Milli Takım keşkeler ile dolu bir grubu daha geride bırakarak Dünya Kupası’na veda etmiş oldu. Aslında biz bu tabloya fazlasıyla alışkınız. Bu alışkanlığımız doğrul­tusunda Ülke olarak matematiğimizi her Milli maçın ardından fazlasıyla geliştirdik. O yenilirse, şu şundan bir puan alırsa diye diye neredeyse her maçta bir mucizeyi kova­ladık. Öyle ki Milli Takım’ın sloganı ‘’Biz bitti demeden bitmez’’ olarak hafızalara kazındı. Çünkü biz hiçbir zaman karnımızı kaşıya kaşıya kazanan taraf olmadık. Ancak bu sloganı doğru olarak kullandığımız zaman­larda da Milli Takım’ın formasını giymek bir ayrıcalık olarak bilinip, ortada büyük bir ruh mücadelesi oluyordu. Maalesef o gün­lerden çok uzakta, Milli ruhtan bir haber şekilde hak ettiğimiz bir gidemeyişi yaşamaktayız. 

Hırvatistan galibiyetinin ardından alevlenen başarı isteği ve ruhsal durum, gerçekten iyi yöndeymişiz gibi gözükse de aslında günü kurtarmış olmanın verdiği mutluluktu. Nede olsa o kameralar karşı­sında günü kurtaran olarak boy boy gülüşler olacak, bir sonra ki maç için bakarız havası devam edecekti. Aslında işlem çok basitti. İzlanda’yı kendi evimizde mağlup edeceğiz, hemen akabinde gidip Finlandiya’yı devire­cektik ve grup liderliğine oynayacaktık. Yani kısacası yine günü kurtaracaktık. Hatta böyle olsaydı futbolcular birere kahra­man, Lucescu kurtarıcı ve Türkiye Futbol Federasyonu da iyi bir motive unsuru ola­caktı. Ancak nüfusu Selçuklu ilçesi kadar olmayan İzlanda, yaptığımız tüm hesapları başımıza vururcasına 3-0’lık net bir skorla bizi evimizde bıraktı.

Futbolcular sahtekâr, Lucescu fıs bir teknik adam ve Türkiye Fut­bol Federasyonu da yine istifası beklenen taraf oldu. Yani günü kurtaramadık. Kurta­ramadığımız gibi acı gerçekler ile yine karşı karşıya kaldık. Biz bize kaldığımız zaman sesler yükseldi, her kesimden bir tepki geldi. Ama hâlâ 50 yılı aşkın süredir oturtamadı­ğımız gerçekçi futbol anlayışından kimse bahsetmedi. 

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören’in de dediği gibi, TFF maddi açıdan en parlak dönemini yaşıyor. Bu parlaklığın nedeni sponsordur, anlaş­malardır, reklamdır veya başka şeylerdir bilinmez ama ciddi bir kaynağında sebep­sizce kesilen cezalardan olduğu kesin. Verilen cezaya itiraz etme bedelinin aldı­ğın cezanın yarısı kadar olduğu bir yerde parlak bir dönem yaşamak zaten kaçınılmaz. Her neyse bu parlaklık Milli Takım’ın tüm im­kânları için seferber ediliyor. Primler, hedi­yeler, ikramlar derken neredeyse futbolcu­lar kral gibi gün geçiriyor.

Tüm rahatlıkları düşünülen futbolcuların alttan böyle olması gerekirken neden Milli Takım içerisinde bu bolluğu yaşıyor? Neden bu paraları bir oluşumun büyümesine harcamıyoruz? Or­ganizasyon, sistem, altyapı, gelişim tüm bunlar Ülke futbolunun başındakiler için ne ifade ediyor merak ediyorum. Her kupa organizasyonunda son ana kadar bekleyip birilerinin yenilmesi veya beraber kalma­sıyla başarı bekleyen Milli Takım daha ne kadar sistemsizlik içerisinde yoluna de­vam edecek? Paralı olan, medyada biraz ismi geçen futboldan anlamayanlar daha ne kadar futbolun başını yönetecek? Gelin günü kurtarmak yerine bu işi biraz daha profesyonelleştirelim. Futbolun içerisinden gelme insanların yanına yine aynı ruhu bilen adamları koyup, futbol öğrenelim. İsimle­rin üstünlüğünden vazgeçelim. Bugün bu örneği çok uzakta aramamak gerekiyor. Bakın Türkiye Basketbol Federasyonu’na çıta nereden nereye geldi açıkça görebilirsi­niz. Kendimizi kurtaramadığımız her an yok yabancı sınırlaması, yok takım uyumsuz­lukları demek yerine organizasyon eksikli­ğimizi giderip, bir sisteme dâhil olalım. Tüm bunların üzerini örtmeye devam edersek milyon dolarları da verseniz yine eleniriz yine başarısız oluruz. Evet, Rusya’ya gi­demedik ama belki bu sefer gidemeyişimiz daha hayırlı olur.