Herkesin bir derdi var, doğuştan hasta,

Çekilmiş son perdedir kefen, libasta…

Bir varmış, bir yokmuş… Var olduğu zaman insanlar ağlar, yok oluğu zaman insanlar anarmış. Gel zaman- git zaman, böyle olmaz aman, diyen zevatı muhteremler bu gelgitlere son vermek için ‘dur’ döğmesine başmışlar. Zira ağlayacakları, gülecekleri anları karıştırmışlar. Demişler ki bizde ellere benzeyelim, uzaktan gelen davulun sesine kulak verelim. Verelim de ağlamak yerine hep gülelim. Onlar nasıl son vermişlerse bu gelgitlere bizde öylesine kulaklarımızı delelim…

İşte bu ahval ve şerait üzerine kurulan ülkemizdeki ‘nizamı devlet’, ne hikmetse ne kendisi nizama gelebildi özlendiği gibi, nede onun nizama girmesiyle nizama sokulmaya hevesli muhterem halkı. Bilmem kaç kişi düşünür içimizden doğarken feryadı fidan eden insanoğlu, ölürken neden derin bir sessizliğe bürünür? Belki bu sorunun cevabını verecek, bilimsel açıklamalarda bulunacak insanlar vardır aramızda ama cevap olarakta ‘niye öyle’ deme hakkımız olsa gerek. Dünyanın meşakkatli olduğunu, daha ana rahminden dünya üzerine düşerken sezer de insan, ondan mı feryadı figan eder? Sessizce gidişinde ise, bu meşakkatlerden kurtulmanın verdiği bir huzur ’umu resmeder!?…

Gidişin huzuru; ölüm anında inancımıza göre dünyadaki iyiliklerimizin bedeli olarak âlemi berzahta görülen sonsuz nimetler karşısında bir sarhoşluktan, çekeceğimiz cezaların ağırlığının karşısında bir bilinç kaybına uğramışlıktan mıdır!? Yoksa ünlü şair Yahya Kemal BEYATLI’ sessiz gemi şirinde dile getirdiği gibi;

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden. 

Demek mi gerekiyor. Sahi yerlerinden memnun olduklarından mı gelmiyorlar; mahpus olduklarından mıdır kadere. Belki bu sorunun doğru cevabı: o yol, dönüşü olmayan bir yoldur da ondan gelen yoktur seferindendir. Başka bir deyişle; inanlara göre yeni, yepyeni bir başlangıç, inanmayanlara göre, var uluşun son yolculuğudur o gidiş…

Hal böyleyken içinde yaşamaktan, bayrağının altında huzur bulmaktan başka hevesi olmayan bu aziz milleti, çocukça sözlerle kandırma da neyin nesi? Bu ülkenin halkı ulu bir imparatorluğun kalıntısından yeniden hayat bulmaya çalıştığı ilk günden bu yana, bir türlü rahat ve huzura erememiş, bulanık suların arasında hayatta kalma çabasıyla boğuşup durmaktadır. Elimizdeki medeniyeti ve kalkınmayı tamamen bırakarak başkalarının çöplüğünde ekmek arama gafletini üzerimizden atmadıkça, ayakta durma çabalarımız beklenen sonucu vermeyecektir.

Biz önce kendi değerlerimizi bilip tanıma, onlarla insanımıza hizmet etme, eğer bilmediklerimiz varsa onları bilen milletlerden çekinmeden yitiğimizmiş gibi alma, kültürümüze ve yaşantımıza uygun bir duruma getirdikten sonra onunla amel etme erdemine erme zorunluluğundayız… Yoksa ceket değiştirir gibi, ar perdelerimiz hiçe sayarak çırılçıplak soyunduktan sonra üryan bedenimize yabancı kumaşı uydurmasa sapkınlığına maruz kalırız.

