1970 yılından beri domatesle ilgilenirim.

İlk işim  on iki yaşında domates toplayıcısı olmak idi. İlk kazancım da.

Sonra domatesi, ektik üreticisi olduk.

Tezgahta, sandıklara dizdim, İstifledim,, kamyona yükledim, kamyonu paketledim.Hatta ilk kamyonu da o zaman sürdüm. Ford kamyonların Lord kamyonlar olduğu sıralar.

Sonra Lise'de okurken yazın, tüccarı oldum, üreticiden Adapazarı, Samsun, Ankara, Zonguldak'a kamyon,  kamyon gönderdik.

Ankara'da üniversite'de domatesin tüketicisi oldum. Üretirken satamadığımız domatesi, satın almak hayli zor geldi, ama alıştık.

Domates başlangıçta güzel bir sebze idi, salataya, yemeğe tat veren özel bir sebze. Onun olmadığı yemeğin; ne benim ne Anadolu insanının yemeğinin lezzeti vardır.

Sonra öğrendik ki domatesi sadece kırmızısı, tezgâhta dekor olmuyormuş, kırmızı renk kanımıza da faydalıymış.

Sağlığımızın da vazgeçilmezi. Hangi doğal yiyecek insana faydalı değil ki. Allah neyi gereksiz yaratmış ki.

Ama biz sonradan,  sonraya önemini anladık.

Domates, Akdeniz'de turfanda olarak hayatımıza girer, yaz geldikçe yükseklerde yetişir, ilk yağmurla artık sofralara veda ederdi.

Sonra seralar çoğalmaya başladı, domatesin iklimsel altyapısı hazırlanarak, artık üretim mevsimsel etkilerden kurtarılmaya başlandı.

Yılın 12 ayı soframızda artık domates vardı.

Domates yoğun talep edilen bir üründü ama üreticisini başta olmak üzere tüketicisini de çoğu zaman üzdü.

Sonra ihracat ile uluslar arası piyasada da domatesin önemi anlaşıldı.

Öyle bir hale geldi ki; Türk Devlet başkanı ve Rus devlet başkanının dünyanın yeniden şekillenmesini konuştukları bir buluşmada, görüşmenin başkahramanı oldu.

Meğer Rus çiftçilerin de domates ziraatı yapmaya başladıklarını öğrendik.

Yani domates artık diplomatik bir ürün de oldu.

Oldu da hala domates ve sebze toplumumuzun en istikrarsız ürünleri olarak da ekonomimizdeki başrolünü de hala koruyor.

Enflasyonun baş sorumlularından. Hatta Enflasyon sepetinden çıkarmayı bile düşünüyorlar.

Tabii bu uydurma bir çözüm. Asıl üretimi tüketimi istikrarlı hale getirmemiz lazım.

Çiftçi düşük fiyata satıyor, tüketici pahalı fiyata yiyor, bu son 50 yılın kronik sorunu. 

Bu sorunu çözmemiz lazım.

Öncelikle domates diplomatik bir seviyede ele alınınca,  onu örnek verdik ama aynı durumlar, biberde, patateste, soğanda, mercimekte, nohutta, fasulyede de karşılaşıyoruz.

Baklagillerin saklanma ömrü uzun olduğu için bu ürünlerin pazarını,  piyasa yapıcılığı ile kontrol edebiliriz ancak sebze ve meyvenin, özellikle sebzenin üretim ve satışına farklı bir çözüm bulmalıyız.

Elbette iklimsel sorunların dışında yapabileceğimiz çok şey var. Her ne kadar teknoloji ile bir nebze iklimin olumsuz şartları düzelse de ekim ve satış alanında farklı bir düzenleme yapmalıyız.

