Bazı makam ve mevkiler siyasidir. Siz ağzınızla kuş tutsanız o mevkie gelemezsiniz. Dahası getirmezler. Hâlbuki halkın âli menfaatleri doğrultusunda kişiye iş değil işe uygun kişi olmalıdır. Özellikle her iktidar kendi kadrosunu kurarken il ve ilçe yöneticilerini teşkilatları vasıtası ile belirler ve görevlendirmesini yapar. Bilgi, beceri, liyakat ikinci sırada kalır. Önce sadakat. Hal böyle olunca devlete egemen gücün istediği doğrultuda çalışırlar.

Devrin halifesi, imam Ebu Hanife'ye şeyhülislamlık görevini tebliğ etmiş ancak imam kabul etmediği için zindanlarda çürütülmüştür. İşte günümüzde de il müftüleri ilin en yüksek fetva makamıdır. Yani şeyhülislamın halifesidir. Müftülerin görevi bölgesinin dini ihtiyaçlarını organize etmektir. Cami, imam ve müezzinleri, kuran kursu hocaları, vaizler gibi tüm halkla ilişkili personelin eğitiminden sorumludur. Önem sırasına göre camilerimizin imamlarını tayinde tek yetkili kurum müftüdür.

Müftüler belediyelerin yaptığı icraatları anlatmaktan çok toplumda oluşan huzursuzluk ve anlaşmazlıkların sosyolojisini maddi ve manevi açıdan irdelemelidir. Toplumda oluşan ve hızlı hareket eden hastalıklarda, ahlaki çöküntüde, ailelerde meydana gelen parçalanmaların önlenmesinde de ön almalıdır. Son günlerde gündemimizi bir hayli meşgul eden kadın cinayetleri, töre cinayetleri, şiddetle de mücadele metotları geliştirmelidir. Sizin göreviniz din görevlisi değil ''imam'' olmaktır. Yani önder ve yol göstericiliğidir. 

İlahiyat ilimlerinin tahsili kadar fen ilimlerini de tahsil etmiş olmalıdırlar. Dünyanın oluşumunu, insanlığın üremesini anlatırlarken yalnızca din terminolojisini değil, diyalektik, felsefe, astronomi, jeoloji, sosyoloji, ekonomi ve anatomi gibi, insanı direkt ilgilendiren ilimlerden de haberdar olmalıdır. Yoksa ilk insan hazreti Âdem ve Havva'dan nasıl çoğaldığını izahta zorlanması içten bile olmayacaktır. Toplumun içinden sorulan sorularla neredeyse ilk zamanlar ensest ilişki serbesti diyecek kadar zor duruma düşmeleri kaçınılmaz olacaktır. Sonra nedendir bilinmez, merkez camilerin dışında Cuma günleri verilen vaaz radyo yayınıdır. Camiyi, cemaati ve beş vakit farz namazı emanet ettiğiniz imam kardeşlerimize neden Cuma vaazını emanet etmiyorsunuz. Yâda niye onları, Cuma günü bir saat fazla hazırlanıp on dakikalık vaaz vermesini zorunlu kılmıyorsunuz? İnanın canlı olarak verilen vaaz, radyo yayınından çok daha etkilidir. 

Asıl anlatmak istediğim imam ve müezzinlerimizin yeteri kadar eğitilmediklerini, gelişen dünyaya dini terminolojiyi uyduramamasını anlatmaktır.

İl müftülükleri de diğer makamlar gibi siyasi makamlardır. Siyasetle riyaset iç içedir. Ben sayın müftümüzü tenzih ederim. Riyaset makamını bihakkın yerine getirecek yetenek, beceri ve ilmi kariyer ve titre sahip. Ancak bu kabil makamlarda başta da dediğim gibi adamına göre taksim yapıldığı için sıkıntımı anlatmaya çalışıyorum. Bu nedenle, siyaset makamındakiler her zaman riyasete müdahale de bulunmuşlardır. Bundan dolayıdır ki riyaset makamındakiler görevlerini tam olarak yerine getirememektedirler.

Örnek mi istiyorsunuz.

Alın size örnek:

İşim gereği bedestene Cuma günleri giderim. Cuma namazını da kapı camiinde kılarım. Nedendir bilmem ama kapı camiinde huzur bulurum. Ünver hocanın arkasında namaz kılmanın huşusu başka oluyor. Belki de ondandır. Yâda rahmetli Tahir hocamızın dediği ''evladım burada her vakit Allah dostu bulunur. Sizin ettiğiniz duaya âmin deyiverir'' derdi, belki de bu sebepledir. Mümkün mertebe Ramazanlar dahil hep Kapı Camiine gitmeye gayret ederim.

Cuma günleri adettendir Cuma öncesi sala verilir camilerimizde. Aman yarabbi öyle bed bir sesle ve okuyuşla okuyorlar ki sormayın. Sabah namazlarında evimizin oradaki camilerde okuyorlardı da mahalle arası diye kulak asmıyordum. Şehrin merkezinde de böyle okununca doğrusu hicap duydum.

Konya gibi payitaht bir şehirde böylesine kötü bir sesle icra edilen ezan ve salaların sorumlusu kim?

Sayın müftümüz bunu duymaz mı?

