Son günlerde bu sözü sıklıkla kullanıyoruz. “Korona sonrası hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!” Bu dönemin mottosu olarak kalacağa benziyor.

Daha öncede belirttim Güçlü devletlerin dillendirdikleri “Büyük Almanya”,”Büyük Çin”,”Büyük Rusya”,”Büyük İsrail”,”Büyük ABD”,”Büyük İngiltere” söylemleri tesadüfen değil bilinçli olarak söylediklerini.Küresel devletlerin değil ulusçu devletlerin varlıklarını sürdüreceğini,o yüzden Dünyada milliyetçi hatta ırkçı akımların güçlendiğini,Dünyanın yeniden şekilleneceğini ve orada yerlerini almanın hesap yaptıklarını..

Korona bu devletler için kırılma noktasıdır. Bizim için kırılma noktası 1946.

46 ruhu diye tanımladığımız çok partili hayata geçtiğimiz bu dönem bu ülkenin yerli ve milli çocuklarının mücadele alanının önünün açıldığı dönemdir.1969 Erbakan ve arkadaşlarının başlattığı Milli Görüş hareketinin “Yeniden Büyük Türkiye” ideali adım adım gerçekleşmektedir.

80 li yıllarda “ülkeyi 70 cente muhtaç” ettiniz diye Avrupa’ya para bulmaya gitmişti dönemin başbakanı. Bugünün muhalefeti gibi o günkü iktidarda çözümü IMF’nin kapısında bulmuştu.Tarihimize kara bir leke olarak hafızalarımızda kazınan Lüksemburg gibi küçük bir devletçik açılan yardım kampanyasına 100,000 dolarla katılmıştı. İçimizi acıtan bu durum, hakaret bile sayılmayıp başarı olarak yutturulmaya çalışıldı. Bugün mütevazi bir semtte dairelerin ve orta lükslükte bir otomobilin 100.000 Dolar olduğunu düşünürsek Ülkemizin neleri aştığını daha iyi anlarız.

IMF’nin CARLO COTTARELLİ gibi üçüncü sınıf yöneticilerinin direktör olarak atanıp ülkemizin anlı şanlı Bakanlarına, hatta Başbakanlarına sopa göstererek diz çöktürmesinin travmasını üzerimizden atmaya başladığımız bu günlerde, içimizdeki bir takım beyinsizlerin, Tekrar IMF’nin kucağına oturtmaya çalışmasına ne diyeceğiz?

Sizce; onların tabiri ile, IMF ile anlaşmamak “aptallık” mı?

Bugün 92 ülkenin yardım talep ettiği bunların 54 ülkeye yardım ettiği,60.000 vatandaşını yurt dışından getirtdiği, Gelişmiş Batı ülkelerinin başında gelen, kişi başına düşen milli geliri 54 bin dolar ile Türkiye’den 5 kat fazla olan İsveç’ten bir Türk kızı Leyla, kalp rahatsızlığı da olan babası Emrullah Gülüşken’in COVID-19’a yakalandığını, hastaneden eldivensiz, maskesiz, ilaçsız geri çevrildiklerini, astım hastası kardeşleriyle aynı evde risk altında olduklarınıi, sosyal medyadan öğrendiğinde bakanlığın ambulans uçağını gönderip TÜRKİYE’ye getirttiği bir dönemdeyiz. Afrika’dan,Balkanlara,Kafkaslardan,Orta Doğuya ve Afrika’nın kapısı olan Somali ve Libya’ya uzanan yardım ve iş birliği, Türkiye’nin sahada ve masada ki etkisinin göz ardı edilemeyeceği anlamına gelmektedir.

Korona sonrası Dünya’nın ihtiyaç duyacağı iki şey; GIDA VE SU!

Bunun için tarım bakanlığının ciddi bir hazırlığının olduğunu salgın sonrasının en ince ayrıntısına kadar planladığını biliyoruz.Bütün illerimizdeki il ve ilçe tarım müdürlüklerinin masa başından kalkıp saha çalışmalarının yapıldığına dair haberler basında yer almaktadır.

Yıllardır boş arazilerin neredeyse bedavaya kiralanarak ekilip dikilmesi için teşviklerin verildiği,tüm ürünlere alım garantisinin verildiği hiçbir dönemi hatırlamıyorum.

Yıllarca “Kendi kendine yeten tek ülke” sloganı ile avutulup tarımı Kıdım Kıdım bitiren politikaları izledik. Refah-Yol hükümeti döneminde rahmetli Erbakan hoca “fındığı ben üretiyorum, fiyatını siz belirliyorsunuz! Sizin belirlediğiniz fiyata değil bizim belirlediğimiz fiyata satarız” diye Hamburg borsasına resti çekerek fındık fiyatının değerinde satılmasını sağladı.28 Şubat darbesinin yapılma nedenlerinden sayılabilir.Daha sonraki ANA-SOL-M hükümetine monte edilen “kurtarıcı” olarak gönderilen ve kurumunda üçüncü sınıf yönetici olan ve ekonominin tüm yetkileri ile donatılmış, ithal bakanın ilk icraatı fındık dikimini yasaklamak, ekim yapılmayan tarlalara teşvik vererek fındık üretimini azaltmak olmuştur.