Yıllardır bu sebze piyasasında benim gözlediğim problemler;

  • Bir yıl para eden ürün ertesi yıl zarar eder. Sebebi para ettiği için, normal çiftçilerin dışındaki meslek sahipleri de( doktor avukat, müteahhit...)  kendi arazileri ya da  kiralayarak üretime girerler bu da üretimi şişirir.
  • Tersi durumda normal çiftçi bile çekinerek eker, bu sefer de ürün pahalı olur.
  • Çiftçiler ekimi yaparken geleneksel yöntemlerin dışına çıkmakta isteksizdir. Çoğu ekimi, bakımı ilacı kulaktan duyma yöntemlerle yapar. 
  • Toprak analizi bile,  yeni  yeni yapılıyor.
  • Çiftçiler ne ekeceğine karar verirken de, belirli verilere göre değil söylentiye göre karar verir.
  • Çiftçilerin bir maliyet hesabı yoktur. Kendisini şartlara bırakmıştır. Nadiren para kazanır. Çoğu karın tokluğuna bu mesleği yapar.
  • İl ve ilçe tarım müdürlükleri ile ilişkileri çok zayıftır. 
  • İl ve ilçe tarım müdürlüklerinin de toprak, ziraat ve çiftçilerden çok nereye gelecekleri ile ilgilendikleri için onların da üreticiyi yönlendirmekte çok istekli oldukları söylenemez.
  • Dolayısıyla devlet de üretimi düzenleyecek mekanizmaları kurmakta çok becerikli de değildir. Teşvikler, sübvansiyonlar üretimi, üreticiyi, piyasayı düzenleyici olmaktan çok kaynak aktarımı şeklindedir.
  • Bu arada ülkede binlerce ziraat mühendisi ya boş, ya başka meslekler yapmaktadır. Dolayısıyla ziraat için insan kaynakları yönetimi de bir hedeften çok, diploma vermeden öte gidemez.
  • Finans olarak kabzımalların, ilaç ve gübre satıcılarının parasal güçlerinin esiridirler. Her türlü ihtiyacını onlardan karşılar ürün satıldı mı elinde bir şey kalmaz. Bir nevi gizli tefeciliğe teslim olmuşlardır.

Peki, ne yapılmalı?

  • Bölgesel tarım yönetim sistemi  kurulmalı.
  • Öncelikle il ve ilçe tarım müdürlükleri ziraate yakın olmalı, ziraatın içinde ve çiftçileri etkili bir şekilde yönlendirecek şekilde  ve yakın olmalı.  
  • Her ziraat yapılan belli bir miktar alan bir ziraat mühendisine zimmetlenmeli. Bu üretimin kalitesini ve verimliliğini arttıracaktır.
  • Öncelikle her ürünün ekimi ve alanları kayda geçmeli. Çiftçiler ne ekeceklerse onu ziraat müdürlüklerine bildirmeli, ziraat müdürlükleri de internette bu verileri yayınlamalı. Bu veriler zaman içinde istatistik bilgiler olarak çiftçilere yol gösterecektir. Üretimde yığılmaları önleyecektir.
  • Bu veriler yıllık üretim, bölgesel üretim ve alanları, İhracat, ithalat, tüketim gibi verileri içermeli.
  • Teşvik sistemi de bu verilere göre olmalı. Teşvik üretimi düzenleyici ve  kaldıraç etsikisi yüksek olma
  • Satış aşamasında TORKU gibi oluşumlar desteklenmeli, yaygınlaştırılmalı.
  • Çiftçilerin bir kayıt sitemi olmalı, finans, üretim ve verimlilik gibi. Bu konuda bölgesel tarım yönetimi bilinçlendirme organizasyonunu üstlenmeli. Teşvikler de bu bilinç düzeyi üzerinden yapılmalı.
  • Özellikle çiftçinin ihtiyaçları olan finans konusunda tefeciden kurtarılmalı
  • Bölgesel ziraat yönetim birimi çiftçileri finans ve maliyet ve verimlilik konusunda da bilinçlendirmeli.
  • Açıkta bir dekar domates 8 ton, normal serada 15 ton, buhar ve jeotermal ve iklimlendirme ile bu rakam 40 ton üretime çıkıyor. Ve daha kaliteli ürünler ortaya çıkıyor. 

 

Domates diplomatik bir ürün haline gelince sebze üretimi de mercek altına alınacak gibi. 

Eğer çiftçimizi organize edebilirsek başarabiliriz. Yoksa ziraatımız de küresel güçlerin eline geçer. Daha şimdiden tohumlarla istilaya başladılar bile. Üstelik sağlıksız ürünlerle.

Eğer çiftçiyi istikrarlı hale getirebilirsek, köyden kente göç diye bir şey olmaz. Ziraatle ilgilenen halk da düzenli bir yaşama sahip olur.