Ahmet Kuş ile Mevlâna Caddesinde fotoğrafçı dükkânı işlettiği yıllarda “müşteri” olarak tanışmıştık. Çok geçmeden gazete yazılarıyla basın sektöründe de tanındı. Selçuklu Belediyesi tarafından yayınlanan fotoğraf albümü ise Konya kültür çevrelerinin kapılarını açtı ve Ahmet Kuş, yazar-fotoğraf sanatçısı olarak pek çok esere imzasını attı.

8 3-6

Sohbetimize sizi tanıyarak başlayalım. Hangi tarihte nerede dünyaya geldiniz, ilk ve orta öğreniminizi hangi okullarda aldınız, yüksek tahsilinizi hangi üniversitede tamamladınız?

Öncelikle ramazan ayının Yenigün gazetesi okuyucularına hayırlı olmasını temenni ediyorum. Bendeniz 1968 yılında Konya’da doğdum ama ailemiz yıllar önce Obruk köyünden Konya’ya göç edip Sedirler semtine yerleşmiş. İlkokulun ilk iki sınıfını Sadırlar İlkokulunda, kalan üç yılını da Mahmut Şevket Paşa İlkokulunda okudum. Daha sonra Civar Mahallesi’ndeki yaşıtlarımın çoğu gibi ben de Karma Ortaokuluna kayıt oldum. Ortaokula kayıt olacağımız yıl 1980 İhtilali oldu. Anarşi sona erse de ülkemiz askerî hükümet tarafından yönetildiği için ihtilalin etkileri hayatın her alanında hissediliyordu. Karma Ortaokulunu başarıyla bitirdikten sonra bizde “Acaba hangi liseye gitsek” diye bir arayış başladı. Tabii o dönemde aile olarak eğitim hakkında pek fazla bilgimiz de yoktu. Dolayısıyla çevremizin etkisinde kalıp lise seçimini de ona göre yaptık. Gerçi sadece bizim aile değil, mahallemizdeki diğer aileler de bizden pek farklı değildi. O yıllarda Konya İmam Hatip Lisesi çok revaçtaydı ve öğrencilerini sınavla seçerek alıyordu. İmam Hatip Okulu çok disiplinli ve başarılı bir okuldu. Ailemin istişareleri ve çevremizin etkileriyle çoğu arkadaşım gibi ben de 1983 yılında İmam Hatip Okulu seçme sınavlarına girdim ve sınav sonucunda Konya İmam Hatip Okuluna kayıt hakkını kazandım. Bu arada ortaokul ve mahalle arkadaşlarımın telkinleriyle Konya Endüstri Meslek Lisesinin seçme sınavlarına da girdim. Sınav sonucunda Elektronik Bölümünü kazandım ve lise konusunda önümde iki seçenek oluştu. Düşünüp taşındıktan sonra babamla birlikte Konya İmam Hatip Lisesine kayıt olmak için gittik ama okulun avlusunda şimdi adını hatırlayamadığım bir tanıdığımızla karşılaştık. O tanıdık babama “Uğur ağabey ne yapacaksınız İmam Hatip Okulunu, burada ders sayısı fazla, üstelik dersler zor, çocuk burada çok zorluk çeker, mezun olunca kolay iş bulabilmesi için Ahmet’i meslek lisesine yazdır.” dedi. Aslında İmam Hatip Okulunun zor olduğunu daha başka kişiler de söylemişti.

O tanıdığın sözlerinden etkilendik ve kayıt yaptırmadan geri döndük. Daha sonra Konya Endüstri Meslek Lisesine gittik ama Elektronik Bölümü Fatih Işıklar semtinde açılan bir okula taşınmış. Şehir merkezindeki Konya Endüstri Meslek Lisesini biraz da ulaşımı kolay olsun diye tercih etmiştim ama nasipte orada okumak yokmuş. Dolayısıyla Fatih Endüstri ve Meslek Lisesi Elektronik Bölümüne kaydoldum ve ulaşımı zor da olsa oradan mezun oldum. Tabii okul seçimi konusunda lisede yaşadığımız tereddütleri üniversite tercihlerini yaparken de yaşadık. O dönemde çok sayıda tercih yapılabiliyordu. 1986 yılında üniversite sınavında bir bölüme girebilecek orta düzeyde bir puan aldım ve Anadolu Üniversitesi Kütahya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümüne kayıt yaptırma hakkı kazandım.

8 5-4

Meslek Lisesinde edindiğiniz mesleki altyapıyı bir kenara bırakıp iktisadı seçmenizde etken neydi? Ve yüksek lisansı yarım bırakmanızın bir hikâyesi var mı?

