Türkiye 'de siyasiler tarafından söylenmekte olan her on yılda bir demokrasiden kopmalar, müdahale veya darbeler toplumsal bir mühendislik projesi olmuş gibi görülmektedir. İdareyi beğenmeyenler zamanla üst yapıyı kendi arzu ettiği formata veya forma sokma gayreti göstermiştir. Türkiye’de geçmiş yıllarda mevcut seçilmiş hükümetlere karşı darbe veya müdahaleler olmuştur. Ülkemizde 27 Mayıs Darbesi ve 12 Mart Muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Silahlı Kuvvetlerin yönetime karşı gerçekleştirdiği üçüncü açık müdahale 12 Eylül 1980 darbesidir. Temennim ülkemizde böyle darbelerin bir daha olmamasıdır. Bu yazıda müdahalelerin tarıma olan etkisi birkaç örnekle ele alınmaktadır.

27 Mayıs 1960 darbesinin, 12 Mart muhtırasının ve 12 Eylül 1980 darbesinin sosyal, ekonomik ve diğer etkileri yanında tarıma da etkileri olmuştur. 12 Mart muhtırasından sonra Anadolu'da çok eskiden beri tarımı yapılmakta olan Haşhaş ekimi yasaklanmıştır. Haşhaş hakkında kısa bilgi vermek gerekirse şunları söyleyebiliriz:

Haşhaş (Afyon), gelincikgiller familyasından bir, iki ya da çok yıllık bitki türlerinin ortak adıdır. Haşhaş, yazların sıcak geçtiği, orta derecede yağış alan bölgelerde yetişir. Anavatanı Doğu Akdeniz’dir. Hindistan ve Anadolu'da çok eskiden beri (MÖ’de bile) tarımı yapılmaktadır. Haşhaş cinsinin yaklaşık 50 türünden 30 kadarı Türkiye’de yetişmekte olup haşhaş ülkemizin öz bitkisidir. Yasaklama öncesi haşhaş bitkisi Türkiye'de Orta Anadolu Bölgesi'nde en çok Afyonkarahisar’da olmak üzere Denizli, Kütahya, Uşak, Isparta, Konya ve Burdur illerinde de ekimi yapılmaktaydı.

Haşhaştan ekonomik değeri olan tohum ve kapsül kabuğu olmak üzere iki önemli ürün elde edilmektedir. Bunların dışında henüz alkaloid oluşmamış bitkiler yeşil salata, bitki artığı sapları ise yakacak olarak değerlendirilmektedir. Haşhaşın uluslararası ününü sağlayan, içerdiği morfin ve diğer alkaloidlerden kaynaklanan tıbbi özelliği olan bir bitkidir. Haşhaş kapsülü morfin, kodein, tebain, noskapin ve papaverin gibi tıbbi öneme sahip olan ana alkaloidlerin yanı sıra yaklaşık 30 değişik alkaloid içermektedir. Haşhaş tohumları gri – mavi, sarı, beyaz, çiğ kahve ve pembe renklerde olabilmektedir. Haşhaş tohumunun en önemli özelliği % 45 – 54 yağ ve % 20 – 30 protein içeriğine sahip olmasıdır. Tohum geleneksel olarak gıda amaçlı ekmeklerde ve ezilerek hamur unlu mamuller üretiminde kullanılmaktadır. Tohumun sıkılması ile elde edilen yemekte ve gıda sanayisinde kullanılmaktadır. Ayrıca, kozmetik ve boya sanayi gibi birçok sektörde kullanımı vardır.

Türkiye’de 1933 yılına kadar haşhaş ekimi, afyon üretimi ve ticareti serbest olarak yapılırken, 1933 yılında 2253 sayılı kanunla “Uyuşturucu Maddeler İnhisar İdaresi” kurularak haşhaş ekim alanları Bakanlar Kurulu Kararıyla 17 ille sınırlandırılmış ve kontrol altına alınmıştır.  1938 yılında “Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)” nin kurulmasıyla uyuşturucu maddelerin tekeli TMO’ya verilmiştir. 1959 yılında haşhaş ekiminin kontrolüne dair 7368 sayılı kanun çıkarılarak bu kapsamda üretilen afyonun tamamının ihraç edilmesi ve yasal taleplerin karşılanamaması üzerine 1960 yılında “Bakanlar Kurulu Kararı” ile haşhaş ekimi izni 42 ile çıkarılmış ve daha sonra tedricen azaltılarak 1970 yılında 7 il’e düşürülmüştür.

