İnternet sayfalarında Antik Yunan filozofu Sokrates’e atfedilen bir söz dolaşıyor: Günümüzün çocukları lüksü seviyor. Kötü davranışları var, otoriteye baş kaldırıyorlar. Yaşlılara saygıları yok, çalışmak yerine lak lak etmeyi seviyorlar. Çocuklar, artık evlerinin hizmetçisi değil, tiranı… Anne babaları odaya girince ayağa kalkmıyorlar. Onlara itiraz ediyorlar; destek olmak yerine lak lak yapıyorlar, şapır şupur yiyorlar, bacak bacak üstüne atıyorlar, öğretmenlerine zulmediyorlar. Sözün rivayet ya da gerçek olmasından ziyade, bugünün gençliğini yansıtması bakımından değeri üzerinde durmakta yarar var. Günümüzde durum pek de farklı değil, hemen herkes gençlerden şikayetçi. İbadetlerini yerine getirmiyor veya aksatıyor! Sağlığa zararlı maddeler kullanıyor. Dijital ortamlarda vakit öldürüyor! Kafelere takılıyor! Arkadaşlarını yanlış kişilerden seçiyor. İşsiz, para kazanmıyor! Tembel! Özgür olmak istiyor…” ve daha sayamadığımız pek çok şikayetin muhatabı gençler...

Peki, bu vatandaşlar durup dururken mi bu hale geliyor, bunun bir altyapısı, arka planı yok mu? Nasreddin Hoca’nın ifadesiyle, “Hırsızın hiç mi suçu yok?” Elbette ki var! Gençlik dönemi, hayatın en hızlı gelip geçen; heyecanı, enerjisi, gel gitleri, ifrat ve tefriti en bol dönemidir. Kimi genç vardır; edebiyle, duruşuyla, hâliyle, kaliyle sessiz bir tebliğ sunar etrafına… Kuran’ı, Sünnet’i canlı canlı yaşar. Kimi de vardır; bakıldığı zaman nefsani duyguları anımsatır, insan bakmaya dahi “ar” eder. Hiçbir şey kendiliğinden olmadığına göre bu hallere erişebilmek yahut bu çıkmaz sokaklara yol almak, gençlerin kendi tercihleri kadar ailelerinin ve sosyal çevrelerinin tesiri iledir. Bir insan yavrusu, daha anne baba nikahlandığı andan itibaren onların hal ve gidişatından hisseler alır: Anne karnındaki macerası, annenin helal lokması, kulluk vazifeleri, bulunduğu ortamlar, ünsiyet ettiği kişiler, babanın kazancı, ahlakı ve vaziyeti ile şekillenir. Doğum anından yetişkinliğe kadar da anne babanın, aldığı gıdanın, çevrenin müsbet ya da menfi tesirleri insanı büyütür. Bu sebeple gençlerden “şikayet” ederken, ebeveyn olarak evvelâ kendimizi bir gözden geçirmeliyiz. Biz onlara ne sunuyoruz ki, onlardan neyi bekliyoruz?

İnsanoğlu, “örnek alma”, “taklit temayülü” ile dünyaya gelir. Biz istesek de istemesek de bizim halimizden gerek genetik yolla, gerek görüp model alarak kendine pay çıkarır evlatlarımız… Gençler okumuyor, tarihini bilmiyor, başıboş dolaşıyor, kimse onlara karışmasın, özgür olsun istiyorlar. Bütün bunlar gençlerimizden yana dert yandığımız hakikatler. Dini bütün pek çok ailenin evladı, değil namaz kılmayı, namazı sorguluyor. Ateist, deist arkadaşları var. Geceden sabaha, sabahtan akşama kadar; yemek ve temel ihtiyaçlar dışında PC oyunları, simülasyon oyunları, sanal arkadaşlıklar, kafeler ve benzeri bağımlılıkları var. Durum böyle olunca gelecek nesiller adına endişe duymamak elde değil. Gençlere nasıl ibadet sevgisi ve devamlılığı kazandıralım? Onlara okumayı nasıl sevdirelim? Dil, kültür, tarih ve medeniyet şuurunu nasıl verelim? Ne yapalım da onları “yol”a getirelim?

