ise; son zamanlarda bizce ehemmiyetini kaybeden “at binenin kılıç kuşananın” atasözüdür. Yani kapılan kapanındır. “Mal sahibi mülk sahibi hani bunun il sahi “ sorusu sorulmayacak eşkıyanın mahareti evliyanınMARİFETİNE üstün addedilecektir.

Belki işin en acı tarafı da gelinen noktada çıkış noktasını yok saymaktır.  Başlangıç olmadan bitişin olacağın varsaymak gibi.  Oysa herkesçe malum olan bir gerçek varsa oda her şeyin bir önü bir sonu vardır. İlk olan, başlangıcı ve sonu olamayan, birisi tarafından var oluşuna sebebiyet verilmeyen, her şey yok iken o var olan, tek, ilk ve son olan yaratıcıdır.

Ticaretin tüm yönleri mubah kılınmak yetmemiş gibi üstüne üstlük en değerli varlığın en ucuza, pazarcı tabiriyle sudan ucuza gittiği tek meta ‘insandır’ onu cüssesine atıfla üç sapkınlıktan biri ya da bir iki ile satın almak asrın ticaret anlayışının tavan yaptığı yıllarda yaşıyoruz. Bu durum ö derece ileriye gitti ki, etine ve kemiğine sığınan insana bu sapkınlıklardan hoşuna giden birini vermenize gerek kalmadan vadetmeniz bile yeter ve artar bile…

Ticaret tavan yaptı artık. Dün insanın icat ettiği meta elden ele dolaşırken şimdi bizzat o meta’nın mucidi elden ele dolaşmaya başladı. Belki birçoğu bu gerçeği kabullenmeyecek satılık olmadığını ileri sürecektir.  Bennaçizane her beni Âdem’in başını yastığa koyduğu zaman kime kimlere ve kimin hesabına çalıştığını ve değerinin ne olduğunu düşünmeye davet ediyorum. Ve bu ticaretin sonunda elinde ne kalacağının hesabını yapmaya…

Hiç kimse içinde bulunduğu geminin sağlamlığına güvenerek yıllarca okyanusta yüzeceği safsatasına kendini kandırmasın. Unutmasın ki o geminin en mahir ustaları da gemide, o gemiyi boğaz tokluğuna yapıp sattıkları ağababaları da. Bir gün hem o ağababalar yok olacak hem kendileri.Ve o sağlam gemi tek güç sahibinin güçleri karşısında acizliğini kabul edecek yenilecektir…

Dün çarıktan, yamalı pantolondan, kurtlu peynirden kurtulduk derken bu gün bunlar bile bu günkü Hintibrişiminden daha iyiymiş demenin zamanı gelmiş çoktan geçiyor. Demek ki mektup zarftan değil mazruftan okunurmuş… Demek ki zarf sadece mektubun gideceği yeri gösterirken, mazruf asıl maksadı dillendirirmiş. Ulaşımın geldiği son noktada mesafeler kısalıp özlemler azalırken asıl uzaklaştığımız yer ruhumuz ve insanlığımız mış…

Biz başka yerlerden dost akraba devşirme uğruna azığımızı katığımızı bölüşürken azık çıkımızın içindeki fareden bi haber, görevini en iyi bir şekilde yerine getirmiş kedi aslanlar gibi boşuna böbürlenmişiz. Başka yerlerde ki aslan görünümündeki çakallara diş bileyişlerimiz boşunaymış. İçimizdeki insan postuna bürünmüş esas tilkileri kıskandıracak bir şekilde görevlerini yerine getiriyorlarmış ta farkında değilmişiz. Biz sağımızdaki solumuzdaki şeytanın şerrinden kurtulmak için Nas-Felak sureleri okuturken okuyanın kim olduğunu anlayamamışız…

Birinci ve ikinci dünya savaşlarında yedi düvele meydan okuduk diye ortalıkta nara atan kahraman görünümlü sahte çakalların kimlerin adına nara attıklarını sezememişiz… Hani feraset?! Hani izan?1 hani anlayış?1 hani irfan?1 nerde aydın ve ileri görenlerimiz…

Yok, sil baştan yeniden temizlemeliyiz içimizi, aslan yattığı yerden belli olurmuş… Ama önce aslanın aslan dolduğundan emeni olmalıyız. Yoksa gafletin faturası çok kabarık, hesabı çok ağır oluyor… Düşmanı başka yerde değil içimizde aramalıyız… Soğuğa naylon çoraplarla değil asıl giysilerle önlemeliyiz… Böyle olunca biz ne yolumuzu kaybeder nede bir daha tökezleriz…

Unutmayalım ki biz; ruhunu satacak kadar ne aptal nede deliyiz. Bir ülkü uğruna Altaylardan gelip yedi cihana nam salmış HEYBELİYİZ…