16 Nisan  referandumu  hepimizi, her halimizle  imtihana sokuyor.

Vatandaştan, cumhurbaşkanımıza devletimiz; muhalefetten  iktidara siyasetimiz, her sözümüz davranışımızla imtihan döneminden geçiyoruz.

Belki de gelmiş geçmiş en önemli  imtihanlardan birisi.

Turnusol kağıdı gibi bir zaman.  

Gazetecisi, televizyoncusu, iş adamı  hepimizin imtihana girdiği bir dönem. 

Asıl imtihan 16 Nisan'da değil, ona giden zamanda yaşadıklarımız, yaşattıklarımız.

Toplum  yıllardır temizlenmemiş bir pamuklu minderin tekrar temizlenip yenilenmesi gibi;

Pamukları yıkanıp, kurutulup tekrar kabartılıyor.  Hallacın yaylı kiriş ve tokmağı işe koyulmuş ,Tabir caizse Anayasa oylama sürecinde davranışlarımız, hallacın pamuğu attığı gibi didik didik ediliyor.

İlk zamanlardaki salt korkutma, kahramanlık gibi duygusal  sömürü araçlarının yerini, adam adama izaha  döndü. 

Çok kuvvetli bir ikna dönemi yaşıyoruz.

Sadece bu yönüyle bile referandum belki de seçimlerden farklı olarak vatandaşlarımızı kendi ikbalini düşünen noktaya getirmesi açısından bile önemli bir görev görüyor. Uyandırma saati.

Hala başlangıçta Evet cephesinin kullandığı ötekileştirme,  kendi tarafını kuvvetlendirme dönemini şimdi Hayır'cılar yaşıyor.

Keşke bu sorgulama dönemini sadece  referandum dönemlerinde değil de, sürekli bir şekilde yaşayabilsek. O zaman tartışmanın adabını da öğrenmiş oluruz.

Böyle ,ara ara yaşanması birikmiş duyguların patlamasına  dönüşüyor.

Hem devamlılık halinde vekalet verdiğimiz insanların , toplumu daha ciddiye  almasını da sağlayabiliriz.

Sorunlarımızla ve çözümlerimizle yaşamayı öğrendiğimiz gün sanırım kendimiz olacağız.

Bu arada hem muhalefet hem de iktidar milletvekillerinin büyük çoğunluğu da bu tartışmalarla yeni değişikliklere gerçekten vakıf olmaya başladı.

Başlangıçta epey korkmuştum. Referandumu sen ben kavgasına kurban edeceğiz diye üzülüyordum.

Artık biraz daha detaya girilmeye, değişiklik sonuçları evet olursa ya da hayır devam ederse nasıl olacak diye tartışılmaya başlandı.

1839 Tanzimat fermanından beri devletin kurumsallaşması adına  toplum olarak bir arayış içerisindeyiz. 178 yıllık bir kurumsallaşma arayışı.
Elbette kolay değil kurumsallaşma aynı zamanda  bireylerin kendi dışındakilerin haklarını da düşünerek yaşama biçimi demek.  Ortak paydaların  yaşamda ilkeleşmesi demek.

Öyle; bizim çocuklar,  akrabam, ailesini iyi bilirim,  bizim aşiret, akrabaya göre değil önceden belirlenmiş kurallara göre yaşamı organize etme  biçimi.

Belki de 16 Nisan en katılımlı referandum olacak. Bu uzun kurumsallaşma  yolculuğunda,  en ciddi tartışma, istişare, toplumun kendini yönetmeye en yakın olduğu dönemin habercisi de olacak.

Belki de toplum olarak ilk defa günlük yaşama  reformlarımızın en büyük eksiği  biçiminden İstikbali  düşünmeye başladık.

Şimdiye kadar Atatürk reformları hariç, yaptığımız sözde reformlarda neredeyse hedeflerimizi güncelleyemedik, hatta hedefsiz reformlarla işi götürmeye çalıştık.

Çoğu  bir tepkiye dayanarak , kurtulma psikolojisinin yönlendirdiği, toplumsal sebeplerle bir şeyler yapmışız.

Bırakalım gerçek hedeflerimizi,  sorunlarımızı bile gerçekçi tahlil edemediğimizi düşünüyorum.

Elbet sorunların teşhisinde problem varsa tedavinin gerçekçi olmasını bekleyemeyiz.

Başka toplumlardan kopya yaparak hiç  bir çözüm bulmayız.