Bu ülkenin insanını koyun sürüsü sananlar, kâğıttan gemileriyle dünya turuna çıkarıyorlar. Mideye yönelik vaatlerle taraf devşirmeye çalışanların yalanlarının, ellerin de kalacağından dahi haberdar olmamaları hangi kelimeyle ifade edilebilir?!.. Gaflet, dalalet, aymazlık… Onlar ki hala bizim ilkokul birinci sınıfındaki çocuklarımızın;

Daha dün annemizin kollarında yaşarken,

Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken,

Şarkısına takılıp kalmışlardır.

Milletin dişinden tırnağından artırarak verdiği vergilerden karşılanan, 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerin yapıldığı tarihten yaklaşık olarak 5 ay gibi kısa bir süre sonra ortaya çıkan toplu karşısında; ülkeyi en azından ikinci genel seçim yılına kadar götürecek bir yönetime el atmayan, kahraman parti liderleri ve onun avaneleri hangi yüzle ‘sineyi millete’ dönerek tekrar oy ve yetki istiyorlar… Bu milleti: kör, sağır ve topal sananlar, kendilerini bir aynada kontrol etme alışkanlığını daha ne zaman kazanacaklar?  80 milyona yakın nüfusu, bin yıllık bir tarihi devlet geleneği olan bu toprağın insanlarının hafızlarıyla alay etmek kimin haddine düşer…

Çekemeyeceksen, taşıyamayacaksan bu asil milletin şanlı geçmişini, çekip gideceksin çürük gövdeni ve küflü sineni uydu milletlere…

 “Hafıza-i beşer Nisyanla ile malul ’dur” sözünün en geçerli olduğu yer; bu milletin önüne liderlik sevdasıyla geçen bazı kendini bilmezlerdir. Bu milleti başkalarına uşak yapma sevdasında olan uşak torunları, unutmasınlar ki, çok ava gidenler avlandılar bu uğurda. Oy almak ve bu milletin geleceği üzerinde söz sahibi olmak için, insanların açlık ve tahammülsüzlük merkezleriyle oynayarak, onlara yapamayacakları vaatlerde bulunan düzenbazlar, unutmasınlar ki onların bir hesabı varsa; doğruyla, hakla olanında bir hesabı vardır. Yine unutmasınlar ki, dün olduğu gibi bu günde yarında hak batıla üstün gelecektir.

Güneş, dünyanın son gününe kadar doğudan doğacaktır…

Ülkemizde bir seçimin üzerinden, daha 5 ay gibi kısa bir süre geçmeden, yeni seçim için start verilince yollara düşenler; dünkü vaatlerinin üzerine hiçbir şey yapmadan tekrar milletin karşısına çıkarak, yeniden yerlerinde kalma sevdasıyla fütursuzca vaatlerini sıralamaya devam ediyorlar. Dağ bayır demeden dolanarak yeni vaatlerde bulunanlar, bilmelidirler ki artık bu asil milletesin zekâsı, onların zekâ seviyesinin çok üstündedir.

Öyle babasının servetini yanındaki şakşakçılara dağıtarak üç günlük şan devşirme peşinde olanlar; servetleri bitince yine ham demirleri ortaya çıkacak ve etrafında öbekleşen şakşakçılardan hiç birini bulamayacaklardır. Köylüye aş, emekliye maaş, öğrenciye bağış veririm sözlerinin ancak kemal Sunal filmlerinde olduğu gibi, birer gülmece konusu olduğunu anlamak için Aristo’nun aklına ihtiyaç yoktur.

