KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN 2

Kanuninin İlk sefer-i hümayunu olan Belgrad harekatı sadece askeri bakımdan değil devletin vizyonu açısından da sembolik bir önem taşır. Burası, vaktiyle büyük atası Fatih Sultan Mehmet’in başarısızlığa uğradığı ana hedefi konumundaydı. Kanuni Sultan Süleyman, Belgrad’ı alarak batıya karşı yeni bir açılım sağlamak amacındaydı. Kanuni Sultan Süleyman bu ilk siyasi faaliyetlerinde Fatih Sultan Mehmet’in izlerini takip etti ve buna göre bir strateji oluşturdu. Belgrad’ın ele geçirilmesinin ardından ilk hedefinin yine vaktiyle büyük dedesinin başarısızlığa uğradığı Rodos olması bu bakımdan dikkat çekicidir. Bunun üçüncü ayağı ise İtalya’ya yönelik niyetlerinin başlangıcı olarak tasarlanan Korfu seferidir.

Derhâl Avrupa hedefine yönelen genç hükümdar, 1522’de Rodos’u aldı. 29 Ağustos 1526’da Mohaç ovasında yapılan tarihin en kısa sürede biten meydan muharebesi ” Mohaç Savaşı” ile Macaristan’ı haritadan sildi. Budapeşte’yi fethetti. 1529’da Viyana kuşatıldı. 1532’de Avusturya seferine çıkıldı. 1533’de Almanya ile anlaşma imzalandı. 1537’de Estergon, İstoni ve Belgrad’ı fethetti.

O sırada devletin ihtişamı öyle göz kamaştırıcı idi ki, Barbaros Hayreddin Paşa, “İslam birliği” düşüncesi ile maliki olduğu kuzey Afrika’yı Osmanlı devletine hediye etti. Kanuni de, buna mukabil ona devletin Kaptan-ı Deryalığı’nı (Osmanlı deniz kuvvetleri kumandanlığını) verdi. Akdeniz kısa zamanda bir Osmanlı gölü haline geldi. Hint Okyanusu’na bile donanma gönderilerek, oradaki Müslümanlara yardımda bulunuldu. Sudan ve Habeşistan’a seferler yapıldı. Hudutlar, güneyde orta Afrika’ya kadar uzandı. Kuzeyde Kırım Hanları, Moskova’ya kadar ilerlediler. 1548’de Tebriz dördüncü defa geri alındı. Böylece doğudaki hudut, Hazar Denizi’ne dayanmış oldu.

Bu şekilde manevi olarak da ilahi teyide mazhar olan Kanuni Sultan Süleyman Han, uzun ömrünü, insanlığı huzur ve saadete eriştirmek için harcadı. Birçok zalim kralın zulmü altında inleyen insanları kurtararak, onlara İslam’ın eşsiz merhamet, şefkat ve adaletini tattırdı. Her yerde hususiyle İslam memleketlerinde onun adı hayır ve hürmetle yad edilir oldu. Emsalsiz adalet ve doğruluğu sebebiyle halk arasında riayet edilmesi gereken “söz ve vaad”lere “ahd-i Süleymani” (Süleyman sözü) ifadesi, bir darb-ı mesel haline geldi.

Onun devrinde muhteşem Osmanlı ordusunun önüne hiçbir düşman kuvveti çıkmaya cesaret edememekteydi. Hatta umumiyetle bütün Avrupa’yı kendi etrafında toplamayı başarmış bulunan Şarlken bile, Kanuni’nin karşısına çıkmaktan son derece çekinmekteydi. Üzerine yapılan sefer-i hümayunlarda köşe bucak kaçmaktan başka bir şey yapamıyordu. Çünkü adeta bir musiki ahenginde harp eden Osmanlı ordusuna karşı koymak, bütün Avrupa’nın Ren kıyılarına kadar kaybı demekti. Dolayısıyla Şarlken, her şeye rağmen kesin bir mağlubiyeti kabullenmek istemediği için aczini gizlemiyor, sürekli olarak Osmanlı ordusundan kaçıyordu. Kanuni, babasından devraldığı 6.557.000 km’lik vatan toprağını, 14.893.000 km’ye ulaştırdı. Hudutlar, kıta ve okyanuslarla çizilir oldu. Nice namdar krallar dahi, Osmanlı karşısında acziyetten başka bir şey yapamıyorlardı.

