Öyle zamanlar geçiriyoruz ki tam da 'ağlamak' kelimesinin tesirini taşıyoruz yüreğimizde! Ağlamak, acı veya sevinç hissettiğimizde verdiğimiz en belirgin tepkilerden biridir! Şu aralar gözlerimizle birlikte gönlümüz, ülkemiz ve bayrağımızda gözpınarlarından tuzlu tuzlu su salgılıyor. Her yaranın acısını biraz daha artırmak istercesine!

Üst üste gelen bu acılara bu millet nasıl dayanacak? Bilmiyorum. Kendimize gelmemiz için daha kaç kişinin canı yanacak?.. Ülkeyi sel bastı kimse farkında değil. Her olan olay, yaraların üzerine biraz daha tuz basıyor. Gözlerin kör olduğu gibi vicdanlarda sağır olmuş durumda! Herkes kendini düşünür olmuş. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı aldı başını gidiyor!

Ağlamak da para etmez oldu. Her haykırış karşıdaki duvarlara çarpıp, insanların yüzüne koca bir tokat indiriyor. Buna rağmen herkes uyumaya devam ediyor. Suyun içinde ayılmayı bekleyen balık gibi oldu insanlar! Bu saatten sonra bizlere su bile fayda etmiyor. Yasak avlanan balıkçıların ağına takıldığımızda, ölümün arefesinde kendimize geleceğiz bu gidişte... Her şey için çok geç olduğunda anlaşılacak neler olduğu!

Bu satırları neden mi yazıyorum? Titreyip, kendimize gelme zamanımızın gelip de geçtiğini düşündüğüm için! Yusuf İslam'ın bir sözü tercüman oluyor duygularıma; “Müslümanlar birbiriyle savaştıkça ağıtlar; Türkçe, Kürtçe ve Arapça! Zafer çığlıkları; İngilizce ve İbranice olacak.” Hiç mi farkına varılmıyor bunun? 

Hareketlerimizi kısıtlamaya çalıştıkları gibi düşüncelerimizi de kısır bir hale getirdiler. Oysa bu millet, “Ben Müslüman'ım” diyen insanlardan oluşuyor. İlk emrinin “OKU!” olduğu ve her daim insanları düşünmeye, akıl baliğ olmaya sevk eden bir dinin mensubu olan ümmetin, her şeye rağmen görmedim, duymadım, bilmiyorum oyununu neden oynadıklarını?.. Anlamıyorum.

Beklide zoruma gidiyor bu durum! Bundan dolayı hiçbir şeyi anlamak için uğraşmıyorum. Herkesin kendine gelmesini istiyorum. Kan seline dönmüş bu ülkenin, bundan sonra anaların gözleri yaş dolmadan, kötü olan şeylerden arınmasını istiyorum. 

Belki haddime değil. Bana laf düşmeyecek bir konu ama ben de bu ülkede yaşıyorum. Ve dalgalanan al bayrak uğruna ne acılar yaşandığının gayet bilincinde bir bireyim. Asabiyetimi mazur görün. İçimdekileri tutamadım. Bundan dolayı kelime kelime sıkıntılarımı işledim bu satırlara!

Paylaşmak yaratılışımızdan geliyor. Her sevincin paylaşıldığı gibi her sıkıntı da paylaşılıyor. Televizyonu, gazeteleri, interneti açmaktan korkar olduk. Her göz, pınarları dolu bir şekilde umutla iyi haber yolcularını bekler oldu. Ama bu yolcular beyaz atlara binip gittiler şu zamanlarda! Bu diyarlardan uzaklaştılar uzaklaşabildikleri kadar!

Yürekleri demirden kaplarsak bu acıların işlemeyeceğini sandım. Ama yine değdi, yine deldi geçti. Yürekler acılara alışmış, güzel günlerin geleceğinin bile muamma olduğunu hissetmeye başladılar. Fakat yol Allah yolu ise, yön ve varış noktası da bellidir. Yeter ki, bunun bilincine erişebilelim. 

Acıları sıcak bir yorgan görmekten vazgeçelim. Biz bu yorganı üzerimize çektikçe, bizi daha çok sarmalıyor. Ve bizlerde bunun rahat gibi gözüken bunaltıcılığına kendimizi bırakıyoruz. Serin yerlerde olmamız ve gözlerimizi dört açmamız gerekirken... Düşman geceyi ve karanlığı sever. Bizler aydınlığa adamalıyız kendimizi! Çünkü aydınlık her kötülüğü görünür hale getirir.