Bir karabasan gibi üzerimize çöken Balkan Harbi içinde, parlayan ışıltılar da bulunmaktadır. Bunlardan bazıları, Edirne, Yanya, İşkodra savunmalarıdır. Hamidiye'nin Ege'de tek başına Yunan donanmasına karşı mücadelesi de bu arada anılmalıdır.

EDİRNE

Hükümet, imkânsızlıklar içinde çırpınan Şükrü Paşa'dan, Edirne'yi bir ay süre ile savunmasını istemiştir.. Şükrü Paşa, 30 gün yerine serhat şehrimizi 155 gün Bulgarlara ve Sırplara karşı” savunacaktır (Bardakçı, 2002, 308). Edirne savunması nasıl Plevne'yi hatırlatıyorsa, “Şükrü Paşa da bir Gazi Osman Paşa çağrışımı yapıyordu.” (Artuç, 1988, 260). Keşke akıbetleri birbirine benzemese idi.

Ak sakallı Şükrü Paşa'nın kulağına, asker içinde birilerinin savaşmama telkini ettiği haberi gelmiştir. Etkili propagandist, asker elbisesi içinde başına topladığı özellikle Anadolulu subay ve askerlere, Rumeli'yi, Edirne'yi savunmama telkini yapmaktadır. Zira eski Başkent Edirne düşerse, mevcut hükümet de düşecek ve partisi böylece iktidar koltuğunu elde edecektir. Bozgun havasının olduğu bir ortamda, bu iş; vatana, ırza, namusa kasıt, korkunç bir politik oyundur. Bunu, bir önceki hükümette İçişleri Bakanlığı yapmış üstelik Edirneli, daha ötesi İttihat ve Terakki'nin en etkin şahsiyeti yapmaktadır. Şükrü Paşa, karşısına çağırtarak: “Seni, hemen yarın Edirne'nin ortasında idam ettirmemi istemiyorsan, bugünden tezi yok, çek git buradan Talât Bey oğlum. Sen ki sabık Dâhiliye Nazırısın, sen ki Edirne'ye vatanseverlik göstermek için er rütbesi ile gelmişsin.. Ve sen ki, bana yardımcı olmak yerine orduyu ifsâd ediyor, askere dövüşmemesini telkine çalışıyorsun.. Çek git buradan. İttihat ve Terakki'yi yeniden iktidara getirmek için başka yerlerde çalış. Unutuyorsun ki ben politikacı değil, askerim. Ama sen ve arkadaşların elimizde kalan şu son serhat şehrini de politika uğruna kaybettirmek istiyorsanız, o halde kazanmak istediğiniz nedir? Selimiye ki Rumeli'de cedlerimizin mührüdür. Sen bu mabedi dinamitleyip berhava etmemi söylüyorsun. Gözünü vatan ve ordu sevgisi değil, politika bürümüş. İktidar için orduya bile acımıyorsunuz. Sana Edirne kumandanı Şükrü Paşa olarak emrediyorum. Hemen şimdi Edirne'yi terk edecek ve İstanbul'a gideceksin. Yoksa istemeye istemeye seni, yani İttihat ve Terakki'nin eski Dâhiliye Nazırını asacak veya kurşuna dizdireceğim.” (Bardakçı, 2002, 307).

Şükrü Paşa karşısında “hazır ol vaziyette duran” Talât Paşa, tek kelime söylemeden çıkıp İstanbul'a dönecektir. Fakat bu parti politikasıdır. Yerini başka parti elemanları alacaktır. Sonrasını Hüseyin Cahit anlatır. “Bir akşam Tanin'i asker giysisiyle yorgun Talât ziyaret” etmiştir. Umutsuzdur. Bulgarlar Çatalca'ya gelmişlerdir. “Düşman İstanbul kapılarında”, başşehir göçmen doludur (Yalçın, 1976, 178). Göçmenler içinde Yahya Kemal'in “Büyük Validem” dediği anneannesi, dadısı da vardır. Annesi, bu harbi görme zilletine katlanmadan erken vefat ettiği için Üsküp'te yatmaktadır. Anneannesi ise İstanbul-Aksaray'da eski bir eve sığınmıştır (Yahya Kemal, 1976, 13, 20).

Burada, “Trakya'nın çamuruna saplanmış bataryaların neferlerine, tam bir hafta peksimet bile vermekten aciz kalmış” yönetime ve zihniyetine bakmak gerekmektedir. “Orduyu politikanın batağına çekerek rakibini boğmak isteyenler, aslında devleti” boğmuşlardır (Bardakçı, 2002, 355).