Gerçi Cumhuriyetin ilk yıllarında da çözüm üretirken,  Medeni Kanunu İsviçre'den , Ceza Kanunu İtalya'dan  kendimize uydurmuşuz, ancak o zaman geçiş döneminde bir aciliyet vardı.

Ama şimdi  gerçek bir çözüm arayışına gidebildik ama, yine hedefsiz bir çözümle yola çıktık.

Burada Sayın Kılıçtaroğlu'nun İstanbul Üçüncü Bölge Muhtarlar toplantısında bir yaklaşımından yola çıkarak bir gerçeğimizi tahlil etmek istiyorum.

Sayın Genel başkan diyor ki; kısaca ;

Anayasa Mahkemesinin Üyelerinin çoğunluğunu Cumhurbaşkanı atayacak doğrudan ve dolaylı olarak.

Siyasetçinin hakim tayin ettiği yerde adalet olmaz diyor.

Sebep olarak da ; “O hakimler Anayasa Mahkemesine üye olmak için Cumhurbaşkanının kapısını defalarca aşındıracaklardır. araya bir sürü adam koyacaklardır, beni Anayasa Mahkemesine seç vallahi, billahi senin emrinden çıkmam diyeceklerdir”

Bana göre referandumda işin burasını çok iyi tahlil etmeli ve yüzleşmeliyiz. Bizim en büyük eksikliğimiz burası.

Devleti kurumsallaştırmamamız.

Devleti kurumsallaştırmak demek;

Öncelikle toplumun istiklal ve istikbal hedefine göre bir toplumsal anlaşma yani Anayasal kurallar. Anayasaya uygun Kanunlar, Kanunlara uygun yönetmelik ve tüzükler.

Belki de yapmamız gereken ikinci düzeltme buraları. 

Muasır medeniyet diyoruz ama içini dolduramıyoruz.

Dolayısıyla Hedefsiz bir Anayasa. 
Üzerinde anlaştığımız tek konu bu anayasanın bizi idare etmeye yetmediği. 

Nasıl yetecek?  Onunla ilgili çalışma yapmamışız? Yol alamamışız.

Kanunlarımız kevgir gibi..

Ya toplum olarak biz , en iyi kanunda bile liyakatten çok tanıdıkla bir yerlere gelmek istemiyor muyuz? Kanun delmenin bir yolunu bulmakla övünmüyor muyuz?

Maalesef bizde kısa yoldan bir yerlere gelmeye çalışan bir kültür yapımız var. 

Kılıçdaroğlu  esas, bu  halimizi eleştirmesi lazımdı.,  Yani Cumhurbaşkanı da atasa, mecliste, kendi kurumu da atasa bir yerlere gelmenin kirli yolunu, korkacağımız,  en büyük düşman ilan etseydi.

Kuralsız yaşama biçimimizi tespit noktasında kalması, bir kabulleniş gibiydi.

Diyelim ki meclis atadı ya da kurumlar liyakat olmadıkça o tip insanlar makam için yalanmaya devam edecekler.

Bu arada 90'lı yıllarda 94 olabilir, İstanbul il Kongresinde Moğultay Hakimliğe CHP'lileri almayacağım da MHP'lileri mi alacam diyerek yargıda zaten var olan siyasallaşmayı somut bir şekilde ifade etmişti.

Sadece hakim ve savcıların değil, devletin her kademesine gelen insanların kurallara göre, ilkelere göre atanması önemli. Yoksa alnı secdeye geliyor diye atananların  devletin başına ne çorap ördüklerini ördük.

İşin içinde takva yoksa  rol vardır. 

Kural konursa kötüler bile düzgün çalışır, kural ve ilkelerden uzaklaşılırsa iyiler bile yoldan çıkar.

Bizim bir an evvel  yasalarımızı güncellememiz lazım. Ama Evet çıkar, ama Hayır.

Şu da bir gerçek ki,  mevcut anayasadan memnun olan kimse yok, sırf seçim anında Hayır demek çok samimi gelmiyor. 

Hedefsiz çözümlerle bir yere varamayız.

Onun için Evet olmalı, Anayasa geçmeli ve hızla başta seçim kanunları, bütün kanunlarımız güncellenmeli. 

Kanun yapma gücü olan, yasama bilinci kuvvetli vekilleri olan  meclisi de bizler seçmeliyiz.

Sağlam kanunu hiçbir kararname delemez.