Geçtiğimiz hafta Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nin ev sahipliği yaptığı programda Kuran ve Sünnet ilişkisi konuşuldu.  NEÜ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Fikret Karapınar, verdiği konferansta katılımcılara sünnetsiz, hadissiz; dolayısıyla peygambersiz bir ilahi dinin tasavvur edilemeyeceğini anlattı. Buna örnek olarak da Kuranda geçen ve İslamiyet'ten önce gönderilmiş dinlerin insanlara vahiy ve peygamber aracılığıyla iletilmiş olduğunu ve aksine tesadüf edilmediğini gösterdi.

Akıcı ve sıcak sunumuyla bir de konu böylesine elzem, anlatan ise alanında uzman bir eğitimci olunca dinleyiciler programı adeta başları üzerinde bir kuş varmış gibi hareketsiz dahası soluksuz takip etti.

Gelelim not alabildiğim birkaç önemli noktaya! Sünnetin, dinin içerisindeki yeri tartışmaları yeni değil malumunuz. Asırlardır süregelen kadim tartışma mevzularından biri. Burada dikkat çekici olan oryantalist tabir edilen bir güruhun tartışmanın yönünü sünnet var mı yok mu ya kadar getirmiş olmalarıdır. Oysa gerek ibadetlerde gerek sosyal yaşamda hadis ve sünnetlerin gerekliliği yadsınamaz bir gerçek. Yüce Yaratıcı kitabını arada hiçbir vasıta olmaksızın insanlara gönderebilirdi. Fakat O her çağda insanlar arasından seçtiği peygamberlerine vahiy yoluyla dinini insanlara tebliğ görevini yüklemiş ve adeta dini önce sen tatbik et, yaşayışınla onu insanlara öğret diyerek vazifelendirmiştir.

Burada amaçlanansa sünnetleri aradan çıkartarak kitaptan alınan hususları kendi amaçlarına uygun şekilde insanlara empoze etmektir. Dolayısıyla hadissiz din yeni bir din icat etmekle eş anlamlı olacaktır.

Hadis âlimleri, kendilerinden sonra gelenlerin işte böyle yanlış akımlara kapılmalarını önlemek için dünyanın bir ucundan bir ucuna üstelik vasıtasız seyahat ederek kaynağı belli, sağlam hadisleri derlemenin derdine düşmüşlerdir. Allah onlardan razı olsun. 

Mevlana Celaleddin-i Rumi bu konuya meşhur eseri mesnevide çoğumuz tarafından bilinen şu meşhur kıssa ile değinir: Usta çırağından rafta duran şişeyi getirmesini ister. Çırak ise ustasına orada iki şişenin olduğunu ve hangisini istediğini sorar. Usta şaşkınlıkla orada tek bir şişe var onu al getir der. Fakat çırak ısrarla orada iki şişe olduğunu söyler. Usta çaresiz birini kırıp diğerini getirmesini söyler. Çırak şişenin birini kırınca ortada hiç şişe kalmaz. Meğer çırak şaşıdır ve biri iki görmektedir!

Bazı büyükler “sünnet kuranı açıklayıcıdır” dediler. Kuranda geçen birçok mevzu peygamberimizin açıklamaları olmadan anlaşılamaz. Örneğin namaz ibadeti Kuranı Kerimde salah olarak yer almaktadır. Fakat nasıl hayata geçirileceğini peygamberden öğreniyoruz. Burada sünnet mefhumu aradan çıkarılarak yalnızca sözcük manasına bakılacak olsa birkaç değişik anlamı karşıladığından uygulama konusunda birlik sağlanamaz ve karışıklıklar ortaya çıkardı.

Oruç, zekât ve hac da böyledir. Uygulama olmadan yani peygamber Hak'tan aldığı tebliğ görevini yerine getirmeden insanoğlu kargaşa yaşamaktan asla kurtulamaz. 

Prof. Fikret Karapınar'ın verdiği son bir örnekle yazıyı kapatalım. Kuranda ölü eti yemek haramdır. Fakat deniz ölüsü müstesna; buradaki ince çizgiyi Peygamber Efendimiz çizmekte ve onun sayesindedir ki bugün Müslümanlar diğer yenebilen hayvanların aksine balığı kendi kendine öldükten sonra yemektedir. 

Araştıran, soran ve sürekli gelişen bir millet olmak duasıyla!