Merhum Mehmed Zahid Kotku Hoca Efendi; Çağımızın mâneviyat güneşlerinin ve yüzyılımızın mânevi mimarlarının en büyüklerinden biriydi. Hoca Efendi, zamanımızın en büyük, en mühim ve en mümtaz şahsiyetlerinin önde gelenlerinden, hakiki Salih bir kul, hakiki bir veli, gerçek bir mürşid, kalp ve gönül ehli mübarek bir zat idi.

Müridânı olmadıkları halde kendisini yakından tanıyan bazı büyük İslâm âlimlerinin, Hoca Efendinin bağlılarına hitaben söyledikleri şu sözler çok mânidardır: “Bu zat, çok büyük bir zat, gerçek bir veli, büyük bir mürşiddir. Aman hocanızın kıymetini iyi biliniz ve ondan gereği kadar istifade ediniz.”

Hoca Efendi, gerçek tasavvuf yolunun nasıl bir yol olduğunu yaşayarak göstermişti. Tasavvufun bir ilim yolu olduğunu, mutlaka Kur’an ve Sünnete dayanması gerektiğini göstermişti. Tasavvufun şekil olmadığını, öz olduğunu, insanın kalbiyle ilgili bir konu olduğunu ve bu yolun insanın iç âlemini güzelleştirdiğini ortaya koymuştu. 

İslâm’ın dışında, İslâm’a uymayan bir yolun tasavvuf olamayacağını gösteren Hoca Efendinin ortaya koyduğu şu ölçü ne kadar mühim ve ne kadar önemlidir: “Sadece farzlarda değil, sünnetlerde bile kıl kadar ayrıcalık gösteren bir kimseyi havada uçar görseniz itibar etmeyiniz, uçarmış sinek de uçar.” 

Hoca Efendi, ortaya koyduğu bu ölçü ile olağanüstü hallerin değil, yaşayışın daha önemli ve ön planda tutulması gerekli olduğunu vurgulayarak çevresindekilere Kur’an ve Sünnete dayalı bir hayat sürdürülmesi gerektiğini tavsiye eden ve kendisi de oldukça titiz bir şekilde bu ölçüyü eksiksiz yaşayan mümtaz ve mübarek bir zat idi.

Kimseye tepeden bakmayan, kimseyi kırmayan, şeyhlik tavrı takınmayan, makamını gizleyen ve oldukça mütevazı bir hayat süren Hoca Efendinin herkesi dinleyen, kapısı her zaman açık, herkese karşı güler yüzlü, yardımsever, cömert, herkesin gönlünü alan bir yapısı mevcuttu ve kendisini ziyarete gelenler memnun ve mesrur olmuş bir halde huzurundan ayrılırlardı. Tevazuda o kadar ileri gider ki, sağlığında bastırılan kitaplarında ismini açık olarak kullanmaz, kendisini gizlemek için isminin baş harfleri olan M.Z.K. şeklinde yazardı.

Bakışı ve konuşması ile bir anda gönülleri fetheder, ruhları yumuşatır ve inceltirdi. Konuşması ile ruhlara serinlik ve rahatlama bahşeder, İslâmi ölçüleri hayatımıza nakış nakış işlerdi. Kendisini ilk gören birisi onun gül yüzlü siması, nurâni ak sakalı, sevimli ve alımlı çehresi ve heybetli duruşu ile bir anda etkilenir ve mânevi mıknatıs alanına giriverirdi.

O konuştukça gönüller cûşa gelir, herkesin içinde sıcacık bahar yelleri eserdi. Konuşurken dinleyenleri bambaşka âlemlere götürürdü. Nurâni gül yüzünü her gördüğümde, yumuşacık pamuk ellerini her öptüğümde ve o tatlı sesiyle her konuşmasını dinlediğimde uzayda gibi olur, kendimi cennet bahçelerinde uçuyor gibi hissederdim.   

Sohbetlerinde bir yandan ders verir, diğer yandan da dinleyenlerin zihinlerinden geçen sorularına net cevaplar verirdi. Sohbetini dinleyen herkes, kafasında Hoca Efendiye sormayı planladığı sorulara sormadan cevap almış ve tatmin olmuş bir halde huzurundan ayrılırlardı. Hoca Efendinin şaşılacak derecedeki bu kerametine defalarca şahit olmuşumdur.

Dünyaya müteallik olmayan, boş ve faydasız sözler içermeyen tatlı ve hoş konuşmaları; gönüllere hitap eden, ruhlarımızı okşayan, yaşayışımızı düzene koyan, yolumuzu aydınlatan ve geleceğimiz için yol gösteren bir mahiyette idi.

Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı ve gittiği yere bolluk, bereket götürürdü. Ruhların temizlenmesi, kalplerin  güzelleşmesi ve gönüllerin kirlerden, paslardan arınması gerektiği üzerinde duran ve bu yönde faaliyet gösteren Hoca Efendi; söylediklerini hayata geçiren ve bizzat yaşayan, çevresindekilere de örnek olan çok iyi bir eğitimci idi. Onun yaptığı manevi eğitim sayesinde, o görünmeyen Üniversitede yetişen çok sayıda devlet ve siyaset adamı ülkemize yıllarca hizmet etmişlerdir.     

Başta merhum Erbakan Hocamız olmak üzere çok sayıda ilim erbabı, devlet ve siyaset adamını yetiştiren bu görünmeyen Üniversitenin manevi Rektörü M.Z.K. Efendi Hazretleri; ilmi ve siyasetleri ile kendilerini tüm dünyaya kabul ettiren bu insanların hürmet ve saygıda kusur etmedikleri,  huzurunda saatlerce başları öne eğik vaziyette, ayak bile değiştirmeden dizüstü oturarak sohbetini büyük bir edep ve huşû içinde dinledikleri mübarek ve muhteşem bir zattı.

Hoca Efendinin pek çok kerametleri vardır. Binlerce kerameti yazmakla, anlatmakla bitmez. Damadı Esat Coşan, Hoca Efendinin kerameti ile ilgili bir olayı şöyle anlatmıştır:  “Amerika'da tahsil gören Bursalı bir doçent arkadaşımız vardı. Bu arkadaşımızın anlattığı ilginç bir olay şöyle:

‘Ben ortaokul çağından beri namaz kılardım. O zamanlar bir çeşit mânevî oyun aklıma geldi. Sıkıldığım zaman gözümü kapatayım. Gözümün önüne bir ak sakallı şahıs getireyim, hayalimde onunla konuşayım, dertleşeyim, derdimi anlatıp deşarj olayım diye düşündüm ve bunu uygulamaya başladım. Kendi kendime uydurduğum, kurduğum bir oyun olarak ben bunu tatbik ettim.

Ortaokul geçti, lise geçti, üniversiteyi kazandım ve İstanbul'a geldim. Hayalimdeki o şahısla da, daimâ bu oyunu devam ettirdim. Üzüldüğüm zaman, sıkıldığım zaman, bir meselem olduğu zaman gözümü kapatıyorum, hayalimdeki o şahsı gözümün önüne getiriyorum. Muhayyel bir şahıs, hayâlî bir şahıs... Sakalı var, çok sevimli bir kimse...

Yıllar geçtikten sonra İstanbul'a geldim, Teknik Üniversite'ye girdim. Nihâyet arkadaşlar delâlet ettiler, beni Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri'nin yanına götürdüler. Gördüğüm zaman hayretler içinde kaldım ki, yıllardır kendi hayalimde, kendi uydurduğum sandığım şahıs karşımda... Bu şahıs Mehmed Zâhid Efendi imiş meğerse...’ dedi. Çok değişik ve çok ilginç bir olay... Kaç yıl önceden, sekiz on yıl önceden, hiç tanımamış olduğu bir şahsın gönlüne girip, hayaliyle onunla irtibat kurmak çok büyük bir şey, çok değişik bir hal.”

İlk olarak 1977 yılının Nisan ayında görüp elini öptüğüm ve beni bir anda bambaşka âlemlere götüren,  çağımızın en büyük mânevi güneşlerinden olan bu büyük zâtı ne yazık ki, geç bulmuş, çabuk kaybetmiştim.

13 Kasım 1980 Perşembe günü aldığımız bir haberle yıkılmıştık. Son zamanlarında oldukça hasta olan Hoca Efendi âhirete irtihal eylemiş, Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştu. Aynı gün akşam cenazesine katılmak üzere gönül dostlarıyla birlikte İstanbul’a hareket ettik.

14 Kasım 1980 Cuma günü, Süleymaniye Camiinde Cuma namazının ardından on binlerin katıldığı muhteşem bir cemaat tarafından cenaze namazı kılınan Hoca Efendi hazretleri, Kanuni Sultan Süleyman türbesi arkasında, hocaları ve üstadlarının yanındaki  istirahatgâhına defnolundu.  Allah-u Teâlâ şefaatine nail eylesin. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.