SULTAN II BEYAZIT - 3

Bir diğer sebep de, babası Fatih Sultan Mehmed Han gibi uzun asırlar boyunca nadiren zuhur eden devasa bir şahsiyetten sonra hükümdar olmasıdır… Ondan, babasının açtığı fütuhat yolunda yürüyerek “Batı Roma nın başlanmış olan fethini ikmal etmesi bekleniyordu. Ancak, başta “Sultan Cem” vakası olmak üzere, alevi menşe li “Şahkulu” isyanı gibi vakalar, bu umumi arzuyu gerçekleştirmesine imkan bırakmamıştır. Böyle olmasaydı, O’nun da babası Fatih Sultan Mehmed Han ve oğlu Yavuz Sultan Selim Han gibi fütuhatçı olacağı muhakkaktı. Nitekim bütün bu gayr-i müsaid şartlara rağmen, O’nun zamanında parlak zaferler de kazanılmıştır. Bunlardan biri olan “Abdina” (Kırbova) zaferi, destani bir muzafferiyettir.

Değerli bir akıncı kumandanı olan şair Yakup Paşa, Sultan’ın emriyle İstirya içlerine akınlar yapmış geri dönüyordu. Ellerinde birçok ganimet ve esir bulunmaktaydı. Akıncılar, Kırbova önlerine geldiklerinde büyük bir düşman ordusu ile karşılaştılar. Askerlerinin yorgunluk ve azlıklarına rağmen Yakup Paşa, harbe mecbur kalarak kendilerinden sayıca kat kat üstün düşman ordusuyla adeta bir meydan muharebesi yaptı ve Allah’ın yardımıyla şiddetli bir taarruz neticesinde düşmanı tamamen perişan etti. O gün sekiz bin seçme akıncıyla yaklaşık altı bin düşman askeri öldürülmüş, yirmi beş bin kadarı da esir alınmıştır.

Akıncıların bu zaferi, tarihte ender rastlanan hadiselerdendir. Zira yaptığı akınlarla yorulmuş olan, aynı zamanda elinde birçok ganimet ve esir bulunan küçük bir kuvvetin, kendisiyle kıyas edilemeyecek çapta bir ordu ile muharebeyi göze alması, kimsenin hayal bile edemeyeceği kadar yüce, maddi ve manevi bir yiğitliktir.

Bayezid Han devrinde Endülüs müslümanlarına elden gelen yardımın yapılmasından da geri kalınmamıştır. O tarihte, henüz bütün Avrupa donanmalarıyla baş edebilecek dirayette bir donanmamız olmadığı halde, yüzbinlerce müslüman, hıristiyanların feci katliamlarından kurtarılarak, Afrika’ya taşınmış, İspanya sahilleri şiddetli bombardımanla devamlı taciz edilerek, Endülüs’ün kaybı felaketine karşı misilleme yapılmıştır.

Çok daha önceden birbirleriyle nefsani sebepler yüzünden boğuşarak beylikler haline gelmiş ve aralarındaki kardeş kavgasında defaatle maalesef hıristiyanları yardıma çağırmış olan Endülüs müslümanlarına, yapılabilecek başka bir yardım düşünülemezdi. Çünkü onlar, Kur’an ruhuna zıd olarak bölünüp parçalanmış ve birbirlerine karşı hıristiyanları dost edinmenin hazin bir neticesine duçar olmuşlardı. Aşağıdaki hadise ne kadar ibretlidir:

Son Gırnata hükümdarı Ebu Abdullah, düşmanlara teslim ettiği memleketinden annesiyle birlikte uzaklaşırken Padul tepesinde durarak son kez Gırnata’ya bakmış, alevler içinde yanan bu inci gibi İslam yurdunu ve İslâm sanatının harikası olan el-Hamra sarayını seyrederken gayr-i ihtiyarı iç çekerek hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. Onun bu hali üzerine annesi de, çatık kaşlarla şu tarihi cevabı vermişti:

“Ağla ey gafil, ağla! Erkekler gibi muhafaza edemediğin şu mübarek yurdun için şimdi kadınlar gibi ağla!..”

Şu hadise münasebetiyle bu tarihten sonra o tepe «Arab’ın son ahı» ya da «Arab’ın ah tepesi» manasında bir isimle yad edilir olmuştur.

Bugüne kadar Osmanlı’yı, Endülüs müslümanlarının felaketine karşı seyirci kalmakla itham edenler, ya bu tarihi gerçekleri layıkıyla takdir edemeyenler, ya da kasıtlı olan kimselerdir. Çünkü karadan Almanya ve Fransa’yı aşarak İspanya’ya ulaşılamayacağı gibi, denizden de koca İspanya kıtasına karşı, ancak düşmanı taciz hareketleri yapılabilirdi ki, Osmanlı bunu yapmıştır.

II. Bayezid Han’ın bütün İslam alemine uzanan eli, Osmanlı lehine büyük bir muhabbete vesile olmuştur. Bu sebepledir ki vefatında İslâm dünyasının birçok yerinde O’nun için «gıyabî cenaze namazları» kılınmıştır.”