FATİH SULTAN MEHMET (II MEHMET) 2

Her Müslüman hükümdarın arzusu olan Konstantiniy’ye nihayet kendini Fatih’in ordusuna bırakacak, surların arkası Bizans zulmünden  kurtulacak yüzyıllar süren bir huzura gark olacaktır. Hele Osmanlı padişahı İstanbul’un fethini düşlemiş yönünü Anadolu’dan evvele Balkanlara çevirmişse de ‘’FATİH’’ unvanı II Mehmed’e nasib olacaktır.

    14 yaşından beri fetih arzusuyla kavrulan Mehmed ilk iş olarak planını kendisinin çizdiği, inşaatında da bizzat çalıştığı Rumeli Hisarını yaptıracaktır. Saray erkanı her ne kadar destek vermese de Hocası Akşemseddin’den aldığı destek sayesinde   132 günde hisarı tamamlatacaktır. Bu süre dönemin şartlarına göre akıllara durgunluk verecek bir zaman zarfı olmuştur ve Fatih’in başarısının ilk nişanesidir. Çalışma masasında aynı zamanda şahi toplarının çizim karalamaları, İstanbul surlarının haritaları bulunmaktaydı. Yıkılmaz denen surlar  Fatih’in ne azmine nede iman dolu göğsüne set olacaktı. Yıllar 1453’ü  gösterdiğinde henüz Fatih 21 de ( o kadar genç yaşta Fatih olmuştur ki; sefer kazanıldıktan, şehrin kapılarından içeri girildikten sonra halk  kendilerine verilen eman nameden sonra kapılara koşmuş adil hükümdarı karşılamaya gelmişlerdir. Bu denli başarı için oldukça olgun olunması gerektiği hissi ile at üzerindeki Ak Şemseddin ‘i Fatih zannedip  üzerine güller fırlatmışlardır) iken İstanbul koca Hükümdara surlarını açacak ve kendini teslim edecektir. 

    İstanbul’un fethindeki tek etken elbetteki Fatihle sınırlandırılamaz. Fatih ‘e lazım gelen ordu ve asker düzeninin azim ve iştiyakının oluşturulması gerekmektedir ve Fatih bunu da çok başarılı bir şekilde  yerine getirmiştir.

  Bir sefer dönüşü Fatih ve ordusu  üzümleriyle  kendine çeken, nefisleri celb eden bir bağın içinden geçmek zorunda kalmışlardır. Biraz sonra Fatih emir vererek bütün askerlerinin üzerini aratacaktır. Arama sonucu hiçbir askerin üzerinde  değil üzüm bir tek üzüm sapı dahi bulunamaz. Bunun üzerin Fatih şu sözleri sarf eder;

  ‘’Bende bu ordu olduktan sonra değil İstanbul bütün dünyayı feth ederim’’ diyecektir. O çok iyi bir  mühendis, padişah ve komutandı. Kendini hazırladığı gibi emri altındakileri ve ordusunu  maddi ve manevi olarak çok iyi hazırlamıştı. Fatih’in eşsiz dehasının eseri olarak; gemiler, karadan yürütülüyor; havan topları, mevzilerine oturtuluyordu. Gönüller, bir an evvel Bizans’a girip Ayasofya’da ezan okuyabilmenin heyecanını duyuyordu.

Asker:

“Ne olursa olsun inşaallah zafer bizimdir!.”

“Artık ya şehid olup cennete, veya zaferle Bizans’a gireceğiz!..” diyordu.

Her biri, üzerlerine lav gibi ateş akıtan Bizans’ın surlarına tırmanmak için:

“Bugün şehidlik sırası benimdir!” diyerek şehadet  heyecanını yaşıyordu.