İspanya kralı, Kanuni’nin kaptan-ı deryası Hayreddin Paşa’nın fetih hamlelerinden nefes alamayıp Müslüman beldelerinde istediği zulmü icra edemeyince, buna karşılık kuru bir cesaretle Anadolu topraklarına doğru intikam seferine karar vermişti. O sıralarda Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Avrupa içlerinde bulunması da kendisini bu hususta bir hayli heveslendirmişti. Ancak durumu öğrenen Alman imparatoru Ferdinand, hem İspanya kralının gerçekleri görerek hareket etmesi, hem de Kanuni’ye karşı kendisine bir müttefik bulabilmek gayesiyle ona, Osmanlı hakkında büyük itiraflarla dolu şu mektubu yazmak zorunda kaldı:

“Kardeşim İspanya Kralı! Duydum ki, Osmanlılar Avrupa seferinde iken sen de bu fırsattan istifade ile Anadolu’ya sefere çıkacakmışsın! Doğrusu bu hareketi yerinde ve isabetli bulmadım. Zira ben, hayatım boyunca bizlerden birinin Anadolu’ya sefer yaparak orada bir kaleyi veya herhangi bir yeri fethederek ellerinde tutabildiklerini görmedim. Bir müddet elde tutulabilenler de, daima Türkler tarafından tekrar geriye alınmışlardır. Anadolu bir tarafa, bizim memleketimizde fethettikleri yerleri bile geri alamıyoruz. Bir düşün; nice yıldır hangi kaleyi aldık da elimizde tutabildik? Hangi şehri veya kasabayı ele geçirdik de tekrar geri vermedik? Bilesin ki, senin memleketinden çok uzak yerlerde böyle maceralara atılman doğrusu boş işlerdir. Yine bilesin ki, Sultan ve askerleri yerlerinde yok diye Anadolu’ya sefere çıkman, kükremiş bir arslanın açık ağzına elini koyman demektir ki, böyle bir durumda bir daha elini onun ağzından asla koparamazsın! Gel, sen bu işten vazgeç! Gel, bana yardım et! Eğer bana yardım etmezsen benim ömrüm tamamlanmış ve işim bitmiş olur. Bu da, sıranın size gelmesi demektir.”

Görüldüğü gibi Kanuni devri, samimiyetle inanan ve rıza-yı ilahiyi yürekten dileyen insanlara Allah’ın yardımının şanlar ve zaferler yağmuru hâlinde tezahür ettiği gerçeğinin bir örneğidir. Öyle ki, krallar, Kanuni’nin valileri hükmündeydi.

Bunlardan biri olan Fransa kralı Françesko, Alman imparatoru Şarlken ile yaptığı bir harpte esir düşmüştü. Bunun üzerine annesi, Kanuni’ye bir elçi gönderdi. Elçi, Françesko’nun annesinin mektubunu takdim etti. Annesi, oğlunu kurtarması için yalvarıyordu. Kanuni’ye “Sultanlar Sultanı” diye hitab ediyordu. Kanuni ise, Fransuva’ya yazdığı cevabi mektubunda:

«Ben ki…» diye başlayarak uzun uzun hakimi bulunduğu ülkeleri: «…Azerbaycan’ın, Anadolu’nun, Rumeli’nin, Balkanlar’ın, Karaman’ın, Irak’ın, Arabistan’ın, Mısır’ın, karaların ve denizlerin sultanı Yavuz Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım.» diyerek sayıyor ve:

«Sen ki Fransa eyaletinin valisi Françesko’sun.” beyanından sonra, kralların başlarına böyle bir hadisenin gelebileceğinin tabii olduğunu söyleyerek onu teselli ediyordu. Kanuni’nin cevabi mektupta: “Ben karaların ve denizlerin hakanıyım!” demesi, iman gücünün ve kudretinin cihana karşı haykırılışı demekti.