Hepimiz başka birine dönüşmek isteriz. İnsanoğlunun kaderi bu… Bizler; doğarız, büyürüz, dönüşürüz ve ölürüz. Bir tırtılın kelebeğe dönüştüğü günün ertesinde hemen öldüğü gibi…

Ve ne yazık ki bu değişimin sonucu her zaman senin istediğin gibi olmaz. Tıpkı tırtılın, kelebeğe dönüştükten sonra öleceğini bilemediği gibi…

Gölgen gibi takip eder seni diğer bir kişiliğin… Yaşadığın hayat, karşılaştığın hadiseler, tökezlediğin engeller ya da kusursuz görünen hayatları arzulamak; içinde yaşayan ve doğmayı bekleyen birinin açığa çıkmasını sağlar. Ömrün boyunca büyüyüp, benimsediğin benliğinin etrafına ördüğün kozandan çıkıp yepyeni birine dönüşmek istersin.

Ama bazen arzuladığımız gibi gitmez yaşam... Hayallerimizden farklı bir hayatı yaşarken buluruz kendimizi… Değişimimiz yeni seçimlerimizin meydana getirdiği mecburiyetleri doğurur. İyi ya da kötü… Doğru ya da yanlış…

En güzeline ulaşmak için tüm ömrümüz boyunca çabalar dururuz. Hırs yapar, hedefler koyarız. Hırs bizim karanlık gölgemizdir. Daima dibimizdedir. Fakat arkamızdan bize yaklaştığı için biz onun varlığını fark edemeyiz.

Senelerimizi hep daha iyisine ulaşmak için yiyip tüketiriz. Faydalı işlerle uğraşmak, insanlığa faydalı olmak, birilerine yardım etmek, öğrenmek ve öğretmek iyi bir yol olsa da, birilerini geçmeye çalışmak, mevki ve becerisini kıskanmak, onun hayatını talep etmek ise fena bir gidişattır.

Sosyal medyada dolaşırken karşıma bir bilgi çıkmıştı. Daha sonra Zülfü Livaneli’nin “Huzursuzluk” romanında da geçtiğini öğrendim. O bilgi şöyle;

“Harese nedir, bilir misiniz?

Develerin çölde çok sevdiği bir dikenin adıdır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar.

Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider, böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer. Bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa deve kan kaybından ölür.

Hırs, ihtiras, haris gibi sözcükler Arapça “harese” kelimesinin kökünden gelir.”

Çağımızın hastalığı; Hırs! Ağzımızda çiğnediğimiz dikenden habersiz, güzel gelen tada aldanıp kendi kendimizin kanını içerek, yavaş yavaş ölümümüze sebep olduğumuz…

Bir şeye olan aşırı isteğimiz, bir kemirgen gibi bizi günden güne yiyip bitirir. Hırs; tutkulu, sonu gelmeyen bir arzu… Bu gerçekleşmezse kişi hayal kırıklığına uğrar ama gerçekleşirse de tatminsiz olur.

Birçok insan “hırs” kavramını “azim” olgusuyla karıştırıyor. Hırs ile azim arasındaki en önemli fark; hırs zararlı, azim ise yararlıdır. O yüzden hırs duygusunu azim olgusuna dönüştürmek gerekir.

Hırs aşılırsa dünya tamamen farklı bir yere dönüşebilir.

Kozamızı delip çıktıktan sonra rengârenk, ihtişamlı, muazzam kanatlara ulaşıp bir günlük ömre talip olmayalım. Değişimin ya da ulaştığımız hayatın sonunda bizi neyin beklediğini bilemeyiz. Bizi takip eden sinsi gölgemizi kontrol edelim. Selametle yazı dostlarım.