Tarım bakanlığının Harran ovasındaki Üretme çiftliklerinde ülkemizin sahip olduğu ancak yok olmaya yüz tutmuş bitki ve küçükbaş hayvan türlerinin ıslah çalışmalarını,tohum üretimini ve ilaç sektöründe kullanılan bitki üretmesini önemli buluyorum.

Bütün bu çalışmaların semeresini görmek için su tüketimini kontrol altına almak ilk koşuldur.Vahşi ve yağmurlama sulama yapılan ülkemizde birde yanlış yere yanlış ekim yapılmasından dolayı kıt olan su kaynaklarının hızla tükendiğini üzülerek beyan etmeliyim.

Bunun için Bakanlığın şehir şehir “tarım kültürü” incelemesi yapıp ona göre teşvik verip, izin çıkartması gerekir.

İnsan yaşamında önemli yer alan pamuk oldukça stratejik üründür.Çukurova’ya pamuk yerine buğday ekimini teşvik etmek cinayet değil de nedir?

Suyun kıt olduğu Konya ovasına yılda, 16 kere su isteyen şeker pancarı ekimini teşvik etmek akıllı bir iş midir?

Konya’mızın yüz aklarından olan ulusal marka olma yolunda ciddi yol kat eden Pınar kuruyemişin sahibi değerli dostum Hasan Hüseyin Karapınar kardeşim anlatmıştı. Piyasada Çin çekirdeği olarak bilinen siyah ay çekirdeğini Çin’den ithal ederler. Bu çekirdek iç piyasada çok sevilir.Arkadaşım Çinlilere derki bunu Türkiye’de yetiştirsek nasıl olur der.Onlarda kabul ederler.Adamlar Konya ovasını gezerler bir ay kadar ekim eğitimi verirler.Bizimkiler ağzı açık kalır.Dededen gördüğümüz ekime benzemez.Sadece çekirdek ekimi değil, arıcılığında geliştirilmesini söylerler.Adamlar bal arısının çoğaldığı yerde hayatın var olacağını keşfetmişler.

İşte tarım bakanlığından bunları bekliyoruz.Hep söylüyorum bu ülkenin Ziraat fakültelerinden yılda 40,000 Ziraat mühendisi mezun oluyor bunlar ne iş yapıyorlar Allah aşkına?

Konya kapalı havzasında,su seviyesinin 30-40 mt düştüğü tuz gölü seviyesine 5-6 mt kaldığını düşünürsek, hala vahşi sulamayı teşvik eden ekime devam mı edeceğiz?

Konya Ovasının su ile mutlaka buluşturulması lazım.Karadeniz’e akıp giden suyun bir bölümünün Konya ovasına akıtılması zaruridir.Konya Millet vekilleri birbirine laf sokma yarışını bırakıp birlikte Konya’nın ve dahi Türkiye’mizin en önemli sorunu olan suyun toprakla buluşmasını sağlamak olmalıdır.Biz sizden kısır siyasi çekişmesi değil, Konya’mıza hizmet etmenizi bekliyoruz.

Nasıl enerjide çeşitlendirme yaparak ihtiyacımızı karşılıyorsak topraklarımızda da ürün çeşitlemesi yapmalıyız.Yaparken de şehirlerimizin tarım kültür haritasına göre yolumuzu belirlemeliyiz.

Korona virüs belası ile su tüketiminin arttığı ,hijyen maksadı ile kullandığımız kimyasallarla kirlettiğimiz toprak ve su, zenginliğimizi risk ettiğimizi düşünürsek elde kalanların bilimsel planlanması gerekliliği zaruridir.

Korona sonrası herkes, herkese sanayi ürünlerini satacak lakin,iş su ve gıdaya gelince bırakın ülkelerin birbirine satmamasını şehirler bile aralarında su ve gıda kısıtlamasına gidecek olduğunu düşünürsek tarımın ne denli etkili silah olduğunu göreceğiz.

Ben sayın Tarım Bakanın bu işlere kafa yorduğuna inanıyor ve gözlemliyorum. Birazda bürokrasinin dışına çıkıp konusunda başarılı olmuş sanayici ve çiftçilerimizle bir araya gelip güzel çözümler üretebileceklerine inanıyorum.

ÇÜNKÜ SU VE EKMEK;DÜNYANIN EN GÜÇLÜ SİLAHIDIR,ALTINDAN SABAN INIZ OLSA NİSAN MAYISTA TOPRAĞI EKİP SULAYAMADIYSANIZ,HAZİRANDA EKMEK YAPACAK BUĞDAYI HASAT EDEMEDİ İSENİZ,O SABANI ALIN DÜRÜN BÜKÜN MÜNASİP BİR ÇÖPE ATIN…!!!!!!!

NOT; BAŞI RAHMET,ORTASI MAĞFİRET,SONU CEHENNEMDEN KURTULUŞ OLAN, RAMAZAN AYINA KAVUŞAN TÜM İNSANLIĞIN RAMAZAN AYINI TEBRİK EDER,BU MÜBAREK AYIN İSLAM ALEMİNE VE TÜM MAZLUM İNSANLARIN KURTULUŞUNA VESİLE OLMASINI TEMENNİ EDERİM.