“Devletin dini adalettir.” der Hz Ali Efendimiz. Hukukun olmadığı yerde adalet, adaletin olmadığı yerde hak, hakkın korunamadığı yerde özgürlük yoktur.

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide süresi 8.ayet)

“Onlar, hep yalana kulak veren ve durmadan haram yiyen kimselerdir. Sana gelirlerse aralarında hüküm ver veya onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Eğer hüküm verirsen aralarında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah âdil olanları sever.” ( Maide süresi 42.ayet)

“ Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız; artık kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan, bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu getirir ortaya koyarız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. (Enbiya suresi 47.ayet)

Yüce kitabımız Kuranı Kerimde adalet bahsi geçen bütün ayetlerde Müslüman’a kesin olarak adil olmasını emrediyor.

Peki, Dünyada 50 den fazla sayısı olan İslam ülkelerine ve liderlerine…

Bu emirlere uyan var mı?

Torpil, adam kayırma onlarda…

Emanet ehil ellerde değil.

Adaletin ölçüsü, ayarı bozuldu.

Onun için Hz. Ali, “Devletin dini adalettir.” vurgusunu yapıyor.

Adalet yoksa devletin yönetim şeklinin şu veya bu şekilde olması, seküler ya da dindar olmasının bir anlamı yoktur.

Önemi de…

Hz. Ali’nin devlet anlayışında adalet her şeyden önce gelmiştir.

İnsanların düşüncelerini…

İnançlarını…

Özgürlüklerini…

Önemseyen bir “dinin devleti özgürlüktür.”

Hz. Ali, devlet imkânlarının eşit bir şekilde dağıtılmasını istemiş, yakınlarını gözeten bir anlayışı kabul etmemiştir.

Ulûfe dağıtmamıştır.

Hz. Ali, adaleti ön planda tutmuş, seçtiği yöneticilerde liyakat aramıştır.

Yani emaneti ehline vermiştir.

Ya sonraları…

Şahsi, toplumsal, ticari ve siyasi hayatta adalet esas alınmadı.

Bilme ve akla önem verilmedi.

Devlet yönetiminde kariyer ve liyakatten uzaklaşıldı.

Biat ve sadakat öne çıkarılarak…

Yandaşlar ve Candaşlar korundu.

Haklı eleştirilere, “fitne çıkarma!” denildi.

***

“ II. Friedrich (24 Ocak 1712 - 17 Ağustos 1786), 1740 ile 1786 yılları arasındaki Prusya hükümdarı.

Askeri alandaki başarıları ve ülkesinin kalkınması yolundaki çabalarından dolayı Büyük Friedrich adıyla anılır.

Alman Kralı II. Frederick 1750 yılında Potsdam’dan geçiyor. Orayı çok beğeniyor ve “Bana şuraya bir saray yapın” diyor. Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar, Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen.

​Adamlar kapıyı çalıyor, yaşlı değirmenci açıyor.

– Buyrun?
– Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğendi, satın alacak. Kaç para?
– Satmıyorum ki ne parası?
– Saçmalama Kral istedi.
– Bana ne! Ben satmadıktan sonra kimse alamaz ki!

​Adamları gelip Kral’a diyorlar ki;

– Efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli. “Satmıyorum” dedi.
– Çağırın bakalım bana şu adamı.

​Değirmenci gelip, Kral’ın karşısında duruyor. II. Frederick:

– Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaç para?
– Yoo yanlış anlamadım, adamların da dün bunu söyledi. Satmıyorum!
– Beyefendi inat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim.
– Sen koskoca Kralsın, paran çok. Git Almanya’nın her yerine saray yap. Burayı benden önce babam işletiyordu. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Satmıyorum!

​II. Frederick ayağa kalkıyor;

– Unutma ki ben Kralım!

​Değirmenci bakıyor ve diyor ki;

– Asıl sen unutma ki Berlin’de hâkimler var! Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz.

Potsdam’da Sansosi Sarayı. Saray ve değirmen yan yana. Kral ve değirmenci adaletle komşu oluyor.

​Sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci sesleniyor;
– Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?

​II. Frederick diyor ki;
-“Adalet her sabah bana, Sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.”

Bu olay bize, değirmencinin Alman mahkemelerine, hâkimlerine olan güvencesinin teminatını somut bir şekilde özetliyor.

***

Son yıllarda ülkemizde tartışılan konuların başında hukuk siteminde verilen kararların, toplum vicdanında rahatsızlıklara vesile olması.

Öncelikle şunu belirmeliyim ki, suçlu kim olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerince en adil şekilde yargılanmalı, ucu nereye varırsa varsın, kim olursa olsun cezasını çekmeli. Bu durum hem dinin emri hem de toplumsal hayatın nizamı için olmazsa olmazlardan.

Mezhep imamımız ve aynı zamanda iyi bir hukukçu olan İmamı Azam Ebu Hanife Emevilerin ve Abbasîlerin hukuk dışı, insanlık dışı baskılarına sonuna kadar direnmiş, hakkı söylemekten, hakikatleri savunmaktan vazgeçmemiş ve bunun sonucunda zehirlenerek şehadet şerbetine ulaşmıştır. Bu hususta, kendinden sonra gelecek hukuk adamlarına en güzel model olmuştur.

Günümüz dünyasında, hakkı ve hakikati savunan, verdiği kararında yarın gerçek mahkemede tekrar hesaba çekileceğini bilen hukuk adamlarına ihtiyaç var. Kimseyi töhmet altında, zan altında bırakmak niyetinde değiliz. Toplumda hukuk sistemine, adalete olan güvensizliği dile getirmek derdimiz.

Onun için, hangi konuda olursa olsun, yargının karşısında makamı, mevkisi, statüsü ne olursa olsun, hakkı hukuku uygulayan, vicdanı hür, “Hâkimler var diyebilecek miyiz?  

Toplumsal mutabakat için buna çok ihtiyacımız var.

Hz. Ömer Efendimiz “ Bizi uyarmazsanız sizde, size uymazsak bizde hayır yoktur” diyor.

Baki selamlar.

Tavsiye: Mezhep imamımız İmamı Azam Ebu Hanife’nin hukuk mücadelesini anlamak için, Sinan Yağmur Beyin “ İmamı Azam Ebu Hanife Bir Hukuk Şehidi” adlı Kapı yayınlarından çıkan eseri tavsiye olunur.