Özellikle 19. yüzyıl sonunda kimyasal işlemden geçirilip eroine dönüştürülmesi ile dünya uyuşturucu sektöründe önemli rol oynamaya başlamıştır. Uzakdoğu, Hindistan ve Türkiye’de üretilen afyonun en büyük pazar alanı Avrupa ve Amerika’dır. 1960’ların sonlarında ABD’de uyuşturucu kullanımı önemli bir sorun haline gelmiştir. Türkiye’nin ürettiği afyonun ABD gençliğini zehirleyen en önemli kaynak olduğuna inanan ABD yönetimi, ‘uyuşturucu madde buhranına bulunacak çözüm yolu olarak Türkiye ile askeri ve stratejik ittifaktan faydalanarak bu dönemde haşhaş ekimini yasaklaması için Türkiye’ye baskı yapılmıştır. Bu dönemde iktidarda bulunan Adalet Partisi (AP) Hükümeti bu talebi kabul etmemiştir. 12 Mart Muhtırasından sonra kurulan Nihat Erim Hükümeti’nin ilk icraatlarından birisi haşhaş ekimini yasaklaması olmuştur.

Türkiye’nin yasa dışı uyuşturucunun kaynaklarından biri olarak suçlanması nedeni ile Türk Hükümeti bu suçlamaların doğru olmadığını kanıtlamak amacıyla ülkede haşhaş ekilişine 26/06/1971 tarihli, 7/2654 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde tam bir yasak getirmiştir. Başbakanlık Devlet Arşiv kayıtlarına göre getirilen bu yasak sonrasında Amerika Türkiye’ye 2 milyon dolar hibe yardımında bulunmuştur.

1971’den 1974’e kadar süren bu yasak sürmüştür. Ülkemizde haşhaş ekim yasağı önemli bir gelir kaynağından mahrum olan çiftçilerimiz üzerinde sosyal ve ekonomik olumsuzluklara yol açmıştır. Yaklaşık 1,5 milyon insan bu yasaktan olumsuz etkilenmiştir. Üniversitede okuduğum yıllarda (1973 öncesi) haşhaş la ilgili bilgileri anlatan Profesörümüz “Afganistan 100 birim ekiyorsa bunun 60’ını resmi istatistiklerde gösteriyor 40 birimini göstermeyip kaçak olarak yurt dışına veriyor” demişti.

Seçimler sonrası kurulan CHP-MSP Koalisyon Hükümeti, ABD’nin tüm bu üstü kapalı tehditlerine rağmen üç yıldır süren haşhaş ekimine ilişkin yasağı nihayet Bakanlar Kurulu’nda görüşerek Resmi Gazete’nin 1 Temmuz 1974 tarihli ek sayısında yayınladığı bir kararname ile kaldırdı (T.C Resmi Gazete, No:14932). Yasak kaldırımı sonrasında yapılan açıklamada, Bakanlar Kurulu dünya ilaç sanayiinin ihtiyacı ve 90 bin Türk üretici ailesinin durumunu göz önüne alarak, Afyon, Burdur, Denizli, Isparta, Kütahya ve Uşak illerinde tamamında, Konya ilinin Akşehir, Beyşehir, Doğanhisar ve Ilgın ilçelerinde ekimine izin verilmesini kararlaştırmıştır. 1974 yılında Kıbrıs harekâtından sonra ABD tarafından konulan ambargonun temelinde de haşhaş ekim yasağının kaldırılması yatmaktadır.

Ülkemizde Bakanlar Kurulunca haşhaş ekimine müsaade edilen yerlerde Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü’nce yapılan planlama çerçevesinde Birleşmiş Milletler teşkilatınca ülkemize verilen 700.000 dekar limit dâhilinde haşhaş ekimine müsaade edilmiştir. Kapsül çizimi de yasaklanmıştır. Söz konusu 700.000 dekar ekim limiti, ekiliş ve üretim potansiyelleri dikkate alınarak yerleşim birimlerine dağıtılmaktadır. Yerleşim birimi bazında verilen haşhaş ekim limitleri çiftçilere paylaştırılarak bu limit çerçevesinde bir çiftçiye en fazla 3 tarlasında haşhaş ekim izni verilmektedir. Üretilen çizilmemiş haşhaş kapsülleri Bolvadin’deki Alkaloid fabrikasında işlenmektedir.

Kenevir bitkisi de uyuşturucu etkisi nedeniyle yasaklanmış bir bitkidir.

