Misafirdir insanoğlu… Rüzgâr gibi eser geçer hayatın içinden. Bir umut teknesi süzülür umman olmuş hayallerimin ortasından… Daha büyük dalgalar esir alır ummanı, ufkun birleştiği semaya doğru… Bir yağmur inceden inceye süzülür gökyüzünün sonsuzluğundan…

Dün gece, karanlık ile söyleştim yine… Dün gece, o karanlık fısıldadı bana olacak olanı… Dedi bak Fetih suresinde (7) Cenab-ı Hakk ne diyor; 

“Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 

Gece, aydınlık bu aralar… Gökten, yeryüzüne yansıyan bir simge...Yeryüzünün koruyucularını gökten destekleyen bir güç var.

Akıntıya doğru kürek çekmek kolay da, akıntının karşısında kürek çekmek zordur. Her insan kendi medeniyeti için bir şeylere meydan okur. Mücadelesi; ona ulaşana kadar sürer. Bir kişi kendi hedefine kürek çekerken ne çok emek, ne çok fedakârlıkyapar.

Küçücük çocukların, hayata ilk adımlarını atmaya başladıklarına şahit oluyorum da, o minicik dünyaların bile ne çok uğraşı olduğunu hayretle izliyorum… Ufak ellerle makas, kalem tutma çabalarını bir görseniz (!) hayatın; en başından ne kadar zorlukla dolu olduğunu anlarsınız.

Bir kırmızılığın rengini sorduğunuz zaman ise aldığınız cevabın muazzamlığı hiçbir şeyde yoktur. “Bu hangi renk çocuklar?” “Bayrak rengi öğretmenim!” 

Geçtiğimiz haftanın Hadis-i Şerif’ini anlatırken bir resim gösterdim ufaklıklara… İlk tepki görmeye değerdi; “Aaa, adam bayrağa sarılıyor, onu seviyor.” Buna karşılık ben de şöyle devam ettim; “Aferin size! Doğru bildiniz masum yüreklilerim… Resimdeki adam bayrağımızı, vatanımızı çoook seviyor.”Ve bunun üzerineşöyle ilave ettim; “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) isebize şöyle buyurmuş; ‘Vatan sevgisi, imandandır!’ Vatanımızı çok sevmeliyiz, o bizim en kıymetlimiz, onu hep korumalıyız.”

Tabii siz böyle derseniz, onlarda kendince hayal gücünü kullanarak onca koruma şeklini bir anda önünüze seriverirler. Kimi örümcek adam olur ağını ata ata korur, kimi uçan arabası ile yakalar düşmanları… Kimi de o minnacık elleri ve ayakları ile onları dövmeyi planlar. 

Bunları gördükçe içimden hep şu geçer; “Keşke çocuklar gibi masum olabilsek…”Herkes bu masumluğu ilk günden beri benliğinde barındırıyor olsa; düşmanlığı da, kötülüğü de beş dakika sürer. Bir tebessüme indiriverir tüm silahlarını… 

Çocuklara verilen her yeni eğitim, büyüklerin onları izleyip, hayata karşı verdikleri tepkilerden görebileceği, büyük bir insanlık dersidir. Tabii görmek isteyene! 

Evet, bu küçükler; ilim, irfan, medeniyet yaymak için büyüyor. Kuru kavga için değil, vatana hizmet için bu yolda yürüyorlar. Her yeni doğan beden bu milleti korumak için var oluyor.

Onca uğraşın, emeğin karşısında ise; onları karne adı verilen bir kâğıt parçası ile ödüllendiririz de en büyük mutlulukları o oluverir.Oysa insanlar öyle mi?.. 

Yazıyorum işte sadece… Belki yazmakla avutuyorum kendimi… Beni teselli etmekten yorulmuş olsa gerek kelimeler… Şimdi bir daktilo olsaydı. Sıra sıra kaysaydı satırları doldurarak… Hayatta olan iyiliklerin, kötülüğü bir kenara ittiğini anımsatarak…

Sessizliğin sesi ile huşu bulsaydım. Olmasaydı hiçbir bomba sesi, teröristler, düşmanlar… 

Daha sonra çıkarıp kâğıdı, bir uçağın kanatlarına gizleyerek uçursaydım barış penceresinden geleceğe doğru… Kelimelerim özgürlük ile el ele tutuşup benden uzaklaşırken, ben hapis kaldığım dört duvar arasından açılan pencereden, onlara alık alık bakardım. İki umut baloncuğu az ilerde patlardı. Her şey yok gibi, bir anlık gibi, mükemmel gibi…Dua ile… (Afrin!)

“Şu kopan fırtına Türk ordusudur Yâ Rabbi.

Senin uğrunda ölen ordu, budur Yâ Rabbi.

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,

Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın!”