YAVUZ SULTAN SELİM 1

Yavuz Sultan Selim, 10 Ekim 1470’de doğdu. Babası Sultan İkinci Bayezid, annesi Gülbahar Hatun’dur. Gülbahar Hatun, Dulkadiroğulları Beyliği’ndendir. Yavuz Sultan Selim, uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kemikli, Omuzlarının arası geniş, yuvarlak başlı, kırmızı yüzlü, uzun bıyıklı ve yiğit bir padişahtı. Sert tabiatlı ve cesurdu. İyi bir eğitim gördü.
Babası Sultan İkinci Bayezid, padişah olduktan sonra, askeri sevk ve devlet idareciliğini öğrenmesi için, Şehzade Selim’i Trabzon Sancağına vali olarak tayin etti.

Şehzade Selim, Trabzon’da devlet işlerinin yanında, ilimle uğraşır ve büyük alim Mevlâna Abdülhalim Efendi’nin derslerini takip ederdi. Trabzon’u çok güzel idare eden Şehzade Selim bu arada komşu devletlerle de ilgilendi. Valiliği sırasında Trabzon halkını rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. En önemlisi olan Kütayis Seferinde Kars, Erzurum ve Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına kattı (1508). Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi Müslüman oldular. 25 Nisan 1512 yılında tahta çıktı. Çok güzel ata biner, devrin en meşhur silahşörlerini alt edecek kadar iyi kılıç kullanırdı. Güreşmekte, ok atmada ve yay çekmede ustaydı. Savaştan hoşlanmakla beraber çok ince bir ruha da sahipti. Mütevazi bir kişiliği olan Yavuz Sultan Selim, her öğün yemekte tek çeşit yemek yerdi ve ağaçtan tabaklar kullanırdı.

Yavuz Sultan Selim, 22 Eylül 1520’de, “Aslan Pençesi” denilen bir çıban yüzünden henüz elli yaşında iken vefat etti. Hayatının son dakikalarında Yasin-i Şerif okuyordu. Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Camii’nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye defnettirdi. Tarihçiler, Yavuz Sultan Selim’i, sekiz yıla seksen yıllık iş sığdırmış büyük bir padişah olarak değerlendirdiler.

“623 senelik muhteşem Osmanlı İmparatorluğu’nun Yavuz Sultan Selim’e ait olan kısmı, sadece sekiz seneciktir. O’nun bu kadar kısa bir zaman içinde elde ettiği muazzam muvaffakiyetleri havsalaya sığdırmak adeta imkansızdır. Tarihi hadiselerin sır ve hikmetlerini araştıran “tarih felsefesi” ile uğraşanlar, Yavuz Sultan Selim Han’ın milli tarihimize bahşettiği maddi ve manevî başarıları izahtan bugüne kadar aciz kalmışlardır.

2500 kilometrelik bir mesafeyi; dağ, bayır, çöl ve ormanlar aşarak kat etmiş ve zamanının en kuvvetli devletlerinden biri olan Safeviler’in muazzam ordusunu perişan etmiştir. Mısır seferinde ise, o güne kadar geçilemez sanılan korkunç “Sina Çölü”nü aşmasının maddî imkanlarla bir izahı yoktur. Hilafet Müessesesi, O’nunla yeniden izzet kazanmış ve müessir bir hale gelmiş, mukaddes emanetler layık oldukları kudsiyete Onunla ulaşmıştır. Cihangir dedesi Sultan Fatih, bu cengaver torununun madde ve manadaki üstünlüğünü çok evvelden keşfetmiş ve O’na “Yavuz” adını vermiştir Tarih, emsalsiz bir cengaver hakan portresini altın sahifelerine O’nunla resmetmiştir. O, bütün hayatı boyunca- çaresizlik ve aczi kabullenmeyi? her çarenin Allah’a (c.c) dayanmak suretiyle bulunabileceğine inanarak çaresizlikleri çarelendirmiştir.

Yavuz Sultan Selim Han, dokuzuncu Osmanlı padişahıdır. II. Bayezid Han’ın oğludur. Daha şehzadeliğinde, kendisine devrin en seçkin alimleri tarafından din ve fen ilimleri ikmal ettirilmiştir. İdareciliğe Trabzon valiliği ile başlamış, devlet hayatının bu ilk safhasında bile müslümanlara hayranlık ve rahatlık, düşmanlara ise, müheykel endamı ve müthiş iradesi ile korku ve dehşet vermiştir. Daha o esnada Gürcüler üzerine üç sefer yapmış, fethettiği yerlerdeki bütün Gürcüler’in hidayetine vesile olmuştur. Trabzon’un İran’a yakınlığı sebebiyle Şah İsmail’in ümmet hakkındaki menfur emellerini çok iyi biliyordu. Ona karşı köklü ve müessir tedbirler almanın mecburiyetini daha şehzadeliğinde kavramıştı. Fakat Şah İsmail’le mücadelenin -kendisi için- şehzadelik sıfat ve salahiyetleri ile mümkün olmayacağını düşünerek bir an önce Osmanlı tahtına geçmek ihtiyacını hissetmişti. Bu sebeple kardeşleri Şehzade Ahmed ve Şehzade Korkut’u bertaraf ederek 1512’de Osmanlı Sultanı oldu. Yavuz, malum ve meşhur celadetine rağmen, aynı zamanda çok hassas ve ince ruhlu bir insandı. Devletin bekası için bertaraf etmeye mecbur kaldığı kardeşi Korkut‘un tabutunun altına girmiş ve:

