2. SÜLEYMAN  1

2. Süleyman, 15 Nisan 1642 yılında doğmuş olan, 85. İslam halifesi ve 20. Osmanlı padişahıdır. Saliha Dilaşub Sultan ve Deli lakaplı 1. Ahmed 'in oğlu olan 2. Süleyman, Osmanlı tarihinde en uzun veliahtlık dönemi geçiren padişahtır. Kardeşi 4. Mehmet kendisinden 3,5 ay büyük olduğundan ve 6,5 yaşında tahta geçtiğinden dolayı, 4. Mehmet'in tahtan indirilmesine kadar 40 yıl süreyle veliaht olarak sarayda hapis hayatı yaşamıştır. 8 Kasım 1687 yılında geçtiği tahtta 4 yıl süreyle padişahlık yapmıştır. Şehzadeliğinde iyi bir eğitim ve terbiye almıştır. Padişah olacağı zaman bile öldürüleceğini düşündüğünden, muhafızlara direnmiştir. 

Padişahlığının başlangıcında Osmanlılarda Viyana bozgunu sebebiyle dağılma ve toprak kayıpları yaşanmaktaydı. Venedikliler Mora yarımadasını işgal etmiş, Avusturya ise Vişegrad, Estergon ve Uyvar işgalini yanında 160 yıl boyunca Osmanlı hakimiyetinde olan Budin'e girmişti. Macaristan üzerinde Osmanlı Devletinin hakimiyeti bitmek üzereydi. Devletin hazinesi bu kayıplardan dolayı zor durumdaydı. Anadolu içinde eşkıyalık artmıştı. Avusturya cephesinde başarıları olan Yeğen Osman Paşa, asilerin arasına girmiş Rumeli yöresinde yolsuzluklara karışmıştır. Halktan usulsüz vergiler alınıyordu. Yeniçeriler tarihte Cebeci ayaklanması olarak bilinen isyanı gerçekleştirdiler. Bahşişlerin verilmediği yüzünden Sultanahmet Meydanında toplanıp, sipahilerle birlik olarak etrafı yağmaladılar. Olayların yatışmasıyla, İsmail Paşa sadrazamlığa getirilmiştir. 8 Eylül 1688 tarihinde ise Belgrad'da Osmanlının elinden çıkmıştı. Belgrad'ın kaybedilmesi Avusturyalılar için Balkanlara açılmak anlamına geliyordu. Avusturya Eflak, Bosna ve Erdel'i işgal etmeye başladı. Bunun sonucunda toparlanmaya başlayan Osmanlı kuvvetleri Avusturya'ya karşı saldırılara başladı. Çelebi İbrahim Paşa idaresindeki Osmanlı ordusu 30 Ekim 1688 tarihinde Eğriboz zaferini kazanarak, devlete moral oldular. 1689 yılında 2. Süleyman Avusturya seferine çıkarak, yenilenen Osmanlı ordusuyla, 8 Temmuz 1690 tarihinde Orşova ve Gladova'yı geri aldı. 11 Ekim 1690 tarihinde Kanije'yi düşmana verseler de, 8 Ekim 1690 tarihinde Belgrad'ı geri alarak, Tuna hattını yeniden kurmuşlardır.

Devletin maaşlı yaya kuvvetleri ve suvarİ kuvvetleri, yeniçeri ve sipahi adı ile İstanbul'da zorbalık ederlerken Avusturya ve Venedikliler topraklarımız üzerinde rahatça ilerlemekteydiler. Boşnak San Süleyman Paşanın, Mohaç Ovasındaki mağlubiyetinden sonra ordumuzun, evvela Petervaradin'e daha sonra da Belgrad'a çekilmiş olması, adeta bir panikti.