Edirne teslim olduktan sonra Şükrü Paşa, Bulgarlar tarafından bir tren vagonuna bindirilerek Sofya'ya götürülür. Görünüşte şahsına bir saygısızlık gösterilmez. Fakat o, kendisine selam durularak trene bindirilen aksakallı kahraman, Koltuğa çökmüş “hıçkıra hıçkıra” ağlamaktadır. “Sofya'ya kadar” ağlar. Şükrü Paşa'nın esaret yolculuğunu seyreden Fransız gazeteci, dergisine şu notu düşer: “Bembeyaz sakalları ile tezat halindeki yağız çehresinden süzülen her damla, muharebe alanında akıttığı kan kadar azizdi.” Bulgar Kralı, Paşa ile görüşmesinde ona kılıcını geri vererek: “Sizin gibi askerlerin kılıçları alınmaz. Şeref dolu bir savaş sayfasına imza attınız”, dese de Edirne'de durum başkadır. Hıristiyan halk, Edirne'nin işgalini, “İkinci Basübadelmevt (diriliş), İsa'nın dirilişi gibi Edirne yeniden Hıristiyan oldu” çığlıkları ile kutlamaktadır. Fransız Gazetecinin anlattığına göre, şehrin Türk evleri, “cehennemi gölgede bırakan bir faciayı” yaşar. Yağma edilirler. Bulgarlar, ellerine ne geçirirlerse alırlar. “Mücevher, halı, elbise, ayna ve her şey.. Taşınabilecek ve çalınacak bir şey kalmayınca, kadınlara ve küçük kızlara tasallut başladı. Edirne baştan başa feryat şehri olmuştu.. Kadınların ve kızların, daha sonra yaptıkları tek şey feryat etmeden, bağırmadan ve inlemeden intihar etmeleri idi.. Yağma edilen evlerin kapılarında birdenbire, tebeşirlerle çizilmiş haç işaretleri belirmişti. Sonradan anlaşıldı ki, bu işaretler, yağma edilen evde alınacak mal; ırzına geçilecek genç kadın kalmadığını, yeni gelenlere haber veriyordu. Kısacası vakit kaybetmek istemiyorlardı.. Selimiye'nin içinde korkunç, kalpaklı, sakallı ve kir içindeki Bulgar askerleri dolaşıyordu.” Bulgarlar, aylardır açlık çeken halka binbir hakaret içinde açıktan ekmek dağıtırlar. “Bunun neticesi görüldü. Aylardır sadece süpürge tohumu yemiş olan bu gururlu insanlar, Bulgarların dağıttığı ekmekleri almaya gitmediler bile. Malzeme ellerinde kalmıştı.” (Bardakçı, 2002, 346-349).

Falih Rıfkı, “Tanin'de 'Edirne Mektupları' ile o günkü Trakya'nın yürekler yakıcı durumunu” anlatır: “Bulgarlar ve Yunanlılar sivil halk üzerine barbarca saldırmışlardı. Kadın ve çocukların boğazlandıkları camilerde, hâlâ kanlı köşeleri görüyorduk. Göçemeyenler ve kaçamayanlar son ümit olarak Tanrının evine sığınıyorlar, böylece toplu olarak öldürücülerinin pençesine geçiyorlardı.” (Atay, 1963, 68).

Şükrü Paşa, esaretten sonra dönerken, o kahramanını unutmayan halk; şanla, şerefle karşılamak ister. Bu durum, İttihatçıların hoşuna gitmez. Kendisini getiren trenden iner inmez Cemal Bey yanına sokularak, kumandanı bir otomobilin içine atarak halktan kaçırır.

“Edirne'yi süpürge tohumları yiyerek müdafaa eden bu kahraman”; o serhat şehrini kurtardığı iddiasındaki İttihat ve Terakki ile Enver Paşa'nın politikadaki şöhretlerini karartır endişesi ile “korkulu sima haline gelmiştir.” (Bardakçı, 2002, 308).

Şükrü Paşa'nın oğlu Osman Şükrü'ye göre babası, politikadan nefret eden birisidir. II. Abdülhamit'ten tokat yediği halde, devlete sadık kalmış İttihat ve Terakki'ye yanaşmamıştır. “Altı aylık itibarlı bir esaret hayatından avdetinde, halk kendisine büyük bir karşılama töreni hazırlamışken, 'Paşa, halk seni linç edecek' diye pencereleri örtülü vagon ve araba içinde eve getirilmiş ve tekaüde sevk edilmiştir.” (Atay, 1963, 65).

İŞKODRA

Balkan Harbi, bozgun halinde seyrederken, yer yer vatan savunmasının yiğit örneklerinden biri de İşkodra savunmasıdır.

Otuz bin nüfusun yaşadığı İşkodra, harbin başlangıcından itibaren 10 Nisan 1913'e kadar direnmiş, Karadağ ve Sırp kuvvetlerine önemli kayıplar verdirmiştir. Şehri, iki önemli komutan savunmaktadır. Hasan Rıza Paşa ve Esat (Toptani) Paşa. Zaman zaman şehir içinden, beyaz bayrak çeken, şehri terk etmek üzere bozgun emaresi gösterenlere, Hasan Rıza Paşa şiddetle davranır. 3 Aralık 1912'de Çatalca önünde mütareke imzalandığı zaman Bulgar hükümeti, Karadağ Kralı Nikola'ya askeri harekâtı durdurması için telgraf çekmiştir. Bu yorgun, bitkin Karadağ için bir fırsat gibidir. Yalnız Hasan Rıza Paşa, ateşkesi kendisine tebliğe gelen Karadağ delegesini, kabul bile etmez. Böyle bir durum varsa, onu kendisine Osmanlı hükümetinin bildirmesi gerekmektedir. Karadağ ve Sırplar üzerine saldırılar düzenler. Fakat Hasan Rıza Paşa, Esat Paşa'nın evinden çıkarken kimliği bilinmeyen üç kişinin suikastına uğrar. Aldığı kurşunlar üzerine yedi saat can çekişip, Esat Paşa ve diğer subaylardan İşkodra'yı teslim etmeme ve kanlarının son damlasına kadar savunmalarını isteyerek şehit olur (30 Ocak 1913). Bundan sonra kumanda, Esat Paşa'dadır. Esat Paşa, savunmaya devam ederken, Hasan Rıza Paşa'nın ardından kısa süre sonra, Karadağ karargâhına ateşkesten haberdar edildiğini, görüşmek üzere delege gönderilmesi talebini (5 Şubat) bildirir (Andonyan, 1999, 288, 294).