“Ey kardeşim! Ne sen böyle yapsa idin, ne de ben böyle yapmak mecburiyetinde kalsaydım!..” diyerek ağlamıştır. Şehzade Korkut’un Piyale adındaki sadık adamına: “Seni, büyük bir fazilet olan sadakatin sebebiyle, afvediyorum! Bu sadakatinin mükafatı olarak da seni istediğin makama tayin edeyim. İstersen vezirim ol!” teklifinde bulundu.

O da teşekkür etti ve sadakatini katmerleyerek; “Sultanım, bundan sonra benim vazifem Şehzade Korkut’un türbedarı olmaktır!..” dedi. Bu tablo, halktan Sultana kadar bütün bir milletin ahlaki seviyesini göstermeye kafidir! Yavuz, babasını, yılda iki milyon akçe tahsisatla Gümülcine‘ye büyük bir hürmet göstererek yolcu etti. O’nu faytona bindirdi. Kendisi de yanında yürüyerek II Bayezid Han’ı uğurladı. Vefat edince de, naşını İstanbul‘a getirtip, Bayezid Camisi‘nin önüne bir türbe yaptırarak oraya defnettirdi.

Yavuz Sultan Selîm Han, tahta geçer geçmez, sur’atle icraata başladı. O sıralarda Azerbaycan, Irakve İran’ı eline geçirmiş olan Şah İsmail, Anadolu’yu tehdit eder bir duruma gelmişti. Şiiliği vesile ittihaz ederek devamlı fitne çıkartıyor, Müslümanların ittihadını sarsıyordu! Yavuz Sultan Selim, topladığı olağanüstü divanda, Şah İsmail’in tehlikeli faaliyetlerini uzun uzun izah etti. Divan, çetin müzakerelerden sonra, İbn-i Kemal Paşa‘nın fetvası ile İran’a sefer kararı aldı. Yavuz, 20 Nisan 1514’de Üsküdar tarafına geçerek ordu-yu hümayun ile İran seferine çıktı. Şah İsmail, yiğitlik muktezası olarak er meydanına davet edildi. O ise, daima kaçtı. Safevi topraklarına girildi. Şah İsmail, devamlı geriye doğru kaçıyordu. Asker, bu uzun yolculuktan usandı. İkmal azaldı. Orduda birçok kimse: “Şah İsmail kaçtı. Bu bile zaferdir. Artık geriye dönelim. “deyip, isyan çıkarmaya başladı. Hatta bunlar, Yavuz’un çadırına ok atacak kadar ileri gittiler. Bunun üzerine Yavuz’un, çadırından çıkarak isyancı askerlere karşı irad ettiği nutuk, harp tarihinin şaheserlerindendir.

Yavuz bu nutukta; « …henüz hedefe varılmadığını, seferden asla dönülmeyeceğini, cihad için yapılan bu seferden, ancak kadınlarını düşünenlerin dönebileceğini, yiğit olanın ardınca gelmesini isteyip, tek başına dahi olsa savaşacağını » gür sesi ile ifade ederek “İsteyenler, karılarının yanına dönüp entarilerini giyebilirler! Ben düşmana karşı tek başıma da gidebilirim!.” dedi ve atını mahmuzladı.

Yavuz, şehzadeliğinden beri kefenini boynunda taşıyan bir cengaverdi. O anda binlerce ok ile şehit olabilirdi. O’nun tevekkül, teslimiyet ve her çarenin Allah (c.c) olduğunu idrak etmesi, bir anda hadisenin seyrini değiştirdi. Yavuz’un yüreğinden boşalan bu nutuk, askerin gönlünü bir çağlayan gibi coşturdu. Çaldıran Ovası‘na doğru yeniden taze bir azim ve müthiş bir hamle gücü ile varıldı.Şah İsmail perişan bir şekilde mağlup oldu. Karısını ve tahtını harp meydanında bırakarak kaçtı. Selim Han Tebriz’e girdi. Dört halifeyi zikrederek kendi adına hutbe okuttu. Tebriz’deki ilim ve sanat erbabına çok alaka gösterdi. Onları İstanbul’a davet etti.

O yıl Selim Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için kışı, Azerbaycan’daki Karabağ’da geçirdi.

İstanbul‘dan Tebriz‘e kadar 2500 kilometrelik bir mesafeyi, birçok ikmal zorlukları ile ve yaya olarak aşıp parlak bir zafer kazanmak, tarihte eşine çok az rastlanan hadiselerdendir.