Hırvatistan ve Slovenya'daki müslümanlar arasında panik kendini gösterdi. 1098 hicri sonları ki, 1687'nin ekim ayına tesadüf eder. Önce Eşek, arakasından Valpo ve bilahire de Peter-varadin'in düştüğü görüldü. Kuzey Macaristan da kalmış olan artık, İmdad almaktan ümidini kesen Eğri Kalesi içinde ki askerimizde, Muhafız Osman Paşanın şehid olması üzerine serbestçe çıkıp gitmek şartıyla, safer ayının 8. günü  yani 14/aralık/1687'de, general Karaffa'ya Kale'yi teslim etmeğe mecbur kaldı. Bundan sonra Solnok ile Libve ve onun peşinden de İstolni Belgrad elden çıkmıştı. Osmanlı padişahının hakimiyeti altından sıyrılmak isteyen Erdel Kralı Apafi de, Klozenburgu işgal etmiş olan Avusturya imparatoru ile müzakereler yapmaktaydı.

Bu esnada Tamışvar Muhafızı Gürcü İbrahim Paşa da, kale muhafızlarına eziyet ettiği için askeri tarafından öldürüldüğünden, yerine Diyarıbekir Valisi Cafer Paşa tayin edilmişti. Böylece; biri birini takip eden mağlubiyetler sebebiyle Avusturya cephesi pek nazik bir vaziyete gelmiş bu gidiş artık bizim Belgrad'da dahi tutunabileceğimizi şüpheli bir hale getirmişti. Arkasında bir haçlı tertibinin yatmış olduğu garp cephemizdeki bu seri saldırılar ve meydana gelen seri savaşlar Osmanlı İslam devleti aleyhine gayrimüslim dünyanın, bir geri püskürtme yani kıtayı Asya ya dönmelerini temin etme çabasıydı.

Böyle planlı ve hazırlıkları fevkalade yapılmış seferlere önce mukavemet edebilecek, daha sonra da, onları çekilmeğe icbar edecek kuvvete, muhtemelen sahip olan Osmanlı Devletinde kahtı rical varmış gibi muktedir bir sadrazam, iş bilir bir kumandanı, serdarı ekrem yapamamaktaydı. Acaba! Durum hakikaten böyle miydi? Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa, büyük bir kıymet olmasına rağmen, fazla önem taşımayan bir görevde adeta menkub olarak durmaktaydı. Buna karşılık şakilikten gelme, Yeğen Osman Paşanın serdarlıktan tutun da, neredeyse sadrazam tayinine ufukta yol gözüküyordu. Yeğen Osman Paşanın; serdarlığa Rumeli Beylerbeyi unvanıyla çıkmış olması, bu haydut adamın iyice şımarmasını da sağlamıştı.

İstanbul'da vukubulan sancak vakasından, firar etmiş olan hempaları, Yeğen Osman Paşanın yanına kapak atmışlar ve burada, nifak ve şikaklarına devama başlamışlardı. Artık; Osman Paşayı sadrazamlığa o makamı istemeye sevk etmekteydiler ve Osman Paşa; Dayısı olan Deli Veli'ye Rumeliden ve Anadodan levendleri toplamak üzere, Kara Mustafaya Karaman eyaletini verip İstanbul'a gönderdi. Kendisi de: "Ben; bu kadar az asker ile düşmana mukabele edemem, bu tarafa ya veziriazam gelmeli veyahut da, bana mührü hümayunla beraber, sancağı şerif gönderilmelidir. Şeklinde haber gönderdi. Üsküpten de kalkıp, Sofya'ya geldi. Bu hareketi üzerine serdarlıktan Osman Paşa alınarak, yerine Hazinedar Hasan Paşa 2. defa olarak tayin edildi. Osman Paşaya; Bosna Valiliği verilirken, Dayısı Deli Veli ise Hersek Sancağı memuriyetine getirildi. Eğer; Yeğen Osman Paşa, bu görevi kabul etmez ise, bütün Rumelideki sancaklara, Yeğen Osman Paşanın üstüne yürümesi için emirnameler yazılmıştır. Bu arada da veziriazam Kirli İsmail Paşa; padişahın hocası Abdülvehhab Efendi ile sarayın darüssaade Ağasının, rüşvet almak suretiyle devlet işlerine müdehalelerine karşı çıktığı görüldü. Veziriazam bu rüşvetçilerin tesirini kırmaya çalıştı.