Geçen hafta, Selçukya Kültür Sanat Derneği’nin Ihlara Güzelyurt Bölgesine düzenlemiş olduğu Kültür Gezisine katılmış ve “Dün Gelveri’deydim” başlığı ile bir yazı yazmıştım. O yazımda, daha ziyade Obruk Han ve Sultanhanı ile ilgili gözlemlerimden bahsetmiştim.  1937 yılında,  o yollardan bir at arabası ile öğretmen olarak atanmış olduğu Kayseri’ye ulaşmaya çalışan Faruk Nafiz Çamlıbel ve onun muhteşem eseri olan Han Duvarları’ndan yine aynı eserde geçen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın konakladığı han duvarlarına yazmış olduğu dörtlüklerden bahsetmiştim.

“Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı

Bir dakika araba yerinde durakladı

Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,

Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...

Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,

Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.

…  “

“Arif Akpınar, “Kardan Kanatlar ve Sarıkamış” isimli romanında, Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları isimli şiirine konu ettiği Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış ismini başkarakter olarak kullanmıştır. Romanda Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ı, Maraş’taki Mevlevi dergâhının şeyhinin oğlu Satılmış’ın Trablusgarp’tan, Balkanlara, oradan Yemen’e en nihayetinde Sarıkamış cephesinde bulunmasını okuyoruz.

Yaklaşık yüzyıl önce yaşanan ve Osmanlı’nın yıkılışını hazırlayan olaylara temas edilen romanda, Sarıkamış Muhaberesi ve acıklı olaylar Şeyhoğlu’nun dramı üzerinden anlatılır. 

Köyüne, anne ve babasına dönmek için onca yolu geçen ama verem olan Hafız, yani Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, bir han odasında son nefesini verdiğinde, odasının duvarında ona ait dörtlükler vardı. (Dünyabizim, Kültür ve Sanat Sitesi…)

“Han Duvarları” şiiri de “Kardan Kanatlar ve Sarıkamış” romanı da beni çok etkileyen eserlerdir. Ihlara ve Güzelyurt gezimizi bu kanaldan aktarmaya çalışmam da bu etki sebebiyledir.

Allah, Maraşlı Şeyhoğlu’na da rahmet eylesin.

Hanların gezilmesinden sonra istikametimiz Selime Katedrali ve Selime Sultan türbesi yönündeydi. Katedral ve açık hava müzesine girişlerin çok pahalı olması nedeniyle kilometrelerce uzaktan buraları görmeye gelmemize rağmen sadece giriş kapısından uzakları seyretmekle yetindik. Bu yüzden burasıyla ilgili yazacağım tek şey, dıştan görüntüsü bile muhteşem ve zamanında Selçuklu Hanedanlığı’nın güvenliğini sağlayan bir kale olarak da kullanılmış olmasıdır.

Tarihlemesi VIII. ve XI. yüzyıl olarak yapılan katedral; bölgenin din adamlarının yetiştirildiği ve ilk sesli ayinin yapıldığı mekân olarak bilinmektedir.

Sonraki durağımız olan Güzelyurt (Gelveri) bölgesi bu gezimizde beni en çok etkileyen yer olarak karşıma çıktı. Ayağımı attığım her yerde çekiç ve balyoz izleri, ustaların taş yontma görüntüleri, kullandıkları avadanlıkların sesleri karşıladı adeta.

Ne heybetli kayalarda ne de konaklama yapılarında kullanılan daha küçük nispetli taşlarda el değmedik, avadanlıkların dokunmadığı bir bölüm vardı sanki. Ara sokak ve ana yollardaki, bizim kesme, kırma ve kilitli taşlarla yaptığımız düzenlemeler ve o eserlere katkı yapma çabamız ise çok sırıtıyordu o muhteşem sanat eserlerinin arasında…

Güzelyurt’ta halen konaklayanların içinde birkaç kişi çarptı gözümüze. Bir amcamıza; “görebileceğimiz daha neler var buralarda?” diye sorduğumuzda; “ne göreceksiniz ki, bir sürü taş yığını” demesi de beni ve diğer katılımcıları gülümseten bir cevaptı.

Bölge, Hristiyanlıktan da önce kullanılan ve kullanan her medeniyetin eserlerini bıraktıkları bir bölgeymiş.

Oraları gezerken kendimi, beş bin, on bin yıl öncesinde burada yaşamış olan halkın arasında hayal ettim. Her yanımdan;  akarsu ve derelerin etrafındaki ağaçlardan yükselen cıvıl cıvıl kuş sesleri, kapısının önündeki taşları, kayaları yontan, neredeyse 10X10 m. ebadındaki kayayı oyarak kendisine barınak yapmaya çalışan Kilikyalı amcaların çekiç sesleri geliyordu kulaklarıma.

 Saklambaç oynayan çocukların, Ermenice ve Kolkish dilinden yankılanan sesleri inletiyordu vadiyi.

Aziz Gregorius Kilisesi yakın bir zamanda yenilenmiş. Burayı gezerken, Avrupa Birliğinin “tarihi eserlerin yenilenme çalışmaları ve projeleri kapsamında Türkiye’ye yardım yaptığını ancak, bu yardım paralarını verirken, “beş adet cami ama bunun yanı sıra da iki adet kilisenin onarılması” şartı getirildiğini duydum. Tabi bu duyumdan sonra da kafamda “deli sorular” oluşmadı değil.

Güzelyurt gezimizde kafamda; “dağlara taşlara imzalarını koymuş olanların yani Asur, Hitit, Frigya, Pers, Lidya, İskit, Makedon, Kapadokya, Roma, doğu Roma ve Bizans gibi krallık, imparatorluk ve devletler kuran ama bir sebeple yıkılmasına da mani olamayanların torunları yani Batı, Anadolu üzerindeki emellerinden öyle kolay  kolay vazgeçebilir mi?” şeklinde deli bir soru oluştu mesela…

Mesela; “bu medeniyetler üzerine kurulan ve kanlarını akıtarak buraları yurt edinen; farklı isimlerde Türk boyları, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi boy, devlet, imparatorluk ve son olarak da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran biz Türklerin bu toprakları ebediyen korumaya çalışırken, ihanet içinde olanların satışına da gelinebilir mi?” şeklinde bir başka deli soru oluştu.

Allah, devletimize ve Türk Milleti’ne her daim güç kuvvet, birlik ve beraberlik nasip etsin, Selçukya Kültür Sanat Derneğimiz de bu tür güzellikleri görmemiz için bu faaliyetlerine devam etsin inşallah.