El-Emîn: Korkusuz kimse; inanan, güvenen; inanılan, güvenilir demektir. Hz. Muhammed(SAV)  için kullanılan sıfat demektir.

Hz. Peygamberin Resul olarak temel bir misyonu da ümmete ve insanlığa örnek olmaktır. Yüce Allah’ın insanlığa en büyük ihsanı ve rahmeti olan ve Kuran-ı Kerim’de “büyük bir ahlak üzerine” olduğu bildirilen Sevgili Peygamberimiz, insanı insan yapan erdemlerin ve değerlerin odaklandığı yüce bir şahsiyettir. İslam’ın öngördüğü kâmil insan modeli onun hayatında tecessüs etmiştir. Yüce kitabımız Kuran-ı Kerimde, ”Sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı zikredenler için Rasulullah’da mükemmel bir örnek vardır” buyrulmaktadır.

Peygamber (SAV)  Efendimiz, gençlik yıllarında Arap yarımadasının dört bir yanına; Yemen’e, Doğu Arabistan’a ticaret amacıyla seyahatler yaptı. Böylece genç yaşta hem ailesinin geçim sorumluluğunu üstlenmiş oldu hem de tecrübe kazandı.

Ticarî seyahatleri sayesinde, Arap yarımadasının genel yapısını, dillerini, lehçelerini, farklı gelenek ve görenekleri öğrenme imkânına kavuştu. “El-Emin” sıfatını da özellikle ticari faaliyetleri sırasındaki ilkeli, adaletli, sabırlı, almaya değil vermeye odaklı erdemli yapısı ile elde etmiştir. Öyle ki 35 yaşına geldiğinde, Kâbe tamiri sonrası Hacerülesved’i kimin yerine koyacağı ile ilgili Mekke halkının anlaşmazlığa düştüğü bir durumda, onun hakem olacağını öğrenen herkesin dudaklarından şu sözler dökülüyordu, “Yaşasın, işte bu gelen Emîn’dir, onun vereceği hükme razıyız, çünkü o adaletle hükmeder, o güvenilir Muhammed’dir!”

Doğumu, çocukluğu ve gençliği son peygamber olma payesine erişeceğinin alametleri ile dolu olan Hz. Muhammed Mustafa (SAV)  vahye kadar geçen kırk yıllık süre boyunca müstesna bir hayat yaşamıştır. Gençlik döneminde, Cahiliye dönemine has kötülüklerden uzak kalmayı başaran Resul-i Ekrem(SAV)  böylece Mekke toplumunda güven temeline dayalı çok belirgin bir algı oluşturmuştur. Esasen çoğu anne-baba, evladına isim koyarken anlamına dikkat eder ve “ismiyle yaşasın!” temennisinde bulunur. Resul-i Ekrem’in adı da aynı sâikten ötürü “Muhammed” konulmuştur. Âmine’nin dünyaya getirdiği güzeller güzeli o minik bebeğin büyüyünce “yerde ve gökte herkes tarafından hayırla yâd edilmesi” arzu edilmiştir.

Hz. Peygamber (SAV)  çocukluğu ve gençliğindeki yaşantısıyla bu beklentiyi fazlasıyla karşılamış, daha da öteye taşıyarak “el-emin” sıfatını hak etmiştir. İsimler, ailelerin tercihidir; ama unvanlar, lakaplar, çoğu zaman kişinin öne çıkan hasletlerine ve alın teriyle hak ettiği başarılara dayanır. İşte Resul-i Ekrem (SAV)   ailesinin ona verdiği bu kutlu ismi, sonuna eklenebilecek en güzel sıfatla taçlandırmış, gençlik yıllarından itibaren toplumda artık “Muhammedü’l-emîn” olarak anılmaya başlanmıştır.

