Devlet yönetimi çok önemli ve hassa bir konudur. 

Devlet yönetiminde görev yapacak kişinin, görev yapacağı alanda başarılı olup olmayacağı ve iş bilir olup olmadığı oldukça önemlidir. 

Çünkü görevi sırasında yapacakları doğrudan devleti ilgilendirecektir. 

Böyle olduğu için Türk-İslam Devleti Teşkilatı'nda göreve getirileceklerde verilen görevi layıkıyla yapıp yapmayacağı öne çıkmıştır. 

Devletine ve milletine bağlılıkta liyakate bakılmıştır. Onun haricinde bir kişiye özel, makama özel liyakat dalkavukluğa girdiği gibi, bugüne kadar da dalkavukluktan bir fayda görülmemiştir. 

Dalkavukluk hiçbir işi yaramayan Konyamızın tabiriyle, "yalınayaklıların" işidir. 

Günümüzde bu yalınayaklılardan Konyamızın birçok kurum ve kuruluşunda çok olduğu gibi kendilerinden başka bir faydaları yoktur...

Ama buna rağmen yeri geliyor bir liyakatin hevesine kapılıyoruz. 

"Bu bizden, şu kişi bizi kolluyor, beni seviyor, partimizin destekçisi, ne dersek yapar, sözümüzden çıkmaz, zorda kalırsak yardım eder, düşünce dünyamıza uygun..." yanlış düşünce neticesinde her daim sıkıntılar çektik ve çekiyoruz. 

Buğday ektiğimizi sanırken, deve dikeni ektiğimizin farkına varmıyoruz. 

Dalkavuğun hoş sözleriyle mest olup, "Ne var canım sende bu işi yap" diyerek milletin, başına işe yaramaz, beceriksiz, kabiliyetsiz kişileri getiriyoruz. 

Ondan sonra kalkınma bekliyoruz, büyüme bekliyoruz!

Nerede görülmüş 3 kuruşa 5 köfte. 

Yine Konyamızın tabiriyle; alında kaçan mı?...

Şu görüşten olmuş bu görüşten olmuş hiç fark etmez. İşini çok iyi yapıyorsa bırakalım kalsın ama yıllar geçmiş ve gözle görülür başarı yakalayamamışsa çok fazla tutmaya gerek yoktur.

Başarı sağlamamış insanların bulundukları görevleri işgal etmesi de pişkinlikten başka bir şey değildir. 

Dinimiz de bunu emrediyor. 

İşi ehline vermezsek, kaybeden hep millet oluyor, devlet oluyor ki bunun vebali büyüktür...

Ehliyeti, mesleki ve yol tecrübesi, trafik bilgisi, motor bilgisi ve cesareti olmayan bir kimseye 60-70 kişilik yolcusuyla birlikte bir otobüs emniyet edilebilir mi?

Elbette edilemez.

O liyakat sahibi bir şoför olmadığı için, otobüsü içindeki yolcularla birlikte uçuruma, ölüme sürükler. İdareciler de böyledir. Ehliyetsiz, dirayetsiz, liyakati olmayan yöneticiler de ülkeyi ve milleti felakete, uçuruma sürüklerler...

Bu noktada Somuncu Baba ile oğlu arasında geçen şu hikaye bu anlamda önemlidir; 

Hacı Bayram Velî'nin şeyhi olan Somuncu Baba, kendisinden sonra irşat görevini oğlu Yusuf'a bırakmayarak, Hacı Bayram'ı kendi yerine tayin etmişti.
Yusuf, bu yüzden babasına karşı, hayretle karışık bir burukluk içerisindeydi. Bir gün asık bir suratla, bu meseleyi düşünerek dergâhın bahçesindeki kuyudan su çekerken, babası onu yanına çağırdı ve şöyle dedi: 
– Bak evlâdım! Hz. Peygamberin yolu açıktır. Devlet idaresinde, mânevi işlerde, sanatta, “işleri ehline bırakmak”, kendisinden sonra yönetici olacak şahsı yetenekli kişilerden seçmek dinimizin emridir. 
Benden sonra, manevi sırlara en fazla aşina biri ve talebeleri yetiştirmeye en uygun kabiliyetlerle donanmış kişi olarak Hacı Bayram'ı görüyorum. Sana karşı babalık sevgim, beni görevimi yapmaktan ve doğru yoldan ayıramaz. 
Yusuf, babasının bu açıklamasını dinledikten sonra, ona şöyle bir soru sordu: 

“Ama baba, görmüyor musun? Senin gibi bir dergâhı değil, koskoca milleti idare eden padişahlar bile, saltanatı oğullarına devrediyorlar. Onlar Müslümanlığı bilmiyorlar mı? Onlar Hz. Peygamberin yolundan habersizler mi? 
Somuncu Baba, bu soru üzerine âdeta irkildi. Rengi kaçtı. Ve üzüntülü bir sesle: 
– Evlâdım, çok doğru bir noktaya değindin. Haklısın. Hz. Peygamberin yolunda, idareyi en ehliyetli, en güçlü olana devretmek lâzımdır. Ama saltanatta kötü bir gelenek başlatılmış, öylece devam ediyor.Kötü geleneklerin yaşaması, bizi değişmez gerçeklere karşı gelmeğe itmemeli. Her şey yerli yerinde olmalıdır...