 İstanbul feth edilmeliydi Haliçe inilmeliydi ama nasıl  çılgın hünkar gemileri karadan yürütme emrini verecekti. Fakat emir altındaki askerin teslimiyetide en az Fatih ‘in  fikri kadar takdire şayandı tekbir ses dahi itiraz etmeden kabul edecekler  ve  gemileri karadan yürüteceklerdi. En az hünkarın kalbi kadar peygamber övgüsünü almaya niyetliydiler ve aldılar da. Bir çağı açıp bir çağı kapattılar. Sultan Mehmet Han, 29 Mayıs 1453 sabahı karadan ve denizden görülmemiş bir azimle büyük bir hücum başlattı. Top gürültüleri arasında göklere yükselen kös, davul ve mehterin sesleri, tekbir sadalarıyla birleşerek Fatih ve askerlerini Peygamber müjdesi rehberliğinde İstanbul’a bir sel gibi akıtıyordu.

Böyle bir heyecan ve şevkle yapılan hücumla, nihayet surların üzerinde Ulubatlı Hasan’ın diktiği bayrak, dört bir yana dalgalanmaya başladı. Artık Kostantiniyye fethedilmişti. Defalarca kuşatılan bu şehrin fethi genç hükümdar Gazi Sultan Mehmet Han’a nasib olmuştu.

Fatih , fetihten sonra alimler, arifler, ve paşalarla beraber hatta sonradan kendisi ile karşı karşıya geleceği   kadı Hızır Bey’le de yan yana, muhteşem bir merasim ile Edirnekapı’dan şehre girdi.

Beyaz atının üzerinde askerlerine son talimatını şöyle verdi: “Gazilerim! Cenab-ı Hakk’a hamd ü senalar olsun ki İstanbul’un fatihleri oldunuz! Mukavemet etmeyip aman dileyenlere asla dokunmayın! Kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve hastalara da en küçük bir zarar vermeyin! Sadece size helal olan ganimetlerden alınız!..”

O’nun insan hakları beyannamesinden çok evvel ilan ettiği bu hükümler, milli tarihimizin en şerefli vesikalarından biridir. Bu adil tavır karşısında hayran kalarak gözleri dolan İstanbul patriği, Fatih’in ayaklarına kapandı. Fatih, onu ayağa kaldırarak:

“Bizim dinimizde insanlar karşısında Allah’a secde eder gibi eğilmek haramdır. Kalkınız! Size ve sizinle birlikte bütün hıristiyanlara her türlü hak ve hürriyetleri iade ediyorum. Şu andan itibaren artık hayatınız ve hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden korkmayınız!.. Patrikhane, Rum ortodoks cemaatinin lideri olarak tarih içinde kazanmış bulunduğu bütün imtiyazları muhafaza edecektir…” dedi.

Fatih Sultan Mehmet Han, daha sonra bir ferman-ı hümayun ile bu sözlerini te’yid ve tekrar etmiştir ki, bunun manası, ortadan kalkmak durumuna gelmiş bulunan patrikhaneyi yeniden ve daha kuvvetli bir surette ayakta tutmaktı. Bu ise, Fatih’in ileri görüşlülüğünün  örneklerinden biridir.  İstanbul’daki patrikhane, dünya ortodoksluğunun merkezidir . Devlet-i Aliyye’nin düşmanlarından olan Ruslar ve Sırplar bu merkeze bağlıydılar. Katolik papalıkla ortodoks alemi arasında başlangıçtan beri bir husumet vardı.. Eğer ortodoks mezhebinin merkezi ortadan kaldırılmış olsaydı, zamanla hıristiyanlık alemi, papanın liderliği altında birleşebilirdi. Bu ikililiğin devamı için papalığın muadil ve mukabili olarak devamı gerekirdi. Bu ise, hıristiyan birliğini parçalamak demekti. Bu davranışla takip edilen siyasetin bir diğer yönü de müslümanların, hıristiyanlara karşı adaletli ve müsamahakâr tutumunun hıristiyanlık âlemi üzerinde bıraktığı etkidir.. Gerçekten Osmanlı’nın, Büyük Fransız İnkılabı’yla başlayan milliyetçilik akımlarına  kadar Rumeli’de nüfusça azınlık olunduğu halde sağlayabildiği  barışın  temelinde yatan asıl sebeb budur. Ayrıca bu adalet, birçok hıristiyanın hidayetine de vesile olmuştur.