Ben asaletin doğuştan olduğuna inananlardanım. Sonradan edinilen bir meleke değildir. Hele hele eğitimle birine empoze edilecek bir şey hiç değil. Bu görüşümün bazılarının hatta birçoğunun hoşuna gitmeyeceğini biliyorum. —Eh ‘asil’ insanlarda kıskanılmayacak insanlar değillerdir.-Hoşlarına gitmemekle yetinmeyecek, hiddetlenecek ellerinden gelse “sen kimsin de ahkâm kesiyorsun kilon kaç para” diyerek hava basacaklarına da.- Zaten ondan başka bir şeyleri de yok.- Ama maalesef bu böyledir. Onlar isteseler de istememelerde ‘asalet’ doğuştandır.

     Asaletin doğuştan olduğunu iddia ederken dile getirmeye çalıştığım, bazı şeylerin sonradan kazanılmasının mümkün olmadığı görüşüdür. Bir insan vardır, çoğumuzun açlıktan ölse dâhi yapmayacağı veya yapamayacağı bir işte çalışır ve her hangi birimizin kabullenemeyeceği bu işe paralel olarak tabiri caizse peçmurde bir hayat yaşar ama ‘asildir.’ Ve her halinde bunu görmek mümkündür. İnsanın bu durum karşısında aklına gelen ilk soru: peki asaletin göstergesi nedir?!.. Gösterge sanıldığı kadar girift ve ya absürt değildir. ‘Asil’ insanı toplumun her kesiminde görebilir harekât ve sükûnetinden anlayabilirsiniz. O insan, size bir nefes kadar yakın, erişilmezler kadar uzak olsa da. Bazen yanında olduğunuz halde yanında olmak istemeseniz de, o sizin gözünüzün ucunda, dizinizin dibindedir. Onu, otobüs durağında, caddelerde süpürgeyle onunu bunun atığı toplarken, okul sıralarında, gazete köşelerinde, mahkeme salonlarında her yerde görebilirsiniz.

     Eskilerin vecize sözleri bu tip inşaları çok güzel tarif ederler. Onlardan biri şudur: “İnsanlar urbalarıyla karşılanır, konuşmalarıyla uğurlanır:” kapıdan gelişlerinde kendilerine karşı hürmette kusur edilmeyen insanlar, içinde bulundukları toplumdaki konuşma ve davranışlarına göre ya o saygıyı devam ettirirler yâda saygıda kusur etmeyenlerin ümitlerini dumura uğratırlar. Bu konuyla ilgi bir başka vecize ise: Hz Mevlana’nın “Nice elbiseler gördüm içinde insan yok, nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok.” Sözüdür.

      Asil insan; söze başlarken müsade ister. Etrafında söyledikelirinden rencide olacak, incinecek, üzülecek biri var mı diye dikkat eder. Asil insan; yemeğe başlamadan önce,  yemek esnasında hatta sonrasında âdâb-ı muaşerete dikkat eder. Önce kendinden daha büyük olanların başlamasını bekler, onlar sofradan çekilmeden de sofradan çekilmez. Önünden yer hiç yelmek görmemiş gibi saldırmaz, ağzını şapırdatmaz, sofradaki yemeğe göre kendini ayarlar-çokluk ve azlık derecesine göre yer-çok yemek yoksa başkalarının doyup doymamasını dikkate alır, bunlardan da öte edeple yer ve az yer. Asil insan; aynı saygın davranışları her yerde sergiler. Hele hele toplumun büyük bir kesimin ilgilendiği ya da toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren konularda bir beyanatta bulunacaksa, tabiri caizse ağzından çıkacak her söz için kılı kırk yarar. Çünkü söz kursundur. Açtığı yara derin, bıraktığı hasar telafisi mümkün olmayan cinstendir. Böyle bir kurşun atılsa atılsa bir daha yüzünü göremeyeceğimiz ezeli bir düşmana atılabilir. Oysa köyleşen gezeğenimizde mesafeler değerini yitirmiştir. Başka bir ifadeyle bu gün görüp te yarın yüzünü göremeyeceğimiz bir insan, topluluk ve ya cemaat yoktur. Bu durumu anlamak için fazla kafa yormaya da gerek yoktur. Dün âşık Mahsuni Şerif’in “katil katil Amerika” diye türkü söylediği Amerika bak! Şimdi kapı komşumuz olmuştur. “Komünistler Moskova’ya’ diye nutuklar atan dünün fikir adamları bu gün görecekler ki artık Moskova'ya gitmeye gerek kalmamıştır. Çünkü Moskova Ankara dadır.

