TAVIR – SADIK GÖKCE

1Kasımda sandık başına gideceğiz. Şehir Meydanlarında, cadde ve sokaklarda her seçim öncesi görmeye alışık olduğumuz canlılık ve hareketlilikten eser göremiyoruz. Millet suskun! Bu suskunluk bir fırtına öncesi sessizliğe benziyor. Millet 7 Haziran'da verdiği göreve burun kıvıranlara bir ders vermek istiyor gibi bir his var içimde!

Hepimizin bildiği gibi bundan önceki seçimlerde millet siyasilere koalisyon kurun mesajı vermişti. Birileri bu mesajı yanlış anlamış en fazla oyu biz aldık, bizim istediğimiz şekilde bir koalisyon dışında başka seçenek yok noktasından hareket etmişti. Bu hareket noktasına en sıkı şekilde sarılan ise ettiği yemin ile tüm siyasi partilere eşit mesafede ve tarafsız olacağını beyan eden Cumhurbaşkanı oldu. 

Göreve gelirken alışılmışın dışında bir Cumhurbaşkanı olacağını söyleyen Sayın Recep Tayyip Erdoğan yaptığı icraatları ile bunu ispat etti. Yaptığı eylem ve hareketlerde Anayasa'yı sonuna kadar zorladı veya beni halk seçti diyerek Anayasanın dışına çıkmada bir beis görmedi. Millet belki de ilerleyen zaman içerisinde bu davranışları hoş görecek ve geçen süre içerisinde alışacaktı.

Cumhurbaşkanı'nın bu sıra dışılığı hükümet kurma çalışmaları sırasında da kendisini gösterdi. Önce uzun bir süre hiçbir partiye hükümet kurma görevi vermeden uzun süre bekledi. Bu uzun bekleyiş sonrasında kendi kurduğu ve seçimden önce iktidarda olan partinin başkanına hükümeti kurma görevi verdi. Önce ana muhalefet partisi ziyaret edildi. Bir birine zıt fikirde tabana sahip bu partiler arasında bir uzlaşma olmayacağını bile bile bu iş için bir aydan fazla bir süre ayrıldı. Bu süre zarfında anlaşma olmayınca aynı partinin lideri tabanları aynı fikirde olan (tek farkları birisinin tabanı Fatiha'yı okuyamıyordu.) diğer partiye (yavru muhalefete) müracaat etti. Ancak bu görüşmeden önce Cumhurbaşkanı tarafından karşı partinin liderinin muhatap olarak kabul edilmediği açıklandı. Ve bu görüşmede daha başlamadan ölü doğum yapmaya mahkûm edilmiş oldu.

Seçimden birinci çıkan partinin başkanı hükümet kurma çalışmalarında başarılı olamayınca alışılageldiği üzere ikinci sırada bulunan ana muhalefet partisi liderine verilmesi gereken hükümet kurma görevi es geçildi. Sanki bütün yolar denenmiş gibi erken seçim kararı alındı. Ve sırf birileri istemedi diye ülke büyük bir mali külfetin altına sokularak yeni bir seçime doğru yol almaya başladı. Ve şimdi yine bir seçimin eşiğindeyiz.

Seçime gidilirken de milletin koalisyonda yer alsınlar dediği partilerin liderleri yok sayıldı. Sanki dışardan bağımsız adaylar alınıyormuş gibi her partiden kendilerine yakın veya kendilerinin dümen suyuna girecek kişiler seçildi. Bunların bazıları parti liderleri ile ters düşmemek için hükümette yer almayı kabul etmediler. Hâlbuki etik ve ahlaki olan kurulacak seçim hükümetine alınacak muhalefet partilileri parti başkanlarının belirlemesi olacaktı. Her lider hükümette kendi parti programlarını ve parti kimliğini en iyi şekilde temsil edecek milletvekillerini seçip görevlendirecekti. Burada dahi liderler yok sayılıp kendi bildiklerini ve işlerine geleni yaptılar. Kurulan hükümet de bir seçim hükümeti olmaktan çok bir tek parti hükümetine dönüştü. 

Kurulan bu tek parti hükümetinin yaptığı icraatlar da birden ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulmaya başlandı. Yatırımlar ve güzel işler tek bir partiye mal edilirken, başarısızlık veya terör gibi konularda başta bir koalisyon hükümeti olduğu dillendirildi. Hatta Başbakan Ankara'da meydana gelen ve yüzün üzerinde insanın hayatını kaybettiği bir patlamadan sonra bu tür patlamaların partilerinin oyunu artırdığını söyledi. 

Başbakanın bu açıklaması zihinleri bulandırdı. Ülke yönetiminin başında bulunan bir partinin yöneticilerinin gösterdiği zafiyet sonrası meydana gelen bir olay nasıl olurda o partinin oylarını artırır? Gerçekten söylenen doğru ise bundan sonra da oyların artması için yapılması mümkün patlamalardan kim veya kimler sorumludur? 

1 Kasım'da sandığa gidecek seçmenin nasıl bir karar vereceği şu anda bir muamma. Ama meydana gelen olaylara rağmen ses çıkarmaması sanki büyük bir olayın habercisi gibi! 3 Kasım 2002 yılında meydana gelen siyasi depremi bir kez daha yaşayabiliriz 1 Kasım 2015'te. 

O zaman evdeki bulgura razı olmayıp Dimyat'a pirince gidenler pişman olurlar. Ama iş işten geçti, şu anda dönüşü olmayan bir yola girildi ve yolun sonunu 1 Kasım'da hep birlikte göreceğiz.