Hz. Peygamber (SAV)  doğduğu günden itibaren 40 yıl boyunca, farkında olmaksızın Allah tarafından Cebrail’le karşılaşacağı, “Oku!” emriyle ilk vahyi alacağı güne hazırlanmış olan müstesna bir insandır. Nitekim Mekke günlerindeki tebliğ faaliyetlerinde Hz. Peygamber (SAV)  hep tertemiz mazisine atıfta bulunmuş; gençliğinden, 40 yıllık geçmişindeki tertemiz, şaibesiz, lekesiz yıllarından güç almıştır. Safa tepesi üzerinde, Mekke halkına hitaben yaptığı ilk açık davette “Şu dağın arkasında bir ordu var desem inanır mısınız?” diyerek güvenilirliğine vurgu yapması, bu anlamda önem taşımaktadır. Tebliğ faaliyetleri sırasında, sık sık toplum nezdindeki itibarına atıfta bulunmuş, insanlardan geçmişte olduğu gibi yine kendisine inanmalarını, güvenmelerini istemiş ve tertemiz mazisinden güç alarak, bundan sonra da kimseyi hayal kırıklığına uğratmayacağının teminatını vermiştir.

Hz. Peygamber’in (SAV)  müstesna gençliği, tertemiz mazisi aynı zamanda, onun davetini engellemeye çalışan müşriklerin, şerli faaliyetlerinin önünde en büyük engel olmuştur. Öyle ki müşrikler, 3-5 gün öncesine kadar sahip olduğu ahlaki erdemlerden ötürü övdükleri, ellerinde büyümüş “Güvenilir Muhammed” için onu yerecek, toplum önünde küçük düşürecek, söylediklerinin inandırıcılığını ortadan kaldıracak bir nitelik bulamamışlardır. Bir araya gelip toplantılar düzenlemişler, düşünmüşler ancak soylu, iffetli, adaletli, erdemli, çalışkan, haksızın haksızlığını yüzüne vurmaktan korkmayan, madden ve manen toplumda hep mazlumun yanında olan, sözünde duran, örnek alınabilecek bir aile hayatına sahip, vefalı ve güvenilir Muhammed’e (SAV)  yakıştırılabilecek kötü bir sıfat bulamamışlardır.

Efendimiz (SAV)’in ahlâkını, huyunu, tavır ve davranışlarını, kişiliğini merak edenler Kuran’a bakmalıdır. O, Kuran’da yer alan emir, nehiy, teşvik ve yönlendirmelere harfiyen riayet eden, böylece Kuran’ı şahsında en ideal tarzda temsil eden bir “kul peygamber” olarak ahlaki erdemlerin zirve noktasında bulunuyordu.

Peygamberimizin hayatı Kuran’ı hayatına uygulamakla geçmiştir. Bütün gelen vahiyleri özümsemiş onları tebliğ etmiş ve hayatına uygulamıştır. Hz. Aişe, Efendimizin ahlakının Kuran olduğunu ifade etmiştir. “Peygamberimizin ahlakı Kuran’dı” . Kuran’da yer alan bütün güzel özellikler  O’nda bulunurdu. Allah’ın nehyettiği bütün filler de O’nda mevcut değildi.

2018 yılında Dünyanın 208 ülkesinde yapılan yabancı kaynaklı bir araştırmaya göre çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmıştı. Hangi ülke vatandaşları din gözetmeksizin Kuran ahlakına en uygun yaşıyor araştırmasına göre ilk sıralarda İrlanda, İsviçre, Lüksemburg, İngiltere vs.. gibi gelişmiş ülkeler bulunurken çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasından ilk sırayı 33. sıradan Malezya alıyor. Türkiye ise bu araştırmaya göre 71. sırada yer alıyor. Sudi Arabistan ise 65. sırada bulunurken diğer Afrika ülkeleri ise sonlarda yer alıyor.

İngiliz şarkıcı Cat Stevens, Müslüman adıyla Yusuf İslam "Eğer İslam’ı Kuran'dan değil de Müslümanlardan öğrenseydim, eğer Kuran'dan önce Müslümanları tanısaydım asla Müslüman olmazdım.”

Bugün için önemli sorunlarımızdan biri, Hz. Peygamberin örnek hayatı ile kendi hayatımız arasında, sağlam bilgiye daha iyi köprü kurulamaması, dolayısıyla çevresine örnek olacak ahlaki duyarlılığı sahip dindarlıklar üretilemeyişidir. Bu köprünün inşası için sadece hadis ve siret malzemesi içindeki şekil ve kalıpları aynen taklit etmek değil, onun hayatını tekrar tekrar okumak ve onun insanlığa getirdiği kucaklayıcı, barış ve hoşgörü mesajını (sünnet) iyi anlamak gerekir. 

Baki Selamlar.  

Kaynak: Din ve Hayat İstanbul Müftülüğü Dergisi, Sayı: 25