Bütün muharrirlerin ve ağleb-i şuaranın anlatmayı sevdiği hüzün ayı… Sokakların tebdil kıyafet olduğu, güneşin uğurlandığı, yağmurun karşılandığı, kış gelecek diye hazırlıkların yapıldığı ay… Adı vardır da sanı yazılmakla kalmamıştır. Eylül diye, defterlerin sol üst köşesine şerh konulduğu, şarkılara en çok nihavendin yakıştığı, kız çocuklarına isim diye verildiği sır değil. Eylül, bir aydan ibaret hiç değil… Bu ayda geçen her güzel gün için yeniden minnettar olmak gerekir. Yazıyı bitirme vaktim bu yüzden ayın sonlarına denk gelir.

Eylül maksadı yaz olsa da gönlüne kış düşmüş bir aydır. Kahkahası bol ama kalbi kırıkların takvime iliştirilmiş adıdır. Biraz yağmur, biraz hüzün, evvelce bu ayda uğurladıklarımın ayak izidir. Tabiatın dinginliği, insanların sakinliği, sıcak yazda bunalan kalplere bahar serinliğidir Eylül. Âdemoğlunun sırtına bir melamet hırkası giyme vakti, -mişli zamanların ilacı; teni toprak kokusu, yüreğimin dinlenme vakti dediğim anların baş tacı…

Eylül benim için büyümüş olmanın sancısını hatırlayışım, çocuk kalmaya çabalayışımdır. Güzü sevsem de kışın beni hoşnut edemediğini, üşüyen ellerime bir türlü çare bulamadığımı beni tanıyan herkesler bilir. Eylül, artık büyümüş olduğum gerçeğini kabullenmek istemeyişimdir.

Değil mi ki bu dünyayı çekilir kılan tek şey Allah’ın varlığını bilmektir. Eylül, bu bilginin kalbime yazıldığı en kadim vakittir.  On iki ay zihnimde bir suret olsa muhakkak Eylül, bu yüzün gamzesidir. Akla yatmaz söylediklerim. Bilirim. En çok da kendime meczubum. Paşa keyfimcedir deliliğim. Çıplak ayaklarım toprağa her değdiğinde Eylül’ün ellerini bileklerimde hissederim. Annemin şefkatinden selam almak gibidir bu. Başımı iki yana sallar, Eylül âdemoğlu olsa, on bir aya ana olurdu derim.

Pencere önlerine topraktan kâseler koyup yağmur suları biriktirdiğimi bilenler bilir. Niyetim bu suyu içmekten çok evde hapsettiğim çiçeklerime dökmektir. Eylül, toprak kâseleri pencerelere koyma vaktimdir. Kendi karanlığıma kıvrılma, yazın yalnız bıraktığım evimin gönlünü alma, şallarımı, çoraplarımı hatırlama vakti…

Asteri, çuha çiçeğini, yıldız patını ve zinyayı, karşılamak Eylül ayına nasiptir. Bu nasip her aya kısmet değildir. Öyle desem de gülhatminin kış uykusuna yattığı zamanlar da yine Eylül vaktidir. Gülhatmilerin üzerine üşümesin diye kurumuş ağaç yapraklarını örtmek de Eylül’ün marifetidir.

Bir senenin tamama erişi diye sonbahar denilmiştir Eylül ile başlayan mevsime. Her ne anlatılırsa anlatılsın “son” lafzı hüzün ile müsavidir. Eylül ayının bağrında yatan burukluk bu hüznün alametidir. Oysaki binyıllardır dönüp duran dünya yine iş başında, karıncalar aynı ehil üzerine ve yılanlar sadece yaza kadar uykuya niyetlidir. İnsan, evrenin bir zerresi ve de temsili aynı zamanda. İnsan gibi tıpkı evren de yorulmaktadır. Lafügüzaf değil söylediklerim. Eylül, mevsimlerin, evrenin cümle hububatın ve insanın oturup da dinlenme vaktidir.

Bu dünyada kalbim vaatle vebal arası bir girdapta gidip gelmektedir. Hiç kimse söz vermedi ki, yolum dikensiz gül bahçesi değildir. Sabır gerekir. Yandım, sınandım, daha çok yürümek için daha uzun zaman lazım. Nihayetinde bir parça balçıkla çamurdanım ben de. Omzuma konan bir serçenin ağırlığını taşıyamadığımda, ben gibi yorulmuş bir ağacın gövdesine sırtımı verip, Eylül’e dayandım. Düşen her yaprağın velvelesinde evrenin yaradılış sesini duydu kulaklarım. Kıyamet gününe iman ettiğim gibi yaradılış vaktine de inandım. Her zaman çiçekleri görecek değildim ya, kurumuş yapraklara da bahara kanar gibi kandım.

 Başka mevsimlerde yaraladığım dizlerimi, Eylül’de sardım. Bir kere bile bana gücendiğini anlamadım. Eylül durup dinlenme, yaralarını sarma, kendi içine senede bir de olsa dönüp de bakma vaktidir. Bu bilgi elbette ki Eylül’ün kalbinde gizlidir. Bu yüzden Eylül gücenmeyi bilmez de eğlemeyi bilir.

Bu ayda, pencere önlerinde koptu kopacak fırtınalar gözlenmese de gök kubbeyi ısıtan bir güneş arama yeri değildir. Rahmet olsun diye duasına çıkılan yağmur geldi gelecek gibidir. Dalgaların gelip dayandığı fakat bir mahreç öteye gidemediği sınır kumsallardır. Mevsimlerin sınırı da Eylül’dür o vakit. Yazın kalmadığı, kışın destur diye yenice işe başladığı…

Kelimeler, bu dünyaya cennetten gelme en kadim hediyedir. Dünya cennet gibi değildir oysa. Kelimeler de değildir her şeyi anlatmaya muktedir. Eylül, kelimelerle anlatılıp bitirilecek, tamama erdirilecek bir ay olsaydı eğer yaradılıştan bu yana yazanların hali nicedir. Benim kelimelerimin de mecali bu kadardır. Eylül’e diyeceğim çok şey olsa da yazacaklarım tastamamdır.

Eylül, yalnızca değil ise de nihayetinde bir aydır.