     Evet, yine eskilerin veciz bir ifadesiyle görüşümüzü zenginleştirelim: “ Söz gümüşse sukut altındır.” Başka bir veciz sözde Araplardan: “Suskunluk bir hükümdür, yalnız bunu yapan azdır.”

     ‘Asaletin doğuştandır.’ O okullarda her hangi bir mahfilde öğretilmediği gibi sonradan elde edilecek, parayla pulla uhde altına alınacak bir haslette değildir. Bu günlerde etrafımızda bu hasletin elde edilemeyeceğini gösteren bir sürü olay cereyan etmiştir. Bunların en sonuncusu da yüksek öğretime girmek isteyen gençlerimiz arasındaki ayrıcalık. Vatan evlatlarını hangilerini üniversiteye alalım hangilerini almayalım? Bazılarını almak diğer bazılarını da almamak için ne gibi şartlar ve koşullar ileri sürelim? Hem de bu koşulları ileri sürerken herkesin dilinde tespih ettiği ‘eşitlik’ ilkesini referans alalım?..

     Ülkenin sözüm ona ‘aydın’ kesimi, Yüksek Öğretim Kurumunun Üniversiteye girecek lise öğrencileri arasındaki kat sayı eşitsizliğini kaldırarak ‘eşitlik!’ getirmesi karşısındaki feryadı figanları yeri göğü inletiyor. Hazretleri öyle açıklamalar yapıyorlar ki; tüm hukuk literetör’ünü alaşağı ediyorlar... Hem de mal bulmuş mağribi gibi yeni bir kelime İcat ettiği zannıyla basının karşısına geçerek döktürüyorlar incilerini…

     Açıklamalarla ne hikmetse toplumda çöpçülere dâhi- asil çöpçüleri istisna ederim- reva görülmeyen muameleler toplumun azami çoğunluğuna reva görülüyor. Firavun’un Sina yarım adasını geçerken boğulma tehlikesi karşısında ölüm korkusundan “Ementü bi Rabbi Musa” ( Hz. Musa'nın Allah’ına inandım) dediği gibi, dar zamanlarında memleketin efendisi saydıkları toplumun baskın çoğunluğunun     varlığını hiçe sayarak pervasızca bu açıklamaları yapıyorlar. Çünkü megafon, mikrofon onların elinde… Baskın çoğunluk hiçbir teknik teçhizattan yardım almadan haklı davarlında seslerini yükseltmeye çalışsalar da teknoloji nimetlerinden yararlanan mutlu azınlık, saltanatlarının ellerinden gitme endişesiyle ses üstünlüğüyle üstünlük sağlamaya çalışıyorlar...

     Sormak lazım ‘mutlu’ azınlığa; -aydın- başın sıkışınca “şehirlinin efendisi” dediğin köylü, dar gelirli, zor şartlar altında yaşayan efendilerin çocuklarının –kendinize yonttuğunuz sizin şartlarınız altında—sizin çocuklarınızla eşit şartlara haiz olmasının neresi sizi rahatsız ediyor?.. Sizin çocuklarınızdan daha çalışkan, daha dürüst, daha vatanperver, daha saygılı daha ‘asil’ olması mı? Yoksa şartlar adilleşirse zaten tüm olumsuz şartlara rağmen sizleri zorlayan bu asil milletin öz evlatlarının hainliklerinizi, dalaverelerinizi, gafletinizi ortaya çıkarma korsumu mu?... Neymiş efendim “eğitimde eşitlik ancak eşit insanlar arasında olurmuş.” Vah vah vah...