Meslek lisesinden mezun olduktan sonra İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine gitmek istemem bilinçli bir tercih değildi. Tabii teknik bir bölümden sözel bir bölüme geçmemizin sebeplerinden biri de üç yıllık lise öğrenimi sırasında teknik işlerin bize göre olmadığını anlamamızdı. Diğer taraftan anne ve babam ilkokul mezunuydu ve yakın çevremizde bırakın üniversiteyi, lise mezunu bile yoktu. Yani okul ve iş seçiminde çevrenin ve arkadaşlarımızın etkisinde kalmıştık. O dönem şimdiki gibi değildi, internet, cep telefonu gibi imkânlar yoktu. Hatta ev telefonu bile mahallede bir iki kişide vardı. Çocukluğumda başlayan televizyon yayınları siyah beyazdı ve her evde henüz televizyon yoktu. Yani okul seçimiyle ilgili kararlarımızda çevremiz çok etkili oldu. Bir de kaderin size çizdiği bir yaşam çizgisi var, ne yaparsanız yapın kısmet olmadığı zaman o çizginin dışına çıkamıyorsunuz. Tabii üniversite sınavından aldığımız puan da bazı bölümlere girmemiz için yetmemişti.

Bir yıl kaybetmemek için üniversite sınavına yeniden girmeyi göze alamadım ve kazandığım bölüme kayıt yaptırmak için babamla birlikte Kütahya’ya gitmek için trene bindik. O dönemde şehirlerarası ulaşım imkânları da sınırlıydı. Konya’dan Kütahya’ya direkt otobüs seferi yoktu ve tren otobüsten daha ekonomikti. Serin bir sonbahar gecesi Kütahya’ya ulaştık ve Cumhuriyet Caddesi’nde fiyatı uygun bir otele yerleştik. Babam işinden dolayı zaman zaman başka şehirlere seyahat etse de bu benim Konya’dan ilk çıkışımdı. Geceyi otelde geçirdikten sonra ertesi gün fakülteye gidip kaydımı yaptırdık. Tabii okullar açılıncaya kadar Kütahya’ya tekrar gidemeyeceğimiz için kalacağım yeri de ayarlamak istiyorduk. Orada birkaç arkadaşla konuştuktan sonra o yıl okulun yakınında özel bir yurt açıldığını öğrendik ve fakülteden yürüyerek yurda gittik ve şartları bize uyduğu için orayla anlaştık. Cumhuriyet Caddesi’ndeki Akdemirler Erkek Öğrenci Yurduna kaydolduktan sonra trenin kalkış saatine kadar gezdik ve gece tekrar Konya’ya döndük. Trene gece yarısında bindik ve sabah Konya’ya ulaştık.  Üniversiteden mezun olana kadar dört yılım Kütahya’da geçti ve bu dört yıllık dönem benim için farklı bir hayat tecrübesi oldu. Her şeyden önemlisi gurbetin ne demek olduğunu öğrendim ve sınıf mevcudumuz 200 kişi olduğu için Türkiye’nin dört bir yanından farklı arkadaşları tanıma imkânı buldum. Sınıfımızda Konyalı arkadaşlarımız da bulunduğu için ortama alışmam zor olmadı. İkinci sınıftan üçüncü sınıfa geçerken Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümüne yatay geçiş yapma imkânı kazanmama rağmen Konya’ya gelmekten vazgeçtim ve öğrenimime Kütahya’da devam ettim. 1990 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra Konya’ya döndüm. Biz mezun olduktan iki yıl sonra Kütahya’da Dumlupınar Üniversitesi kuruldu ve dört yılımızın geçtiği İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi üniversitenin ilk fakültesi oldu.

 8 4-5

Biz sizi, Mevlâna Caddesi’nde işlettiğiniz fotoğraf dükkânında tanıdık ve klasik esnaf zihniyetinde kalmayıp şehrin tarihî ve kültürel derinliğine haiz fotoğraf arşivi oluşturdunuz. Arşivinizde neler var?

Küçük dayım Feyzi Şimşek’in arkadaşı Ömer Kocagil 1989 yılında Alâeddin (Mevlâna) Caddesi’ndeki Mümtaz Koru Pasajı’nın girişinde küçük bir fotoğrafçı dükkânı açmıştı. Aslında fotoğrafçılık dayımın da mesleği değildi. Hatta arkadaşı Ömer ağabey de fotoğrafçı değildi ama o yıllarda “24 vesikalık 5 lira” gibi bir ucuzluk furyası vardı. Renkli fotoğraf yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı için bugün herkesin dönerci dükkânı açtığı gibi o zaman da herkes fotoğraf stüdyosu açmaya başlamıştı. Fotoğraf çekim ve baskı imkânları kolaylaştığı için fotoğraf stüdyoları cazip hâle gelmişti. Çok sayıda vesikalığı ucuza çektikleri için bu yeni açılan stüdyolarda vesikalık çektirmek isteyenler sıraya giriyorlardı. Ömer ağabey bu dükkânı fotoğrafçılık yapan bir arkadaşının yardımıyla açmıştı ve iyi kötü fotoğraf çekimini öğrenmişti. Dayım da ona yardım etmek için dükkâna gidiyordu. Daha sonra caddenin karşı tarafındaki Olgun Palas’ın giriş katında ikinci dükkânı açınca bu yeni açılan dükkâna ortak oldular. Diğer dükkânda olduğu gibi orada da hem vesikalık fotoğraf çekiyor hem de fotoğraf malzemesi satıyorlardı.