12 Eylül 1980 Darbesi, birçok faktörün bir bileşkesinin ürünüdür. İthal ikameci sermaye birikim rejiminin gerek iç ve gerekse de dış kaynaklı birtakım dinamikleri kullanarak iktisadi kriz, iktidar bloku içerisinde çelişkilerin artması ile iktidar blokunun dağılması, işçi sınıfının politizasyonu, artan eylemler ve artan ölüm olaylarıdır. Gerek neoliberal kapitalist sisteme entegrasyon gerekse de iktidar blokunun yeniden yapılanması ve sermaye birikiminin güvence altına alınması ve yeniden üretimi, 12 Eylül 1980 Darbesi ve akabinde kurulan askeri rejimin olağanüstü devleti aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu süreçte içinde bulunduğumuz, yaşadığımız veya yaşamak zorunda kaldığımız birçok değerlerimizde yozlaşmakta veya kaybolma eğilimi görülmüştür. Olağanüstü devlet biçimi altında devletin bazı ideolojik hareketleri kontrol altına almak istemesi, sözde özerkliğin yaygınlaştırılması adına çok kişinin de canını yakmıştır. Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) kurulmuş, YÖK’ün kurulmasıyla birlikte üniversiteler cumhurbaşkanına bağlanmıştır. Siyasal partiler kapatılmış bu süreçte genel başkanları ve yöneticilerinin bir kısmı gözaltına alınmıştır.  Türkiye’de askeri rejim, 1980-1983 yılları arasında fiili olarak iktidarda bulunmuş, gerekli yasal-politik üst yapıdaki düzenlemeleri tamamlamadan iktidardan ayrılmak istememiştir.

Bazı siyasal kararlar yanında sendikal faaliyetlerde de sınırlama ve yeni yapılanmalar da getirmiştir. 1982 yılında yeni anayasanın kabul edilmesiyle Kenan Evren Cumhurbaşkanı ilan edilmiştir. 1983 yılı boyunca da izlenmeye devam eden politikalar sonrası başlıca ekonomik göstergeler olumsuz seyretmeye başlamıştır. 1983 yılı sonunda sivil rejime geçiş için demokratik seçimler yapılmış, 12 Eylül döneminde ekonomiden sorumlu Turgut Özal oyların çoğunluğunu alarak hükümeti kurmakla görevlendirilmiş ve böylece serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecini başlatılmıştır. 1983 sonrası için askeri rejim tarafından oluşturulan ortamda sivil rejim adı altında uygulanmaya devam edilmiş ve serbest rejime geçiş hızlandırılmıştır.

Türkiye, 1980-88 döneminde dünyayla ticaret yoluyla bütünleşmeye, 1989 sonrasında ise finansal serbestleşme yoluyla bütünleşmeye zorlandı. Her ikisinin sonuçları da, yüksek toplumsal maliyetler ve büyük ekonomik tökezlemeler görülmüştür. Ülke içinde yaratılan değerin büyük bir bölümünün metropollere akıtılması tarımda dengeleri bozmuş, köyden kentlere göç artmıştır.

Tarım ürünlerini ithal ederek iç pazarın genişliği ve canlılığını sağlamaya dayanan politika tarıma zarar vermiştir. Bu nedenle ithal edilen ürünler içerisinde ülkemizde yetiştirilmesi mümkün olanlar için uygun yetiştirme planları yapılmalı ve ancak ülkemizde yetiştirilemeyen ürünlerde ithal yoluna gidilmelidir.

Öncelikle, küçük ölçekli tarımın tasfiye edilerek, yerine büyük işletmelerin kurulması gerektiği anlayışı öne çıkarılmıştır. Bu teori doğru olmakla birlikte küçük işletmeler için yeni bir model geliştirilmemiştir. Ülkemizde küçük zirai işletmeler tarımda önemli bir üreten nüfus olup bunlar kaybedilince hem ekim alanları boş kalmakta, hem de üretimimiz azalmaktadır. 

1970’li yılların sonlarına doğru Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar ücret artışlarını ve taban fiyatlarını baskılamayı sürdürmüşler ve bu nedenle 12 Eylül1980 sonrası tarımsal ürün fiyatları baskı altında tutulmuştur.  Örneğin 1980-1991 döneminde ortalama tarımsal ürün fiyatları 71 kat artarken, tarımsal girdi fiyatları 107 kat artmıştır. İzlenen politika gereği destekleme alımı kapsamındaki ürün sayısının giderek azaltılmış, dönemin başında destekleme alımı kapsamındaki ürün sayısı 24 iken, 1985 yılında 18’e, 1990 yılında ise 10’a düşürülmüştür.

Destekleme alım miktarının toplam üretime oranı 1980-1989 yılları arasında buğdayda yüzde 10’dan yüzde 3’e, tütünde ise yüzde 71,5’ten yüzde 39,3’e düşmüştür. Öte yandan yaş çay yaprağı 1986, fındık ve pamuk ise 1988 yılından itibaren destekleme alım kapsamından çıkarılmıştır. Bu durum üreticilerin aleyhine olmuştur.


