OSMANLI’NIN İKİNCİ KURUCUSU 1. MEHMET

Sultan I. Mehmet (Çelebi), (1389-1421) yılları arasında hüküm süren beşinci Osmanlı sultanıdır. Babası I. Bayezit (Yıldırım), annesi cariye olan Devlet Şah Hatun’dur. 36 Osmanlı Sultanı içinde dahili karışıklığın en dehşetlisini bertaraf etmiş olması ve devleti eski güç ve dirayetine kavuşturması yönünden Sultan I. Mehmet’in mümtaz bir mevkii vardır. Yalnız maddi kuvvete değil, aynı zamanda siyaset ve manevi güce de bağlı olarak O’nun elde ettiği netice, her türlü takdirin fevkindedir. Zira milletlerin iç bünyesinde husule gelen dahili kargaşa, ihtilaf, anarşi ve fetreti bertaraf etmek, düşman taarruzuna mukavemet ve galibiyyetten daha zordur. Çünkü dahili karışıklıkta insanların pek çoğu, doğruyu teşhiste güçlük çeker. Yeniden birliği te’min, oldukça zorlaşır.

Devleti, uğradığı en büyük felaketten kısa zamanda çekip çıkarmış, onu eski haşmetine kavuşturmak için gece gündüz gayret ederek çok büyük işler başarmış bulunan Sultan I. Mehmet Han, yorucu ve bitab düşürücü bir saltanat hayatı yaşamıştı. Kendisinden nakledilen şu söz, bu hakikati pek aşikar bir surette ifade eder: “Çocuk yaşımda öyle belâlar çektim ki, kimse çekmiş değildir…” 

Tarihimizin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Çelebi Mehmet Sultan’ın hayatı incelendiği zaman, on senelik bir fetret devrini ortadan kaldırmak hususunda, yerine göre maddi kuvvet, yerine göre afv ve ikna yollarını kullanmış olduğu görülür. Sultan I. Mehmet’in fetret devrine yön veren hakimiyet tesisini sağlaması, daha da gecikmiş olaydı, eski duruma gelinmesi, çok sonralara kalır, belki de mümkün olmayıp devlet ve millet hazin neticelere duçar olurdu. O zaman tarihimize şan ve şeref katan zaferler, gerçekleşmeyebilirdi. Bu bakımdan Sultan I. Mehmet, kendinden sonraki destani zaferlerin zeminini hazırlamış büyük bir kahraman şahsiyettir.

Sultan I. Mehmet o dirayetli şahsiyettir ki, henüz on dört yaşında iken babasıyla birlikte Ankara savaşına katılmıştı. Bu savaşta Osmanlı ordusunun yarısı demek olan kırk bin kişilik bir kuvvete kumanda etmiş ve üzerlerine fil sürüleriyle saldıran Timur ordusuna karşı sabahtan akşama kadar kılıç sallamıştı. O gün Sultan I. Mehmet, babasını son ana kadar askerleriyle birlikte yalnız bırakmadı. Ancak harbin neticesi belli olunca, birtakım ileri görüşlü beylerin ısrarı üzerine geri çekilmek zorunda kaldı. Babası Bayezid Han’ın esaretinden sonra bütün kardeşlerinin bulundukları bölgelerde hükümdarlıklarını ilân etmesi üzerine halkın ekseriyeti, hususiyle ulema ve meşayıh onu tercih ettiler. Kendisini: “Dinimize muhalif iş yapmayacak, ahaliye zulmetmeyeceksin! Allah Teala’nın emir ve nehiylerine son derece riayetkar olacaksın!..” şartlarıyla dâvet edip başlarına geçmesini istediler.

Sultan I. Mehmet de, bu husus da onlara söz vererek sultanlığa adım attı. Ahalinin büyük yardımları sayesinde Osmanlı mülkünü tek bayrak altında toplamaya muvaffak oldu. Sultan I. Çelebi Sultan Mehmet, Osmanlı mülkünü tek idare altında topladıktan sonra devletin yeniden inşası için hummalı bir faaliyet içine girdi. Bunu yaparken de öncekilerin izini takip ile adâletten kıl payı ayrılmamaya riayet etti. Halktan alınan vergileri azalttı, herkese hüsn-i muamelede bulundu. Kardeşleriyle mücadelede bile, evvel emirde ikna ile hareket etti.

O, ince siyaseti yanında son derece merhamet ve şefkat sahibiydi. Ekseriya afv yolunu tutardı. Kendisi Edirne’de iken Bursa’ya girip yağma yapan, camileri yıkan ve hatta merhum babası Yıldırım’ın kabrini açıp kemiklerini yaktıran Karamanoğlu’nu esîr edince, Müslüman kanı dökmek istemediğinden ve yüksek merhametinden dolayı:

“Ey Karamanoğlu! Ben seni neyleyeyim?” dedi.

Karamanoğlu da:

“Bâkî ferman sultanımındır.” dedi.

