17 Ağustos 1999 depremin üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen, hala insanlar bu depremin acılarını yaşıyor.

Söz konusu deprem ile diğer depremlerin neden olduğu can ve mal kayıplarına bakarsak vahim bir tablo ile karşılaşıyoruz.

100 yıl içerisinde oluşan depremlerde 110 bin insanımız yaşamını yitirmiş, 700 bine yakın yapımız yerle bir olmuştur.

Depremin meydana geldiği bölgelerin altyapısını, ekonomik düzenini bozmakla birlikte ciddi sorunlarda oluşturuyor.

Bunların yanında, bulaşıcı ve salgın hastalıkların artmasının yanında, yaralanmalar, psikolojik sorunlar ile sakat kalmalar da yaşanıyor.

Diğer taraftan sanayi üretiminde pazar kaybı, üretim ve gelir kaybı, enflasyon, acil yardım harcamaları, işsizlik ve planlanan yatırımların gecikmesi, çevrenin bozulması ve çevre sorunları gibi önemli sonuçları doğurmaktadır.

17 Ağustos 1999 yılında yaşanan ve ülke tarihinde yaşanmış ve sonuçları itibariyle en acı depremlerinden biri olan 7,4 büyüklüğündeki GÖLCÜK Merkezli depremdir.

Yaşamış olduğumuz depremler, ülkemizin bir deprem ülkesi olduğunu gerçeğini gösteriyor.

21 yıl geçen depremin meydana getirdiği can ve mal kayıplarının Resmi sonuçlara göre durum oldukça acı vericidir.

328.113 ev ve işyeri yıkıldı veya hasar gördü. 18.873 insanımız yaşamını yitirirken,23.781 insanımız ise yaralandı.

Marmara Bölgesi başta olmak üzere 16 milyon insanımız bu depremin sonuçlarını yakından hissetti, 1 milyon fazla insanımız evsiz kaldı.

30 binden fazla işletmenin zarar gördüğü bu depremde, 200 milyar liranın üzerinde bir zarar oluştu.

Manevi olarak ta ülkemizin bütün şehirlerinde yaşayan insanların üzülmesine sebep oldu. 

Bütün bu nedenlerden ötürü İnşaat Mühendisleri Odası 17 Ağustos 1999 Depreminin bir “MİLAT” olması gerektiğini ilan etti.

Konuyla ilgili İnşaat Mühendisleri Odası Konya Şubesi Başkanı ve KTO Karatay Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Süleyman Kamil Akın’ın değerlendirmesini paylaşmak istiyorum.

Dr. Kamil Akın, “17 Ağustos 1999 Depreminden bu yana 21 yıl geçti. Son olarak yaşamış olduğumuz Elazığ-Sivrice ve Bingöl-Karlıova depremleri yapı stokumuzun ciddi bir deprem riski altında bulunduğunu bir kez daha göstermiştir. Var olan yapı stokunun deprem riski giderilememiş, "yara sarma" anlayışıyla günün kurtarılmasına çalışılmıştır. Amaç maddesi " yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak" olan 3194 sayılı İmar Kanunu'na Geçici 16. madde eklenmiştir.  Türk İmar Tarihinin bugüne kadar ki en kapsamlı imar affı olan bu düzenleme ile hiçbir mühendislik hizmeti almayan ve bu kanun kapsamında mühendislik hizmeti alması talep bile edilmeyen yapılar, herhangi bir kontrol mekanizması olmaksızın, sadece mal sahibinin beyanı ile kayıt altına alınarak yasal statü kazanmıştır. Mühendislik hizmeti almadan kaçak olarak üretilmiş yapıların süresiz olarak yasal hale getirilmiş olması, devletin sorumluluğunda olması gereken can ve mal güvenliğini bir kenara atmıştır. Tüm yasal kurallara uyarak onun bedelini ödeyen konut ve yapı sahipleriyle birlikte, işini doğru yapan mühendis ve mimarlar cezalandırılmıştır. Açıkçası mühendis ve mimarların varlığının, bilgisinin, uzmanlığının yok sayıldığı bir ülkede güvenli yapı üretilmesi imkânsızdır.”

Ülkemizde var olan yapı stokunun deprem riskini gidermediği gibi, "Yara Sarma" anlayışıyla günün kurtarılmasına çalışıldığına dikkat çeken Dr. Kamil Akın, Mühendislik hizmeti almadan kaçak olarak üretilmiş yapıların süresiz olarak yasal hale getirilmiş olması, devletin sorumluluğunda olması gereken can ve mal güvenliğini bir kenara attığını dile getiriyor.

Asıl önemlisi de yine Dr. Kamil Akın’ın değerlendirmesine göre, durmadan fayları ve depremi konuşmak insanları depremin yıkıcı etkisinden korumaz.

Bir doğa olayı olan depremin doğal afete dönüşmesini önlemenin yolu, planlama-kentleşme, tasarım, uygulama ve yapı denetim sisteminin sağlıklı bir şekilde işlemesinden geçmektedir.

Planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanıma açılmasına kadar geçen tüm süreç, mesleki ve etik yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir.

Sosyal Devlet anlayışı çerçevesinde konut stoku yenilenmeli, yaşanacak bir depremde ayakta kalma şansları olmayan kaçak ve mühendislik hizmeti almamış veya eksik kalmış yapılar öncelikle yıkılmalıdır.

Yapı üretim sürecinin önemli bir parçası olması gereken "Şantiye Şefliği" konusu çözümün değil, sorunun bir parçası olacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Sonuç olarak Can ve mal güvenliğinin sağlanması için depreme dayanıklı yapı üretmekten başka bir yol yoktur.

Bugüne kadar yapılan çalışmalar, deprem öncesi alınacak önlemlerin deprem riskini önemli ölçüde azalttığını ortaya koymuştur.

Sorunu sorun olmaktan çıkaracak olan tek yol; deprem yaşanmadan önce alınacak önlemlerde saklıdır. Bu kapsamda Mesleki Yetkinliğin önünü açacak olan ve ciddi bir sorun oluşturan 3458 sayılı yasa mutlaka değiştirilmelidir.

Bunu sağlamanın en etkili yolu; yerleşim planlarında ana riskleri göz önüne alarak, gerekli düzenlemeleri yapmak ve " Deprem Yönetmeliklerini" ödünsüz bir şekilde uygulamaktır.

Deprem yönetmeliğinin ve depreme dayanıklı yapı üretilmesinin ana unsuru inşaat mühendisleridir.

Bu nedenle inşaat mühendislerinin iyi yetişmiş olmaları gerekir.

Bu duruma rağmen Fiziki şartları yetersiz, öğretim kadroları son derece zayıf, laboratuarı olmayan ve oldukça fazla kontenjana sahip okulların inşaat mühendisliği diploması veren okullara dönüşmüş olması iyi değildir.

Bilime, bilgiye, mühendisliğe, akla ve insana önem veren uygulamalar sorunun değil, çözümün bir yolu olarak görülmelidir.

Deprem değil, tedbirsizlik insanı ve canlıyı öldürür. Bu sözü hiçbir şekilde hangi konumda olursak olalım unutmamalıyız.

Şehrimizde, ülkemizde olası bir depremin neden olacağı can ve mal kayıplarını en az düzeye indirmek için Depreme Karşı her türlü tedbiri almalıyız. Bunun başka da yolu ve yöntemi de yoktur.

Ne dersiniz sizce de öyle olması gerekmez mi?