Harf inkılabından iki sene önce Latin alfabesini hararetle müdafaa eden ve "Arap harflerini Cebrail getirmedi ya" diyen Kılıçzade Hakkı gibilere (gidi demiyorum) karşı bir yorum yapan Geoffrey Lewis şu manidar tespiti yapıyor; "Bu tezde biraz kurnazlık vardı. Eğer Latin temelli bir alfabe kabul edilirse, Kur'an okuyabilen -anlayıp anlamadıkları bir yana- Türklerin sayısında kayda değer bir azalma olacaktı. Zira insanların çoğunun, ömürleri boyunca sadece tek bir alfabe öğrenmeleri beklenir". 

Görüyorsunuz değil mi? 

Elin ecnebisi (gavuru demiyorum) bile meseleyi anlamış fakat bizim ecnebiler hala meseleye Fransızlar....

Bakınız kimseye "gavur" demedik.

 Demeyiz, zira Tanzimat'ın ilanından sonra artık gavura "gavur" denilmeyeceği ilan olunmuştu. 

Ayrıca hatırlatırım ki, günümüzde şerefsize "şerefsiz" denilemediği gibi “genel ev” bayanına  dahi "fahişe" diyemezsiniz. 

Mesela diyelim ki, bir bayan (hanım değil) vesikalı fahişe. Yani fuhşu meslek edinmiş. Avrupa'da öyle ya. 

Bizim de temel hedefimiz "çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak" ya. 

İşte bu bayana "fahişe" diyemezsiniz. 

İşte böyle benim memleketim. 

Nereden nereye geldik?

Maksadımız Latin Alfabesinin "faziletini" anlatmaktı. 

Demem o ki, bizim memlekette bazı hususlarda ecnebiler bizden daha net görüyorlar. 

Belki biz de görüyoruz lakin ifade edemiyoruz.

Belki alfabemizden belki de lisanımızdandır. 

Ama görülen o ki, ecnebiler hem görüyorlar hem de ifade ediyorlar. 

Bize de nakletmek düşüyor. 

Evet, "düşüyor",