Dayım ve Ömer Kocagil fotoğrafçı dükkânlarını ticaretin çok hızlı olduğu bir dönemde açmışlardı. Okuldan mezun olduktan sonra henüz bir işim olmadığı için ben de dayımın dükkânına gidip gelmeye başlamıştım. Niyetim askere gidene kadar orada vakit geçirmekti ama işler çok iyi olduğu için yavaş yavaş fotoğrafçılık bana da cazip gelmeye başlamıştı. Dayımın sermayeye ve bir yardımcıya ihtiyacı olduğu için biraz sermaye koyup dükkâna ben de ortak oldum. Dükkânımızın adını Martı Color olarak koymuştuk. Babam bu işe olumlu baksa da annem esnaf olmamı istemiyordu. Daha sonra annemin rızası olmadığı için Ankara’da açılan bazı müfettişlik sınavlarına ve bazı üniversitelerin araştırma görevlisi sınavlarına girdim. Bu arada esnaflığa devam ediyordum ama bir yönden de kamu kuruluşlarına girmeye çalışıyordum.

Dumlupınar Üniversitesi yeni açıldığı için araştırma görevlisi sınavları açıyordu. Bu sınavlara girmeden önce yüksek lisans öğrenimimi tamamlayayım diyerek Kütahya’ya gidip sınava girdim ve mezun olduğum fakültenin Muhasebe Finansman Bölümünde yüksek lisans sınavını kazandım. Kayıt yaptırdıktan sonra birkaç kez Kütahya’ya gittim ama bu işi dükkânla birlikte yürütemedim. Belki yüksek lisansa Konya’da başlamış olsaydım mezun olabilirdim ama sonuçta esnaflığı tercih ettim ve bir süre sonra da kamuya girme umudumu tamamen yitirip rızkımı ticaretten kazanmaya devam ettim. Sonuçta bu işler nasip meselesi, kısmet olmadı mı olmuyor. Bunda da bir hayır vardır deyip yolumuza devam ettik. İyi ki de devam etmişiz, devam etmeseydik belki de medeniyetimizi, ülkemizi, şehrimizi ve sizin gibi kıymetli dostlarımızı tanıma imkânımız olmayacaktı...

8 1-7

Fotoğraf sanatıyla nasıl tanıştınız? Fotoğraf etkinliklerinize dair bilgiler verir misiniz?

O dönemde evimiz Mevlâna Müzesi’nin arka tarafında, Civar Mahallesi’ndeydi. Evden dükkâna yürüyerek gidip geliyordum. Bir gün Hükümet Konağı civarında şu anda Kolat Pazarlama’nın bitişiğindeki küçük tarihî binanın önünden geçerken Konak Kırtasiye’nin vitrininde REFO fotoğraf dergilerini gördüm. Dergilerin adını daha önce duymuştum ama inceleme imkânım olmamıştı. Tabii o yıllarda henüz internet gibi iletişim imkânları pek fazla gelişmediği için fotoğraf sanatıyla ilgili yayınlara ulaşmak çok zordu. Zaten bu alanda yayınlanan pek fazla kitap ve dergi de bulunmuyordu. Yani Konya’da fotoğrafçılık konusunda kaynak bulmak zordu. İçeri girip selam verdim ve derginin birkaç sayısını inceledim. Dükkân sahibi derginin eski sayılarının da olduğunu, hatta elinde olmayan eski sayıları da İstanbul’dan getirtebileceğini söyledi. Ellerinde olan sayılarını aldım ve olmayanları da getirtmesini rica ettim.

Sağ olsun dükkân sahibi eski dergileri de bir iki hafta sonra getirtti ve onları da aldım. Böylelikle REFO dergileri kitaplığımdaki ilk fotoğraf yayınları oldu. Halim Kulaksız’ın sahibi olduğu dergi iki ayda bir yayımlanıyordu ve ben ikinci ayın sonu yaklaşırken acaba yeni sayı gelmiş mi diye kırtasiyecinin vitrinin önünden heyecanla geçiyordum. Belki de çoğu zaman dergiyi ilk satın alan ben oluyordum. Derginin eski sayılarını okurken fotoğraf sanatına dair bilgilerim de artmaya başlamıştı. Zaten uygulamayı da dükkânın alt katındaki stüdyoda yapıyordum.