Kuru dala can, beden veren yüce yaratıcının fermanı, tüm ferman ve hesapların üstündedir. Başkasını kandırabileceğini sananlar, zaman zamanda kandıranlar, bilmelidirler ki sonun da kanan, kendileri olacaktır. Bülbülün güzel sesi neyse Yaradan’ın katında, kendine ibadette karganın sesi de birdir hilkatinde. Çünkü her ikisine de, o ibadet ve yaratılmışlık ruhunu eken ‘üretici’, ürününün ne olduğunu ve dönüşümünün ne olacağını bilerek yaratmıştır bu gezegeni. Sahipsiz sanılan bu gezegenin, diğer gezegenlerde de olduğu gibi bir sahibi vardır, senden içeru…

Siyah taşın üstünde yaratılış serüvenine rıza göstererek dolaşan siyah Karınca’nın, et ve kemik yığınından başka bir mana ve ehemmiyet kesbetmeyen eşrefi mahlûkattan daha üstün bir mertebeye ulaşamayacağını kim söyleyebilir yarın. Altıda bir üstü de bir yerin fetvasını veren allemei dünya, gitmiş midir ki yerin altına aradaki farkı kıyaslayarak ahkâm kesiyor. Berzah âleminden asıl âleme geçişte, cücelerin dev yaratıkları seçişte, ortaya çıkacak suçlu ve suçsuz arenasında hangi safta yer alacağını kim bilebilir ki. Kendini arzın kucağına ‘asil’ bir gaye için gönderen sonsuz adalet sahibinden, yanma sevdasına duçar olmuş şaşkın beşeri bu şaşkınlıktan sonsuz kudret sahibinden başka kim çıkarabilir…

İçinde bulunduğumuz günlere atıfla siyahı, beyazı, esmeri sarışın’ıyla iyi hazırlanmış bir aşure çorbasından başka nedir insan dediğin. Büyük Nuh tufanından sonra Cudi dağına oturan ve içinde inan bir avuç insana karşı yiyecek olarak hazırlanan, elde olan son yiyeceklerle yapılan bir tatlı çeşidi olan aşure, aynı zamanda insanların bir birleriyle kaynaşıp anlaşmasını sembol etmekten öte ne manaya gelebilir?

Kavgaların kaynağında yaratılış serüveni varsa önüne geçemeyeceğime göre, yaşanmaz bir dünya oluşumuna karşı çıkmaktan başka ne düşebilir bize. Biz iyinin yanında yer almak için çaba sarfetmek, haklının ardında durmak, mazluma kol kanat germekten başka neyle mükellefiz!?

Tüm bu gerçek değerleri taşıma hasleti konulmuşken çamuruna, taçlandırılmışken eşrefi mahlûkat olarak, esfeli mahlûkat olmak için onca emek onca caba da neyin nesi? Doğru yol dururken dikenli yolları önümüze getiren ve bizi ayağımızı kanata kanata hiçbir şey yokmuş gibi içimizin yarasına kulak astırmadan yürüten, azmışların nefesi…

Yeri-göğü, görüntü, görkem ve çığlığıyla aydınlatarak, geliş sebebimize uygun olarak yaşamaya davet eden sese kulak vererek, çıktığımız bu kutsal yürüyüşümüzden, uzaklaştırma çabaları artık sonuç vermeyecektir. Bir insanlık abidesi oluşturan bu kutlu milletin nesli silkinip ölü toprağından kurtularak kendine gelecek ve dünya Milletleri arasında o ihtişamlı günlerine yeniden dönecektir.

İşte tüm bu çabalar, o ihtişamlı günlere dönüş sancılarına karşı çıkartılan uğultulardan başka bir şey değildir.

O kutsal günlere dönüşten kaçan yarasalardır ortalık yerde dolaşanlar. Onlar ancak karanlık havada iyi hissederler kendilerini…

Yaradılışları kötülüğe endeksli olanlara karşı söylenecek sözümüz yoktur. Çabamız yitiklerimizi tekrar geriye getirmek, yuvasına döndürmektir.

Sırtına insanlığı kurtarma sorumluluğu yüklenen bu milletin misyonu bilmeyerek başka milletlere benzetme çabasında olanlar, fikir bazında bir şeyler serdederek bizlere benzemeye çalışsalar da görünüşte, onlar içinden GÖYNÜK…