Bütün bunlar, “Z Kuşağı”, hatta “Alfa Kuşağı” gençliği için her birimizin sorduğu ve cevap aradığı hususlar... Hep birlikte bu sorulara en temelden cevap arayalım: 1) Sevgi, saygı ve dini hassasiyetlere dayalı bir aile ortamı... Batı’nın aile açısından hızla kan kaybetmesine rağmen, bizim millet olarak en önemli ve sağlam kalemiz, her an en büyük darbeleri almaya devam etse de yine aile müessesemizdir. Mutlu ve huzurlu yuvalardan, mutlu ve sekine haline erişmiş evlatlar yetişir. 2) Evde çalışan ebeveynlerin “helal rızık” hassasiyeti. Yaşadığımız çağda pek çok hanımefendi, evinin işini yönettiği gibi, bir meslek sahibi olup kendi fıtratlarına uygun işlerde de çalışmakta... Bu durumda anne ve babanın kazancının helal olmasına azami dikkat etmesi, dünya ve ahiret saadeti için son derece mühim bir hususiyettir. 3) Ailenin ve evlatlarının sosyal çevresi… Gerek aileye yön veren ebeveynler, gerekse yetiştirdikleri evlatlar, en başta arkadaşları olmak üzere, girip çıktıkları ortamlara, ülfet ettikleri, hemhal oldukları insanlara, çok ama çok dikkat etmelidirler. Zira insan, insandan beslenir. Pamuklara sarıp sarmaladığımız evlatlarımıza “hayırlı bir çevre” sunamazsak, onların felaketine zemin hazırlamış oluruz. 4) Ailenin örnekliği. Çocuklar, anne-babanın gösterdiği yöne gitmek yerine, onları örnek alır, taklit ederler. Bu, küçük yaşlarda daha çok belirgindir. İlerleyen yaşlarda ailenin terbiye usulü, çocuklara verdikleri telkinlerle çocukta huy, karakter ve meleke hâline gelir. 5) Ailenin yol göstericiliği. Çocukların eğitim hayatı, hobileri, katılacakları kurslar, edinecekleri sosyal çevre; tamamen ailenin attığı temel ile yön bulur ve gelişir. Günümüzde çok yönlü gelişen bir gençlikten söz ediyoruz. İstiyoruz ki, evlâtlarımız iyi bir kul ve ümmet olmanın yanı sıra bir ilim, sanat veya spor faaliyeti ile de meşgul olup çift kanatlı olsun. Bu imkanları çocuklara sağlarken hemhal olacakları sosyo kültürel yapıyı ve insanları da inceden inceye süzgeçten geçirmek icab ediyor. Aksi halde üniversite ortamına girip, ortamdaki cazibeye kapılarak başını açmak isteyen, enstrüman kursuna devam edip, orada bulunan insanlar dolayısıyla inancını sorgulamaya başlayan, yurt dışı öğrenci değişim programlarına hak kazanıp, yurt dışında yoldan çıkan pek çok gencin mevcudiyeti herkesin malumu… 6) Ailenin ebeveynliği mezara kadar devam eder. Aile, sürekli nasihat ve telkinlerle evladına ışık tutmalıdır. Rahmetli Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi evladı yetişkin, hatta bir vaiz olup halka vaaz ettiği sıralarda dahi: Evladım, namazını kıldın mı? diye sual edermiş. O artık bir vaiz, elbette namazını kılmıştır! demezmiş. Zira insanoğlu sürekli hatırlatmalara ihtiyaç duyar. 7) Kuran-ı Kerim’de bize, “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119) buyrulur. Günümüzde salih  saliha, sadık sadıka insanlarla beraber olmanın değeri, ayrı bir önem arz etmektedir. Bu beraberlik, illa fiziki manada olmayabilir. Sosyal medya, dijital medya platformları, süreli, basılı yayınlar da bu alana dahildir. Kamu kurumları, özel alanda kurulan vakıflar, dernekler ya da sivil toplum kuruluşları, Kuran kursları, Gençlik Merkezleri, kütüphaneler, ilim ve sohbet halkaları “kor ateşi elinde tutma”ya benzeyen iman cevherini korumanın ve sürdürmenin meşalesi mesabesindedir. İnsan, beraberinde bulunduğu insanlardan manen ve ruhen beslenir. Bilhassa “yeni yetişme” (orta çocukluk ve ergenlik) dönemlerinde evlâtlarımızı bu saydığımız ortamlarda, salih ve sadık oluşuna itimat ettiğimiz insanlarla buluşturmalıyız. Bu manada şehrimizde yahut ülkemizde yaşayan her anlamda “Çınar” sayılabilecek insanlar ziyaret edilmeli, duası alınmalı, onlardan istifade edilmelidir. Bu buluşmalara toplu ibadetler de eşlik etmelidir ki, ibadet şuuru oluşsun ve gelişsin. Zira, “toplulukta rahmet vardır.” (Münâvî, III, 470) 8) Gençler sabahleyin uyanır uyanmaz bir şükür duygusu içinde olmalı ve: İlahi ente maksudi ve rizake matlubi (Ya Rabbi! Maksadım Sen’sin ve gayem, Sen’in rızanı kazanmaktır!) duasıyla güne başlamalıdır. Bu duanın tesiriyle gün içinde yaptığımız günlük işler de hanemize sevap olarak yazılacaktır. 9) Evvela sağlam bir Ehli Sünnet akidesine ve sağlıklı bir fikri alt yapıya sahip olunmalı, ardından ibadet ve muamelat hususlarına dikkat edilmelidir.