Bu arada dergiler aracılığıyla kendimi geliştirirken dükkânımıza fotoğraf meraklıları da uğramaya başlamıştı. O yıllarda şehrimizde henüz fotoğraf sanatı derneği yoktu. Biz fotoğraf makinesi, film, pil gibi malzeme satışı da yaptığımız için dükkânımız yavaş yavaş amatör fotoğrafçıların uğrak noktası olmaya başlamıştı. 1996 yılında bir gün dükkâna Zeki Oğuz ile Turgay Kaytancı geldi. Turgay Kaytancı’nın önderliğinde Mustafa Yel, Turgay Bilge, Mustafa Örnek, Zeki Oğuz, Arif Solmaz ve Atakan Özel’le birlikte Konya Fotoğraf Amatörleri Derneğini kurmuşlar. KONFAD’ın kuruluşunda yer almasam da artık Konya’da yapılan tüm fotoğraf etkinliklerini takip ediyor ve fotoğraf sanatı hakkında yeni bilgiler öğreniyordum. Daha sonra KONFAD’a ben de üye oldum ve derneğe gidip gelmeye başladım ve orada yeni arkadaşlarla tanıştım.

8 2-5

Katıldığınız sergiler ve aldığınız ödülleri anlatır mısınız?

Gölge olmasınlar yeter! Gölge olmasınlar yeter!

Hafta sonlarını şehir merkezinde ve Konya’nın ilçelerinde fotoğraf çekerek değerlendiriyorduk. Fotoğraf çekmeye devam ettikçe arşivimiz de zenginleşmeye başlamıştı. Zaman zaman dernekte dia gösterileri oluyordu. O gösterileri izleyerek fotoğraf sanatının yanı sıra gidemediğim yerler hakkında da bilgi sahibi oluyordum. Bu gösterileri izlerken bir gün dernekteki arkadaşlar “Ahmet bir perşembe günü de sen gösteri yapasana...” dediler. 10 Temmuz 1997 tarihinde yaptığım dia gösterisi bendenizin katıldığı ilk fotoğraf etkinliğiydi. O dönemde KONFAD’ın binası Ankara Pastanesi’nin yan tarafındaki Bulvar İş Hanı’ndaydı. O gün çektiğim diaları ilk kez arkadaşlarımla paylaşmıştım ve bu benim için heyecan verici bir duyguydu. Fotoğrafçılığı hem geçim kaynağı hem de sanat olarak icra etmek beni ziyadesiyle mutlu ediyordu. İlk olarak 2000 yılında Latif Çağır, İbrahim Dıvarcı, Zeki Oğuz, Mustafa Akgün, İrfan Çakır, Hüseyin Sağıroğlu ve Nedim Tuncay’la birlikte Adapazarı’nda Adapazarı Büyükşehir Belediyesinin davetlisi olarak “Yedi İklim Yedi Renk” adlı bir fotoğraf sergisi açtık. Bu sergiyi daha sonra Feyzi Şimşek ve İbrahim Dıvarcı’yla birlikte muhtelif tarihlerde Konya, İstanbul, Lefkoşa, Adapazarı, Viyana, New York, Aşkabat ve Moskova’da açtığımız fotoğraf sergileri takip etti.

“Kaybolan Coğrafyanın Kaybolan Değerleri: Savaştan Önce Halep, Kudüs ve Kahire” adlı ilk kişisel sergimi ise 29 Eylül 2018 tarihinde Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesinde açtım. “Fotoğraflarla Konya’nın 100 Yılı” adlı ikinci kişisel sergimi de TYB Konya Şubesinde açtım. “Üç Osmanlı Şehri Halep-Kudüs-Kahire” adlı üçüncü sergimi ise Meram Belediyesi’nin katkılarıyla 4 Ocak 2020 tarihinde Tantavi Kültür ve Sanat Merkezinde açtım. Fotoğraf sanatıyla ilgili ilk ödülümü ise 1998 yılında Beyşehir Belediyesi tarafından düzenlenen fotoğraf yarışmasında aldım. Aslında bu bir para ödülü değildi ama benim de bir fotoğrafım ödül alan fotoğraflarla birlikte sergilenecek fotoğraflar arasına seçilmişti. Bu sergileme ödülü, ilk yaptığım dia gösterisindeki gibi benim için büyük bir sevinç ve heyecan kaynağı olmuştu. Daha sonraki yıllarda bu ödülü daha başkaları takip etti. Son olarak 2023 yılında Denizli’de Ali Yavuzçehre Vakfı tarafından düzenlenen fotoğraf yarışmasında bir sergileme ödülü kazandım. “Orman İşçileri” adlı fotoğrafım yarışmaya katılan 2000’e yakın fotoğraf içerisinden sergilenecek 20 fotoğraf arasına seçildi.

DEVAM EDECEK

MUSTAFA GÜDEN 

Editör: Birkan Bakay