Ezan camiye, rabbin huzuruna davettir. Dolayısı ile İslam'a davettir

Evet, ses yarışması yapılmıyor ama toplumun her kesimini de camiye, salata irşada davette böyle olmamalıdır

Peygamber ( as) dan  önce, insanları mabede çağırırken çan çalınıyordu. Peygamber (as) hazreti Bilal'a çık insan sesi ile kulları Allahın huzuruna davet et dedi. Niye Bilal'ı seçti. Çünkü onun sesi güzeldi. 

 

Ecdadımız Osmanlı bu konuda daha bir ileri gitmiş, her vakitte insan hareketi başka olacağı için vaktine göre makam ihdas etmiş. Ona göre ezanı Muhammedi'yi icra etmiş.

 Vakitlere göre ezan okuma geleneğinin oluşmasında insanların o vakitteki ruh halleri ve seçilecek makamın seyri göz önünde bulundurulurdu. Söz gelimi sabah namazı vakti saba makamında ezan okunurdu; çünkü saba makamının özelliği seyrinin yukarıya doğru çıkıyor olmasıydı. Bu da sabah vakti uykularından kalkan insanların yavaş yavaş hareketlenmeleri ile ilgiliydi.

 

Sabah ezanı: saba

Öğle ezanı: rast

İkindi ezanı: hicaz

Akşam: segâh

Yatsı: uşşak

şimdi bakıyoruz bırakın makamı kulakları tırmalayan seslerle minareler işgal edilmiş.Çoğu yerde imamlar da okumuyor.Cemaatten bir hacı amca çıkıyor,Allah ne verdiyse!

Yahu bu kadar zor mu bu imamları eğitmek? Namaz vakitlerinin dışında ne iş yapar bu kardeşlerimiz?

Müftülük kendi bünyesinde imam ve müezzinlerine musiki dersi verse, yasalar mı, ilahiyat kültürümü karşı?

Hiçbiri değil. Kendi işlerinin dışında zaman geçirdikleri için, bu eğitimi yapmak için zaman bulamıyorlar da ondan.

Kötü ses yoktur. Eğitimsiz ses vardır. Sesini kullanmayı öğrenen birisinin kulağa hoş gelecek sesle ezan okuyamaması mümkün değildir. Tabii ki gayret gerekecek.

Bir arkadaşımın babası imam emeklisi, tam hafız! Muammer Karapınar hocam anlatmıştı. Bir arkadaşı ile birlikte Allah uzun ve hayırlı ömürler versin, ustaların ustası Hasan Hüseyin Varol hocamıza ders almaya gitmişler. Okuyuşları ve telaffuzları son derece düzgün olan bu hoca ağabeylerimiz hocanın huzuruna çıkmışlar. Hoca bunlara subhaneke okutmuş. Birde ben okuyum siz dinleyin demiş ve okumuşlar. Hocayı dinledikten sonra birbirlerinin yüzü bakıp kalmışlar. Ve Muammer hocam 20 günde arkadaşı üç ayda sübhanekeyi ancak geçtik dediler.

Eğer o hocalarımız, sübhanekeyi üç ayda geçebildiler ise bu imamlara ne demek gerekiyor. O hocaların ellerinden öpüyorum.

 Mutlaka imam ve müezzinlere musiki dersi verilmelidir. Ezan kulağa hoş gelmelidir. Ezanın manasındaki ulûhiyete davet, şanına yakışır olmalıdır. Öyle ezanlar okunmalı ki insanlar rahatsız olmadıkları gibi pencerelerini açıp dinleyebilmelidirler. Televizyonlarının başından kalkıp camilere koşabilmeliler. Hani aya il ayak basan astronot Armstrong Mısır'da ezan sesini duyunca ''ayda duyduğum ses'' demişti ya işte bize o hissi verebilmeli.

''Elimizdeki mevcut bu ne yapalım'' deme kolaylığına kaçmamalıyız. Eldeki olanla idare edilecekse riyaset makamına ne gerek vardı. Daha az yetenekli insanlarda o makamları idare edebilirlerdi.

 Bedesten tadilatından sonra pazartesi günleri çarşı bereket duası ile açılıyor. Geçmişte çarşı sabah namazını müteakip açılırdı. Şimdi ise 9'dan  önce açılmıyor. Yani rızıkların dağıtıldığı saatlerde esnaf uyuyor. Esnafı uykudan kaldırmak için sanırım namazı müteakip dua yapılsa daha uygun  olur diyorum. Unutulmuş bu gelenek geçte olsa sayın müftümüz tarafından uygulanmaya konmuştur.

 Gönül ister ki Konya'nın bütün çarşılarında bu uygulama yapılsın. Büyük AVM erde, toptancı çarşılarında, sanayilerde de Müslüman bir hayat var. Oraların bereket duasına ihtiyacı yok mu?

Müftümüze teşekkür ederken bu uygulamanın yaygınlaştırılarak devamını bekliyoruz.

Sayın müftümüze bir diğer arzımız; güzelim minarelerimizden okunan ezanı Muhammediyi zorunlu değil gönülden dinlenilebilir hale getirilmesi.

İşte sayın müftüm. Belediyenin icraatlarını anlatmak size düşmez. Onlar icraatlarını zaten gözümüzün içine soka soka göstermektedirler. Televizyonlar, bilboardlar, pahalı kitapçıklar falan.

 Ancak; Konya'daki bazı imam ve müezzinlerin soğuttuğu insanların vebali size düşer.