Ey insan! Titre ve kendine dön.

Virüs sanki bu emrin her dildeki karşılığı gibi oldu.

İyiliklerle kötülüklerin savaştığı yaşam denen bu dünyamızda kendimizi kaybedip gücün ve güçlü olmanın kölesi olduğumuz zirve bir anda bu emir sessizce ve güçlü etkisi ile yaşamımızı sarıverdi.

Titre ve kendine dön.

Bütün dünya başlangıçta; ekranları başında bu derdin insanlığın başına getirdiği belayı, şaşkın bir şeklide izledi. Eğer kendi yakınında bir sıkıntı yoksa ciddiye bile almadı.  Zorla eve tıkıldıklarını düşünmeye başladılar.
Her zamanki gibi ucuz çözümler bulma girişimleri ile yasakları delme gayretleri oldu.

Bilim kurullarının tavsiyelerini çok da ciddiye almadık. 

Hatta öyle bir hale geldik ki siyasetin manevraları burada da geçer zannettik. Manevralar, küçümsemeler devam ederken bu salgın herkesi susturdu. O sanki insanlardan daha bilinçli yayılıyordu ve daha kurallı bir yaşamı vardı. Virüsün bu kulalarını insan olarak yine bilimin teknikleri ve kuralları ile yenmemiz gerektiğini nihayet bizimle beraber bütün dünya anladı.

Bu arada evlere çekilirken, tüketimin o güçlü, vazgeçilmez,  özendirici, kutsal gücü de darmadağın oldu. İhtiyaç isteklerimizin büyük bir oranda önüne geçti.

Bizler evlere dönerken kendimize de döndük. Olmazsa olmazlarımızı terk ettik. Daha sade daha pratik imkânların en iyi kullanıldığı bir yaşamı keşfe koyulduk.

Her şeyden önce kendi kendimize yetmeye çalıştık.

Birbirimize daha fazla duygudaşlık yapmaya başladık.  Küllenmiş dayanışma kabiliyetimizi tekrar kullanmaya başladık.

Bireyin kutsallaştığı zamanlardan ‘’biz’’ in ortak paydalarına döndük. Dönme ihtiyacımız artı. Hatta ortak paydalarımızın gerekliliğini anladık.

Yüce kitabımızın, ahlaki değerlerimizin bize önerdiği davranışları biz kendiliğimizden yaşamımızın bir parçası yapıverdik.

İçimizdeki insana dair duygular, insanlığa dayalı davranışlar kendiliğinden birer birer yaşamımızın başrolüne oturuverdi.

Ölüm hepimize kapı komşu oldu. Her gün ölümü konuşmaya, ölüme dair bilgilerle insan yaşamının bir sonu olduğunu duymaya başladık. Bedenlerin o kalabalık cenaze törenleri yerine, birer tabutun içinde kimsesiz, çok az insanın gözünün önünde dünyayı terk edişini izlerken, tefekkür dünyamızı da keşfettik. Öyle ki cenazenin yalnızlığı mezarda değil sanki hastalıkla başlıyordu. Kalabalıklar onu göremiyor, o kalabalıkları görüyor ama iletişim kopuyordu.

Böyle bir ortamı algıladıkça hepimizin de yaşama ve ölüme dair tefekkürü değişiyordu.

İşte böyle bir ortamda, tabiri caiz ise tüketimin, hırsın, gücün önünde bir hiç haline gelen yaşam biçimi, ölümün önünde hiçliğini fark ediyordu.

Ve hiçlik içinden kendini yeniden keşfe açılan kapının önünde kendimizi buluverdik.

Böyle bir zamanda Ramazanı Şerifin yaşamamıza girmesi de bir tevafuk oldu.

Zorunlu nefis terbiyesi Ramazan ayı ile bilinçli nefis terbiyesine dönüşüyor. Ramazan ayı çok farklı ruhsal iklimlerin varlığından bizleri haberdar etmek üzere yaşamımıza giriverdi. Belki de bir virüsle dağılan yaşam biçimimiz Ramazan ayının hikmeti ile bize içinde bolca insanlık olan bir yaşamı miras bırakır.

Bu günler birçok insanın zaman yetersizliğini ortadan kaldırırken insana kendini, hayatı çevresini okuma ve algılama fırsatı da verdi. Evde biriken okunmayı bekleyen kitapların sayfalarında kendimizi buluverdik.

Bunu sosyal medyadaki paylaşımlardan da anlıyoruz. İnsanların abuk subuk paylaşımlarının yerini kaliteli fikirler, değerlendirmeler almaya başladı. Ve üstelik okunuyor, yorumlar yapılıyor, yani bir tür iletişimin de kurulmasını sağlıyor.

Sosyal medya kaliteli bir haberleşme, paylaşım şeklinde de kullanılıyormuş. Çoğunluk bunu fark etti.

Bu arada kuzey kutbunda ozon tabakası deliği kapanmış. Milyonlarca araç durdu. Petrol kullanılmaz oldu adeta. Tarihte ilk defa petrol alana üste para verildi.  Stok sahaları ham petrolle doldu.

Kaldırımda çiçekler açtı. Kırlangıçlar caddelerde cirit atıyor. Kırlangıç sesleri sokakların boşluğunda eko yapıyor.

Doğada bir rahatlama oldu. Onların rahatlığından insanlığın vahşiliğini hayretle seyrediyoruz.

Şehirlerin kirliliği yüzde otuz ikiye kadar düşmüş. Daha da düşecek.

Koca koca ülkeler dertten başını kaldıramıyor. Nükleer bombanın bir hiç olduğu da sanırım anlaşılacaktır.

Petrolün vahşileştirdiği devletlerin yokluğu, savaşların ikinci plana düşmesi insanlık psikolojisini hiç bu kadar rahatlatmamıştı.

En güçlü olan devletler en çaresiz hallere düştüler.

Devletler birbirine ambargo koyarak insanın açlıkla terbiye ederken bir maske ve solunum cihazı yardımı ile cennete girmiş gibi sevindiler.

Elbette bütün bu olanların bir muhakemesi, muhasebesi olacak bunların insanlığa doğru yansımaları olacaktır.

Hiç olmazsa doğru adımlar için küresel bir uzlaşma sinyali var. İnşallah bu fırsat değerlendirilir.

Bugünlerde şeytan yok ortalarda. Eminim bir yerlerde sinmiş insan nefsini azdırmanın yollarını kolluyor. İnsan hiç olmadığı kadar nefsini bu kadar ihmal etmek zorunda kalmamıştı.

Ne demişler her çile içinde nimeti olan hastalıktır…