     Sayın…; senin o beğenmediğin mektepler-e bile gitme fırsatı bulamayanlar söylemiş olduğunuz o veciz sözün en danış kasını yıllar önce söylemişlerdi.-günaydın-ama siz bunun farkına varmadınız. Varmakta istemediniz. Tabi onların söyledikleri sizin söylediğiniz anlamda değildi. Söz aynı sözdü ama mana ve maksat farklıydı. Hani sizin gibi aydınlar, kendini aydın sananlar bir takım ham softa - size göre- ruhlar âleminden bahsettiği zaman azı dişinizi göstererek güldüğünüz, ama yasalardaki boşlukları doldurmak için sıkça sığındığınız kendinizde varlığını kabul bile etmediğiniz ‘ruh-u’ da fi tarihinde söylemişlerdi. Ama siz anca keşfedebildiğiniz eşitlik ilkesinin “eşit insanlar arasında eşitlik” ilkesini her zaman olduğu gibi yine yanlış anladınız. Tabi ki eşit insanlar arasında eşitlik. Ama isterseniz söyle bir geriye doğru yolculuk yapalım. Gerçi sizin gerilere karşı alerjiniz var ama biraz idare ediverin. Siz en geriden gelmenize rağmen geriye döner önden gidenlere gerici deyiverirsiniz!..

     Hani yıllarca yağlandıra ballandıra anlatmaktan, nutuk çekmekten doymadığınız siz aydınlarımızın şu veciz sözlerini hatırlayalım: “ kadın-erke, zenci-beyaz, Müslim-gayrimüslim... eşitliği” türküleri ne oldu? Ne oldu? Muhsin Kırımızı gülün “Hepimiz Kadresiz bu kavga ne diye” türküsü?.. Biz sizinle eğitimde eşitlik, eşit insanlar arasında eşitlik doğrultusundaki görüşlerinizle hemfikiriz. Ama isterseniz siz önce, Amerikan Robert koleji, Galatasaray lisesi, Fransız, alman kolejlerinden mezun olan öğrencilerle Siirt’in, Van’ın, Hakkâri’nin bilmen ne ilçesinden mezun olan çocukların aynı sınava tabi olmaları ve aynı puanla Üniversitelere alınmaları konusundaki eşitliği bir anlatıverin bize!.. Yurdun kırsal kesimlerinde okuyan öğrencilerin öğretmensiz, yakıtsız ve yalın ayak geçirdiği öğrenim döneminin ardından tüm imkânlara sahip, üstüne üstlük özel öğretmenlerden özel ders alan öğrencileri aynı imtihana tabi tutup ve aynı puanla Fakültelere yerleştirmenin “eşit insanlar arasında eşitlik” ilkesiyle nasıl bağdaştığını bir anlatıverin...

     Sıradan dini ilimleri bile sahip olanlar-mollalar diye alay ettiğiniz- insanların Allah (cc) kadını kadın yaratmış erkeği erkek diyerek eşitliğin kendi içinde, yani eşitler arasında aranması gerektiğini söylediklerinde sizler nerelerdeydiniz?.. Bak! Biraz anlamışsınız ama yine kitabı tersten okuyorsunuz. Yoksa bu konular size böylemi öğretildi?!.. Eğer eşitler arasında eşitlik arayacaksak size söyleyelim:

     1-her ilin ve ilçenin eğitim seviyesi,

     2-bölgenin o eğitim dalındaki ihtiyacı,

     3-nüfus yoğunluğuna göre yurdun insanlarının çocukları Üniversiteye alınmalıdır. İşte o zaman eşit insanlar arasında eşitlik sağlanmış olur.  Örneklemek gerekirse; Robert kolejinden mezun olan bir öğrenci 90 puanla Tıp Fakültesine kayıt yaptırabiliyorsa, Siirt’in bilmem ne ilçesinden mezun olan bir öğrenci 70 Puanla aynı okula kayıt yaptırmalıdır. Bir başka örnek ise; Ereğli demir çelik fabrikasın da yâda yurdun har hangi bir başka bölgesinde yerin bilmem kaç metre derininde ölümle kalım arasında maişetini kazana bir işçiyle masa başında maişetini kazanan işçinin emeklilik süreleri de ve maaşları da aynı olmamalıdır. Kurumlar, konumlar, insanı asilleştirmez, ‘asalet doğuştandır…’