SULTAN II. ABDÜLHAMİT

Sultan İkinci Abdülhamid, 21 Eylül 1842 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Tir-i Müjgan Kadın Efendi’dir. Annesi Çerkezdir. Sultan İkinci Abdülhamid, yıkılmak üzere olan Osmanlı Devleti’ni uyguladığı politikalarla 33 yıl ayakta tutmayı başarmış bir padişahtır. Hayırsever ve cömert bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid, sıradan bir vatandaş gibi yaşardı. Yunan seferi sırasında, kendisine hazinede yeterli para bulunmadığı söylenince, atalarından kalma şahsî servetinden masrafları karşılamış, bunu devletten geri almamıştı. Boş vakitlerini marangozhanede geçirir, harika eşyalar yapar, bunları sattırır ve parasını fakire fukaraya dağıttırırdı. Son derece şefkatli bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid’in kendisini öldürmek isteyenleri bağışlaması, dünya siyaset tarihinde ender rastlanan bir olaydır. Sultan İkinci Abdülhamid, kültüre önem vermiş ve eğitim konusunda hizmet verecek birçok mekan yaptırmıştır. Güzel Sanatlar Akademisi, Ticaret ve Ziraat Okulları kuran Sultan İkinci Abdülhamid, ilk ve orta dereceli okullar, dilsiz ve kör okulları, meslek okulları da yaptırmıştır. Vilayetlere liseler, kazalara ortaokullar kurmuş, ilkokulları köylere kadar ulaştırmıştır.

İstanbul’da Şişli Etfal Hastahanesi’ni ve Darülaceze’yi kendi şahsi parasıyla yaptırdı. Hamidiye adı verilen içme suyunu borularla İstanbul’a getirtti. Karayollarını Anadolu içlerine kadar uzatan Sultan İkinci Abdülhamid, Bağdat’a ve Medine’ye kadar da demiryolları döşetmiştir. Büyük şehirlere atlı tramvay hatları yaptırmıştır. Son derece yoğun, yorgun ve çileli bir ömürden sonra Abdülhamit Han, yetmiş yedi yaşında 10 Şubat 1918’de vefat etmiştir.

II. Abdülhamit, (1842-1918) yılları arasında hüküm süren Osmanlı Sultanlarının otuz dördüncüsü, İslam halifelerinin doksan dokuzuncusudur. O, sadece kendi ülkesinde değil, bütün İslam aleminde tabii ve sembol bir lider vasfına ulaşmış müstesna bir şahsiyettir. O, genç yaşta dini ve fenni ilimleri mükemmel bir şekilde ikmal etmişti. Şazeliyye tarikati şeyhi Mehmed Zafir Efendi ve Kadiriyye tarikati şeyhi Ebul Hüda Efendi’den feyz alarak zahirdeki dirayetini, manevi bir kemal ile de taçlandırmıştır. Daha genç yaşta zekâsı ve siyasi kabiliyetleriyle temayüz etmiş bulunduğundan amcası Sultan Abdülaziz Han, Mısır ve Avrupa seyahatlerinde Onu da yanında götürmüştü. Çok nazik idi. Herkesin gönlünü almasını bilirdi. Fevkalade bir zeka ve hafızaya sahipti. Bir defa gördüğü veya sesini işittiği kişiyi asla unutmadığına dair kaynaklarda sayısız misaller vardır. Alman birliğini kurmuş olan Prens Bismark, rivayete nazaran: “Dünyada yüz gram akıl varsa, bunun doksan gramı Abdülhamit Han’da, beş gramı bende, kalan beş gramı da diğer dünya siyasilerindedir…” demiştir. O’nun en büyük talihsizliği, devleti çok kötü şartlar altında eline almış olmasıdır. Buna rağmen hiç yılmadan, bıkmadan büyük bir iman, müthiş bir zeka, sabır ve büyük bir maharetle devleti, otuz üç sene ciddi bir kayba uğratmadan idare etmiştir.

Mithat Paşa ve avanesi halk tarafından fevkalâde sevilen Sultan Abdülaziz’e karşı irtikab ettikleri cinayet sebebiyle itibarları zedelenmiş bulunduğundan kazanılacak bir zaferle durumlarını düzeltmek istiyorlardı. Bunun için Sultan Abdülaziz’den kalan kuvvetli ordu ve donanmaya güvenerek bir harp çıkarmak istediler. Bu harp, şayet Rusya’ya karşı olursa, İngiltere’nin de Devleti Aliye ye yardımda bulunacağını tabii addediyorlardı. Bu keyfiyet için kafi bahane de vardı. O sırada bize bağlı bir prenslik durumundaki Sırbistan’ın Ruslar la olan hududların da bir ihtilaf çıkmıştı. Bunu kullanarak Rusya’ya harp açmak istediler. Görüşmelerde uzlaşmaya yaklaşmadılar. Rusya ise, o sırada dünyanın en kuvvetli ordu ve donanmasına sahip Osmanlı’yla harbi göze alamıyordu. Böyle bir harpte İngiltere’nin de 1853 Kırım Savaşı’ndaki gibi  Türkiye’nin yanında yer almasından korkuyordu. Bunun için ihtilafı bertaraf maksadıyla taviz üstüne taviz verdi. Rus çarı da, Türk aleyhinde olan kendi umumi efkarının baskısı altındaydı. Bu sebeple meseleyi bir taviz alarak halletmiş gözükmek için talebini, bizim toprağımız olan küçücük Nikşik kasabasının, gene bize bağlı bir prenslik olan Sırbistan’a verilmesine kadar küçülttü. Mithat Paşa ve avanesi, buna dahi razı olmadılar. Sultan Abdülhamit, tahta yeni geçmiş bulunuyordu. Henüz devlet dizginleri tam manasıyla elinde değildi. Hükumete ihtilalci bir kadro hakimdi. Sultan, onlara zannettikleri gibi İngiltere’nin böyle bir badirede bizim yanımızda yer almayacağını ispat için İngiliz büyükelçisi Layart’ı da huzuruna çağırarak hükûmet erkanı ile bir müzakerede bulundu. Layart, hükûmeti namına bu toplantıda İngiltere’nin Rusya’ya karşı olan siyaseti dolayısıyla şayet bir Türk-Rus Savaşı çıkarsa, bizim muvaffakıyetimizden memnun olacaklarını söylemekle birlikte, hiçbir surette bizim yanımızda yer almayacaklarını kati bir lisanla ifade etti. Buna rağmen Mithat Paşa ve avanesi, kolay bir zafer elde edebileceklerini umarak Sultan Abdülhamit Han’ı dinlemeyip Rusya’ya harp ilan ettiler.