93 HARBİ (1877-78 TÜRK-RUS SAVAŞI)

Hicri takvime göre 1293 yılına denk geldiği için “93 Harbi” denilen bu savaşta da böyle oldu. Ruslar, beleşten bir zafer kazanarak ta Tuna ötelerinden İstanbul’un Yeşilköy’üne kadar geldiler. Yeşilköy’ün o zamanki adı Ayastefanos olduğu için Rus kumandanı Grandük Nikola’nın kılıcına dayanarak dikta ettirdiği sulh şartları “Ayastefanos Muahedesi” adıyla tarihe geçmiştir.

Bu felâketin bir sebebi de Mithat Paşa ve avanesinin, Osmanlı kumandanlığına Mehmet Ali Paşa adında bir haini tayin etmiş bulunmalarıydı. Nazım Hikmet ve Mehmet Ali Aybar’ın dedeleri olan Mehmet Ali Paşa, aslen bir Polonya Yahudisi idi. Tanzimat’ın ilanına sebep olan mahut Mustafa Reşit Paşa, İngiltere büyükelçiliği esnasında elçilik ayak hizmetlerinde kullandığı bir Polonya Yahudisini Türkiye’ye avdetinde beraberinde getirmişti. İşte 1877-78 Türk-Rus harbi (93 Harbi) felaketinin asıl amili olan Mehmet Ali Paşa, bu Yahudinin oğludur. Sultan Abdülhamit, bu dehşetli hezimet karşısında önce buna sebep olan ihtilalci kadroyu bertaraf ederek devlet dizginlerini eline almış, sonra da Rusya aleyhtarı olan İngiltere’yi hiç olmazsa diplomatik sahada Rusya’ya karşı kullanabilme çarelerini aramıştır. Bunun için Kıbrıs Adası’nı “hukuki şahanesi baki kalmak şartıyla” bir üs suretinde kendilerine vererek Ayastefanos Muahedesinin iptaliyle, onun yerine Berlin Muahedesinin gerçekleşmesini sağlamıştır. Bu muahedeyle maruz kalınan kayıpların büyük bir kısmı telafi edilmiştir. Böylece ihtilalci kadronun sebep olduğu “93 Harbi” felaketi, O’nun dahiyane siyaseti sayesinde mümkün mertebe hafifletilmiş oldu. Bu hadiseden gerekli dersi almış olan Sultan Abdülhamit, batıda Çatalca ile İstanbul ve Çanakkale boğazlarını, doğuda ise Aziziye kalelerini tahkim ederek sulhçu bir siyasete yönelmiş, memleketin dâhilde kalkınmasını sağlayacak hamlelere girişmiştir. Balkan ve I. Dünya Savaşlarında ehemmiyeti ortaya çıkan bu tahkimat, O’nun ileri görüşlülüğünün  bir nümunesidir.

Sultan Abdülaziz merhum gibi büyük masrafları ve dış borçlanmayı mucib olan harpçı bir siyaset takibi yerine, gelişen sanayi hareketleri dolayısıyla batıda temayüz etmiş bulunan iki devleti karşı karşıya getirmek ve onların menfaat çatışmalarını tahrik ederek ülkeyi adeta bir sırat köprüsü üzerinde yürütmek, O’nun siyasetinin temel esası olmuştur. Bu sulhçu siyasetin neticesinde yeni askeri yatırımların masrafından kaçınarak dış borçların 300 milyon altından, 30 milyona indirilmesi sağlanmıştır. Abdülhamit’in, Almanları İngiliz siyasi emellerine karşı mahirane bir surette kullanmasının çok çeşitli ve parlak tezahürleri vardır. Medine demiryolu imtiyazının Almanlar’a verilmesi ve stratejik bir mevki olan Akabe’nin onların yardımıyla İngilizler’den kurtarılması, bunun tarihte en tipik bir misalidir.

Abdülhamit Han, 93 Harbi felâketinden aldığı dersle çok dengesiz bir yapı arz eden ve  devleti parçalamaya sürükleyebilecek cereyanların müşahede edildiği Meclisi Mebusanı böyle bir felakete mani olabilmek için 1878’de süresiz olarak kapatmıştır. Mithat Paşa ve avanesinin sebep olduğu 93 Harbi felâketinin neticesinde Rumeli’de kaybedilen topraklardaki müslüman halkın çoğu, muhacir olarak İstanbul’a gelmiş bulunuyordu. Ali Suavi, bunların mağduriyetlerini istismar ederek etrafına bir kısım işsiz güçsüz takımı toplayıp Çırağan Sarayı’na yürüdü. Sultan Abdülhamit’i devirerek, bu sarayda mahbus bulunan V. Murat’ı tekrar tahta geçirmeye teşebbüs etti.

Sultan V. Murat, mason Mithat Paşa ve avanesi tarafından ta şehzadeliğinden beri hususi bir surette yetiştirilmişti. O da, akıl hocası Mithat Paşa gibi otuz üç dereceden bir masondu. Fakat hiç şüphesiz bu teşkilata onun gerçek hüviyetini bilmeden girmişti. Bununla beraber şerrin mümessilleri, kendisi padişah olursa, kötü emellerine daha kolay ulaşacaklarını düşünüyorlardı. Ali Suavi ise, Sultan Abdülhamit Han tarafından Galatasaray Lisesi müdürlüğünden bozuk siyasi düşünceleri sebebiyle azledilmiş bulunmanın gücenikliği ile haraket  ediyordu. Gerçekten de Ali Suavi, yavaş yavaş Yahudi siyasi emellerinin hakim olmasıyla Osmanlı aleyhtarlığına meyleden İngiliz siyasetinin kör bir âleti durumundaydı. Beşiktaş muhafızı Yedi sekiz Hasan Paşa’nın kafasına indirdiği bir sopa ile Ali Suavi’nin can vermesi, bu ihtilal teşebbüsünün bertaraf edilmesini sağlamıştır.

Sultan Abdülhamit, bu ve benzeri vakalar dolayısıyla maruz bulunduğu büyük tehlikeyi kavramakta gecikmedi. Devrinin sözde münevverlerinin hamakat ve ihanetlerine ilaveten Rum, Ermeni ve Yahudilerin kaynattıkları fitne kazanı, gerçekten üzerinde ciddiyetle durulması gereken büyük bir tehlike idi. Bunun içindir ki Abdülhamit Han, kendisine muhalif olanların istibdad diye adlandıra geldikleri sıkı bir dahili siyaset takibine mecbur kaldı.