Her konuda olduğu gibi Doğu Akdeniz meselesi ve Libya ile yapılan anlaşmayla ilgili olarak makul çerçevede bir bilgilendirme, tartışma göremedik. Bilgilerin manipüle edilerek toplumun duyguları üzerinden destek ya da karşı duruş açıklamalarının yapılması aslında şaşırtıcı bir durum değil. Ancak böylesine önemli meselelerde bunun ötesine geçmek zorundayız. Duygularımıza hitap edilerek ‘’gerçek bilgi’’ üzerinden bir akıl yürütmenin sağlanamamasını doğru bulmuyorum. 

Bu çerçevede herkesin bir yorumunun olduğu ve sahiden Doğu Akdeniz denkleminin ne olduğuna dair bir soru işareti bulunduğunu söyleyebilirim.  ‘’General Hafter kimdir?’’ , ‘’Bizi Libya’ya kim davet etti?’’, ‘’Doğu Akdeniz’de bulunmalı mıyız?’’ , ‘’Libya’da ne işimiz var?’’ gibi sorular ya da bu sorular üzerinden analizlerin(!) ardı arkasının gelmediğini görmekteyiz. 

Öncelikle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki denklemden kolay kolay çıkmayacağını belirmekte fayda  var. Orada yürütülen enerji arama faaliyetleri ve bu bağlamda planlanan Doğu Akdeniz politikalarının özellikle Türkiye’nin denklem dışı tutma üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz. Ancak Türkiye’nin izlediği politikalar ve bu politikalar çerçevesinde atmış olduğu adımlar bunun pekte kolay olmayacağını göstermektedir. Arama faaliyetleri için gönderdiğimiz gemi ve o geminin korumasını sağlayan diğer unsurlardan tutun da Libya ile yapılan anlaşma ve sonrasında çıkarılan tezkereye kadar, Türkiye bu konudaki ciddiyetini ve göze alabileceklerini ortaya koymuştur. 

İlk olarak Türkiye’nin KKTC sonrası Doğu Akdeniz’de ikinci kıta sahanlığın anlaşması olan Libya-Türkiye deniz yetki alanları mutabakat muhtırasına değinmekte fayda var.  Libya Ulusal Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz es-Serrac ile Türkiye arasında 27 Kasım 2019’da imzalanan anlaşma ile Türkiye bölgede elini önemli derecede güçlendirmiştir. Türkiye, esasen Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğini değiştirecek, stratejik ve tarihsel süreçte oyun değiştirici bir hamle anlamına gelen Türkiye-Libya anlaşmasıyla, bölgede yeni bir hukuki ve ekonomik inisiyatif almıştır.  Bu anlaşma ile ilan edilen ‘’Münhasır Ekonomik Bölge’’ sayesinde hem etki alanı genişletilmiş hem de bizim bu politikada göz ardı edilemeyeceğimiz gösterilmiştir. 

Her ne kadar bu anlaşmanın hem diğer kıyıdaş ülkelerin onayı olmadığı ve Libya hükümetinin meşruluğu tartışmaları ile kabul edilemeyeceği söyleniyor olsa da bunun sağlıklı bir tez olmadığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Özellikle Mısır ve Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bu yönlü girişimlerinin olması her ne kadar süreçte gerginlikler yaratsa da Türkiye burada geri adım atmayacağını yeni bir politika ile göstermiş oldu. ‘’Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakatı’’ bu noktada büyük önem arz etmektedir. 

Bingazi’de bulunan ve Kaddafi’nin geldiği dönemde destekçisi olan Hafter daha sonra Kaddafi düşmanı olmuştu. Kaddafi’nin en güvendiği adamların başında gelirken 1986’da Çad’daki görevi esnasında CIA ile anlaştığına dair suçlandı. Daha sonra hapis yatarken CIA ile anlaşıp ABD’ye sığındı ve Virginia eyaletinde bulunan CIA merkez ofisi yakınlarına taşındı. Sonrasında ise Kaddafi karşıtı olarak Libya’ya döndü. 

Tam da böyle bir geçmişe yakışacak bir üslup ile de Türkiye’yi tehdit etti. Türkiye’nin gemilerini vurmak gibi beyhude tehditlerine karşı Türkiye’nin tezkereyi çıkarmasına engel olamadı. Üstelik Trablus’ta bulunan meşru hükümetin Birleşmiş Milletler tarafından da tanınıyor olması ve bu meşru hükümetin başka meşru bir hükümet ile askeri anlaşma yapmasına karşı ‘’hukuksuzluk’’ eleştirilerini mantıklı görmek mümkün değildir. 

Üstelik çıkarılan tezkere ile köşeye sıkıştırılmaya çalışılan Türkiye’nin göze alabileceği şeyleri gösterdiğini söylemeliyiz. Gerektiği noktada her türlü planı hazır olduğu ve gerektiği noktada bu planların devreye sokulabileceğinin gösterilmesi önemlidir. 

Hem tarihsel anlamda hem de coğrafi bağlamda Doğu Akdeniz’den Türkiye’nin denklemin dışına itilmesine müsaade edil(e)meyecektir. Bu tezkere ile gerektiği vakit elini yükseltebileceği mesajının verilmesi de önemlidir.

 Bu açıdan atılan adımların desteklenmesi elzemdir. Yakın dönemde yapılan ‘’dış politika hataları’’ ile ilgili eleştiri hakkımı saklı tutuyorum. Ancak şu an ki hamleleri destekliyorum.