Gönlünün semasında güneş batıdan doğdu bu sabah... Kıyametin kopmasına ramak kala... Gece gördüğü rüya gününe nüfuz etmişti. Aklı endişelerle dolu bir sürü soru işareti ile meşguldü. Kafasının içindeki ağrı sinsi bir yılan gibi kıvrılıyordu.

İstemsizce rüyasında gördüklerini hatırlamak için hafızasını zorlamaya başladı. Dehşete düştü. Bir kıyamet… Birbiri ardına koşan insanlar… Dillerde “Allah-u Ekber” nidaları… Yürekler ağızda fakat korku yok. Sesler yükselirken, ateşlenen silahlar… Her yer al…

Ve bir ses yükseldi; “Es-Salâ…”

O esnada etrafa bakındığını hatırladı. Evlerin çatılarından göğe doğru yükselen beyaz ışıkların olduğunu fark etti. Şebi hiç bu kadar aydınlık görmemişti. Bu aydınlanma güneşin ışığını yansıtan aydan kaynaklanmıyordu. Bu gecenin rengini değiştiren ağızdan çıkan kelimeler ve iki avuç içinden yükselen yakarmalardı.

Başını döndüğünde ise gördüklerine inanmak istemedi. Üstleri kana bulanmış siviller, onlara silah doğrultan askerler vardı. “Bu nasıl iş Ya Rabb?” diye geçirdi içinden. Askerler bu ülkenin koruyucuları iken, nasıl vatandaşına namluyu doğrultabiliyordu?

Sanki sıratın üzerindelerdi. Upuzun bir köprü ve o anda meydana gelen bu karmaşa… Anlamsızca etrafına bakmaya devam etti. Bir can pazarı değil, bir kenetlenme vardı.  

Etten bir bariyer örülmüştü. Her insan bir zincirin halkası, birbirlerine doladıkları kolları arasına ise ölümü almışlardı. Bırakırlarsa kopan tesbihin boncukları gibi dağılacaklardı. Ne olursa olsun bırakmayacakları ortadaydı.

Hareket etti tanklar… Ateşlendi silahlar… Askerler hipnoz edilmiş gibiydi. Sanki bu bir film sahnesiydi de koruyucular robotlaşmıştı. Kan içinde yığılanlar yönetmen “Kes” diye bağırdığında düştükleri yerden kalkıp tekrar rollerine bürüneceklerdi. Fakat öyle olmuyordu. Ölüm ve şehadet gerçekti.

Helallik dileyip; anasından, babasından, eşinden, çocuğundan ayrılanlar... Dimdik yürüyorlardı. İnsanların üzerinde iki kat heybet vardı. Salâ göğü hâkimiyeti altına almıştı. Bu bir dua, bu bir imdat çığlığı, bu göklerden beklenen bir yardımdı.

Yere düşen baba, oğullar… Kamyona yiğitleri doldurmuş ilerleyen kadınlar… Bacılar dikilmiş meydana… Ne baba, ne ana, ne kardeş, ne eş, ne çocuk… Tek düşünülen şey VATAN!

Ortada öylece olan biteni izliyordu. Şaşkın, korkmuş ve onlarca soruya cevap arayan zihni ile ne yapacağını şaşırmıştı. “Ya Rabb! Bu nasıl bir imtihan?” diye inledi.

Ve bir İnşirah geldi dilinin ucuna;

Bismillahirrahmânirrahîm. (Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla)

1- Elem neşrah leke sadrâk (Senin için bağrını açmadık mı?)

2- Ve vada'na 'anke vizreke (İndirmedik mi senden o yükünü?)

3- Elleziy enkada zahreke (O sırtında gıcırdamakta olan (ve bu şekilde sana eziyet veren) yükünü?)

4- Ve refa'na leke zikreke (Senin şanını yüceltmedik mi?)

5- Feinne me'al'usri yüsran (Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var.)

6- İnne me'al'usri yüsran (Evet o zorlukla beraber bir kolaylık var!)

7- Feiza ferağte fensab (O halde boş kaldığında yine kalk yorul!)

8- Ve ila rabbike ferğab (Ve ancak Rabbinden ümit et, hep O'na doğrul!)

Son üç ayetini nefes nefese ve yüksek sesle tekrar okudu. “İnne me'al'usri yüsran Feiza ferağte fensab Ve ila rabbike ferğab”

Bu dehşetle terler içinde soluk soluğa sabah ezanının sesine uyanmıştı. Namazını eda ettikten sonra iki rekâtta şükür namazı kıldı. Ve ellerini semaya açarak;

“Ya Rabbi; sen bu milleti vatansız, bu vatanı da ezansız bırakma!” diye dua etti…

Avuç içlerini kış günlerinde ve soğuklarda kendini korumaya alan bir anemon çiçeği gibi yüreğine gizleyip, kapattı. Duasının hep taze kalması için… Tıpkı halkın o karanlık ve soğuk gecede vatanını sarıp, dağ misali yücelerek koruduğu gibi…

***

15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Gününe ithafen… Şehit olanlara rahmet diler, gazilere minnetimi sunarım. Allah bir daha o günleri yaşatmasın. (Âmin)