Ramazan’ın son gecesi bir lokantadayız. Yeşil çimenler üzerine kurulu masalarda, çeşit çeşit iftariyelikler. Hamd ve şükürle ezan sesini bekliyoruz. Çok yakın bir dost sözü aklımızda. ”Ramazan’da gönül iklimini yağmurlara gark eden bir rahmet sağanağına, her an hazır olmak lazım. Ne zaman yağacağı hiç belli olmaz.” Son gün ya… Her saniye bir rahmet sağanağı beklentisiyle, oruçlu dudaklarımız zikirde.

*****    

Ezanı beklemeyenler de var elbette. Alışmışız bu kutlu ayda, mazeretli, mazeretsiz oruç tutanların karşısında yiyip içilmesine de. Alışkın olmadığım nahoş görüntü şu. Başörtülü iki bayan yemeklerini çoktan bitirmiş, çay eşliğinde sigaralarını keyifle tüttürüyorlar. İnancına en üst düzeyde talip olduğunun ilanıyla, tesettüre bürünmüş bu insanlar, o inandıkları ayetlerin ruhunu hal ve hareketlerine yansıtmaktan çok uzaktalar. Mü’min nezaketi, açlığa ve susuzluğa talim ettiğimiz bir aya sultan demeyi gerektiriyorsa, o sultana saygıda kusur etmemek lazım. Bu saygı esasında Yaratan'a duyulan sevginin göstergesi olacaktır. Yoksa ideolojik bağlılığın bir işareti, göstergesi değil. İmanı aracılığıyla sonsuz ikram sahibine ulaşamıyorsa insan veya içimizdeki inanç bizi bir yerden bir yere götüremiyorsa… Bu bir etik sorun değil midir?

*****

İki örtülü bayanın, Ramazana aykırı davranışları, bizlere geçmişten bir olayı hatırlattı. Anne sevgisine eşdeğer bir samimiyetle kendisine ruhen bağlı olduğum Alman asıllı bir akrabamla, yine böyle bir kutlu ayda lokantaya iftara gitmiştik. Elizabeth Hohnen hem yaşlı, hem insülün kullanan bir şeker hastasıydı. Çorbasını erkenden getirtip, iğnesini vurmasını istediğimizde reddetmiş; “Sizler susuzken kesinlikle su bile içmem. Üstelik çevremdeki Muhammedilere de saygısızlık olur,”diyerek, iftar saatini beklemeyi tercih etmişti. Tam o sırada yandaki masada yiyip içen insanları görünce, onun yerinden kalkıp, sert üslupla gençleri azarlamasını engelleyememiştik. Bayan Elly, Müslüman oldukları halde kendi dinlerine saygı duymadıkları için onların davranışlarını ilkel ve ahlakdışı bulmuş; bunu yüzlerine karşı hatırlatmaktan da kendini alıkoyamamıştı. Bugün artık hayatta olmayan bu güzel ahlaklı Hıristiyan hanımefendiyi ebedi mekanında, Yaratanının Rahman sıfatıyla kuşattığından eminim.

*****

öz madem ki inanca saygı üzerine… Yine bizzat yaşadığım bir olayı size anlatmak isterim. İslam’ı kabul eden Japon arkadaşımın babası Dr Tadaşi ile ilgili bir öyküyü kaleme aldığım yıllar. Baba Tadaşi de bizimle kurduğu inanç yakınlığının mutluluğu içinde. Yayınlanmadan önce bu güzel insanları evime davet etmiştim. Amacım her yaşanmış hikayede olduğu gibi, kaleme aldıklarımı ilk önce öykünün esas kahramanlarına okuyup, fikirlerini almaktı. Anne Şintoist. Yani ırkının pek çok mensubu gibi güneşe tapan biri. Ama yemek sonrası yapılan dua sırasında, ellerini tıpkı bizler gibi açıp, başı saygıyla öne eğik duaya katıldı. Yüreği imanlı kızı, annesinin bu hareketini başkasının inancına saygı gereği yaptığını hatırlattı bize. Ardından babasına ait öykünün her satırını önce Türkçe, sonra Japon diline çevirerek okumaya başladı. Her cümleyi yüzünde tebessümle teyit ederek, malum Japon mütevaziliği içinde kabullenen annenin, öykünün sonuna doğru birden çehresi bulutlandı. Güneşi doğrudan görebildiği bir pencere önünde yere aniden diz çökerek, acı dolu bir sesle haykırmaya başladı. Neler olduğunu, kızı izah edince anladık. Hikayede Müslüman halkların sorunlarını, ahlaki eksikliklerini Fujiyama Dağıyla ilintili anlattığım bir cümle annesini çok kızdırmıştı. Onun için kutsal bir anlam ifade eden Fujiyama’yı, insanların olumsuz halleriyle bir arada anmak inancına göre lanet sebebiydi ve gazabından korktuğu için güneş karşısında özür ayini yapıyordu. Ahlakının munisliği tertemiz yüzünden okunan Japon misafirimin yerde ağlayarak yaptığı tapınma hareketleri kalbimi burktu. Gönlünü almak için yanına oturup, onu kızdıran cümlenin olduğu bölümün üzerini kalemle karaladım. Bilmeden yanaklarından dökülen gözyaşlarının sebebi olduğum için de çok üzgün olduğumu ifade ederek, ellerini avuçlarımın içine aldım. İtinalı bir sesle ruhuna hitaba çalıştım. Arkadaşımın tercümanlık yaparak, annesine izaha çalıştığı özrümün özeti şuydu. Kendi İslam dinimde de inanca saygı esastı. Bu nedenle onun incinen kalbini onarmak, benim Rabbimi çok memnun edecekti. ”Sizin için kötü anlamı olan satırlara öykümde yer vermeyeceğim.” diyerek, onu yerden kaldırdım. Ben özür dilerken, annenin yüzünde beliren sevinci görmek harika bir duyguydu. Onun da beni minnetle kucaklayıp, milletine has zariflikle yerlere kadar eğilerek selamladığını hiç unutmuyorum.

*****

Bir Japon hanımın, bize göre geçersiz olan dini inancına saygıyla, yıllar önceki bu özür dilemem, kesinlikle ayetlerin ruhunu davranışlarımıza yansıtma gayretim nedeniyledir. İlahi menşeli kutsal günlerimiz, cumalarımız, Ramazanlarımız ve dahi bayramlarımız, kendi toplumumuzu ıslaha yönlendirecek bu gayretlerle daha serin, daha ferah olacaktır Allah izniyle. İnsanlarımıza kendimizden başlayarak, karşısındaki insanların değerlerine, kutsallarına empati yaparak bakmamız gerektiğini ve böylece dünyanın daha güzel, yaşanabilir bir mekan olacağını anlatabilmek ne kadar güzel olurdu