Bunun üzerine Sultan I. Mehmet:

“Gel, bir daha Müslümanlara zarar vermeyeceğine dair yemin eyle!” dedi.

Karamanoğlu elini göğsüne bastırarak:

“Bu can, bu tende kaldıkça, Osmanlı’ya sadakat ve itaattan ayrılmayacağım!..” dedi.

Sultan, bu sözlerinden sonra ona beyliğini yeniden bağışladı. Ancak Karamanoğlu, daha Sultan’ın huzurundan çıkar çıkmaz, içeri girerken yemin hilesi için koynunda saklamış olduğu bir güvercini çıkarıp kafasını kopardı. Sonra da etrafındakilere:

“Ben bu güvercin üzerine yemin etmiştim. Artık o öldüğüne göre ettiğim yeminin bir hükmü kalmamıştır…” deyip dini, sahtekarlığına alet ederek eski düşmanlığına devam etti. Sırf bu hadise bile Sultan I. Mehmet’in Müslüman Anadolu’ya karşı ne kadar müsamahakar davranıp aralarındaki birliğin tesisinde ne büyük zorluklara göğüs gerdiğini göstermeye kafidir. Ancak bu zorluklara tahammül ve sabrın neticesindeki bereket de aynı derecede büyük olmuştur. Osmanlı’yı yükselten asıl müessir, bu metot dur. Selçuklu’nun yıkılışından sonra teşekkül eden beylikler, onun yerini almak için birbirleriyle kıyasıya mücadele ederlerken Osmanlılar, coğrafi vaziyetlerinin avantajından da istifade ederek küffara dönmüş ve Anadolu’daki post kavgasına iştirak ve iltifat etmemişlerdir. Anadolu beyliklerinin askerleri ve mümtaz şahsiyetleri, bu kavgada vicdani bir rahatsızlığa sürüklenmiş ve alttan alta kaçıp Osmanlı beyliğine iltihak etmişlerdir. Bu da Osmanlı’nın kısa zaman içinde büyük bir güç kazanmasına vesile olmuştur. Çünkü Osmanlı’da cereyan eden harpler, Müslümanlara karşı değildi.

Gerçekten kuruluşundan itibaren yüzü batıya dönük olan Osmanlılar’ın Anadolu’ya karşı takip ettikleri siyaset, arkalarını emniyete almaktan öteye geçmemiştir. Bu yüzdendir ki Anadolu içlerine doğru ilk Osmanlı harekatı, Yıldırım tarafından, ancak Niğbolu zaferinden sonra vaki olmuştur. Sultan I. Mehmet, bütün varlığıyla tebasına hizmet eden bir sultandı. Onları huzursuz edecek hususları bertaraf eder, cemiyette sükuneti temine müstesna bir gayret sarf ederdi. Bu ölçüsü istikâmetinde İzmir’deki Rodos şövalyelerinin müstahkem kulelerini, halkın maruz kaldığı zulüm ve bunun neticesi ayyuka çıkan şikayetler dolayısıyla bir gecede yıktırdı. Bunun üzerine şövalyelerin üstad-ı azamı Sultan’a gelip bu hareketin Avrupa devletleriyle ve Papa ile harbe sebep sayılabileceğini söyleyerek Sultan’a geri adım attırmak istedi. Sultan I. Mehmet ise, gayet vakur bir şekilde şu siyasi cevabı verdi:

“Ben Müslümanlar kadar Hıristiyanları da pederane himâye etmek isterim. Ancak şer ve fesat kazanı haline gelmiş bulunan İzmir kulelerini yıktırmam zaruri idi. Çünkü herkesin hakkını tevzi ederek, tebamın ve ahalimin huzur ve sükunu yolunda benden bekleneni yerine getirmem iktiza etmektedir. Sizler, benden -bütün haçlıların karşıma çıkacağını bilsem de- adalete mugayir bir iş yapmamı asla beklemeyin!..”

Bu ağır çileler dolayısıyla pek genç yaşta ölüm döşeğine yatan Sultan I. Mehmet, son nefesinde bile tebasını ve devletini düşünerek vezirlerine yaptığı son vasiyeti çok ibretlidir: “Derhal büyük oğlum Murat’a haber salın, gelsin! Zira ben şu döşekten artık kurtulamam.. Şayet Murat gelmeden ölürsem, sakın ola, vefatımı kimseye duyurmayın; yoksa bütün memleket birbirine girer, yeniden sel gibi kardeş kanları akmaya başlar!..”

Böylesine ilahi bir mesuliyyetle mücehhez koca Sultan, vefat ettiğinde çok gençti. Vasiyeti üzere cenazesi, oğlu gelinceye kadar, yani tam 41 gün bekletildi. Böylece cesediyle bile devlet ve milletine hizmet eden bu Sultan, ne mübarek bir sultan olduğunu herkese tasdik ettirmiş oldu.