Destekleme alımlarının tarımın toplam katma değerine oranı 1976’da yüzde 14,7 iken, 1988’de yüzde 5,5’e düşürülmüştür. Tarımsal girdilere yönelik sübvansiyonlar sürdürülmekle birlikte, girdi fiyatlarının çok yüksek fiyatlarla artırılması karşısında bu uygulamanın etkinliği azalmıştır.
Tarım kredilerinin toplam krediler içindeki payı yüzde 23’ten yüzde 9’a gerilemiştir. 1980’de yüzde 16 olan bitkisel kredi faiz oranı 1985’te yüzde 32’ye, 1988’de ise yüzde 46,5’e yükseltilmiştir.

Tarımsal sübvansiyonların bütçe giderleri içindeki payı 1980 yılında yüzde 5,4 iken 1991 yılında yüzde 1,9’a, GSYH’deki payı ise yüzde 0,9’dan yüzde 0,3’e düşmüştür.
Yapısal uyum programlarının ayrılmaz bir olarak dış ticaret liberalize edilmiştir. Zaman zaman tohumluk, kimyasal gübre ve damızlık hayvan ithalatı serbest bırakılmıştır. Çayda ve tütünde uluslararası tekelleri ve yerli ortaklarıyla birlikte piyasaya hâkim olma noktasına getirilmiştir. Çiftçinin satın alma gücü giderek azalmış ve yaklaşık yüzde 35 dolayında kayba uğramıştır.

Tarımdan kazanılan sermaye diğer sektörler için önemli bir kaynak haline geldiğinden tarımda modernleşme ve yenilenme azalmıştır.

 
1980-1990 yılları arasında Türkiye’de kişi başına GSMH yüzde 35 oranında artarken, tarımda bu artış yüzde 15 dolayında olmuştur. Yani 12 Eylül sektörler arası gelir dağılımı bozulmuştur.

12 Eylül darbesi hayvancılığı da olumsuz yönde etkilemiştir. Ülkemizde hayvan sayısı giderek azalmış ve o yıllarda süt üretimi düşmüştür. Tarım alanlarında verimliliği düşük olan sektörlerde üretim yapan ülkemiz üreticilerinin daha verimli sektörlere yönlendirilmesi ya da tarımsal destekler, kırsal kalkınma yatırımları, projeler ve araştırma ve geliştirme faaliyetleri ile verimlilik artışı sağlanmasının gerekli olduğu sonucuna varılmaktadır. Aksi takdirde, gıdada ithalata bağımlılığın artması ülkemiz gıda güvenliğini olumsuz etkileyebilecek bir gelişme olacaktır.
1980 öncesinde toplumu kutuplara bölerek ayrıştırılmış ve ayrıştırılan toplum tek bir merkezden idare edilmiş ve birbirine kırdırılmaya çalışılmış ve gençliği pasifize edilmiştir. Toplumda ki bu dönüşüm; gençlik kesiminde yabancılaşma ve kimlik bunalımını beraberinde getirmiştir. Bu hareketler şehirlerdeki gençleri etkilediği kadar kırsal kesimdeki gençleri de etkilemiştir. Ayırımcılık bazı alanlarda (Güney Doğu Anadolu Bölgesi) tarımsal faaliyetlerin yavaşlama veya durma noktasına da getirmiştir.

Tarımda makine kullanımı ve ekipmanlardaki fiyat artışı üreticiyi borçlandırma ve bankalara muhtaç etmiştir. El emeği ile çalışan küçük köylü işi bırakınca kırsal ev sanayileri kapanmış veya büyük-ölçekli sanayiler tarafından ele geçirilmiştir. Meralar uzun yıllardır tekniğine uygun kullanılmadığından zayıflamış veya başka kullanımlara açılınca küçükbaş hayvancılık gerilemiştir.

Ülke sanayisinin ihtiyaç duyduğu emek gücünün çok üzerinde olan bu göç dalgasının bir nedeninin de, sanayinin ihtiyaç duyması yanında kırsal kesimden kaçış olduğu görülmektedir. Sanayileşme fabrika üretimine hız kazandırırken, tarımda da makine kullanımı, üretimin daha modernleşmesi, sulama, verimli tohumların kullanımı, suni gübreleme ve benzeri yöntemler, büyük ölçekli tarım üretimini gündeme getirirken küçük arazi sahiplerinin köyden kente göçüşünü de zorunlu hale getirmiştir. Kırdan şehre, şehir ve kırdan doğrudan yurtdışına göç olgusu hiç de tek başına Türkiye’nin izlediği yanlış ekonomik ve siyasi politikaların bir sonucu olmuştur.  Kırsal nüfusta göçler nedeniyle azalma görülmüştür.

Görüldüğü gibi darbe veya müdahaleler toplumu birçok yönden etkilediği gibi izlenen ekonomik politikalara göre tarım sektörü diğer sektörler gibi güçlü sivil yapılanmaya sahip olmadığından daha fazla etkilenmektedir.