Hepimiz biliyoruz ki, ülkemizde yaşayan yetmiş yedi milyon Türkün dışında, dünyanın değişik yerlerinde yaşayan yüz yetmiş milyon Türk daha yaşıyor. Çalışmak için yurt dışına gidenler, balkanlardan uzak doğuya, orta doğudan Afrika'ya ve Orta Asya'da olduğu gibi bizlerin de göçüp geldiğimiz ama orada da bir o kadar yaşayan soydaşlarımızla beraber 250 milyon civarı Türk yaşıyoruz

Milliyet dışında, Balkan ülkeleri, Asya, Orta Doğu, Afrika, Uzakdoğu ve Orta Asya'da tarih boyunca oluşturduğumuz; sevinçlerimizin, inançlarımızın, üzüntülerimizin sıkıntılarımızın, ağız tatlarımızın paylaşılarak çoğaldığı, yeşerdiği, olgunlaştığı ortak paydalarımız, değerlerimiz var!

Bir de, bunun yanında, hiç ilişkimiz olmamasına rağmen ülkemize ve milletimize sempatiyle bakan milletler var.

Tabii bu sempatinin bir o kadar da ürküntü saldığı, menfaatlerinin tehlikeye girme ihtimali olan ülkeler de var!

İşte böyle bir ortamda bir Cumhurbaşkanı daha seçtik. Ama gördüğünüz gibi sadece sınırlarımız arasındaki yaşayan insanlar için değil!

Yurtta sulh, cihanda sulh diyen bir millet olarak aslında Cumhurbaşkanlarımızı hep seçtik ama çok da dünya gerçeklerini anlamayarak. Eğer yurtta sulh ve cihanda sulh, ne demek anlasaydık, Cumhurbaşkanlarımızı ona göre seçer ya da seçim sistemini ona göre kurardık. Çünkü yurtta ve cihanda barışın Cumhurbaşkanını; salonda değerli bir tablo gibi algılamazdık. Sadece bir makam olarak da algılamazdık.

Çünkü yurtta, dünyada barışı savunabilmek için; bu vizyona, iradeye sahip olmasını isterdik. Bu uğurda gayret edecek, bu uğurda zaman harcayacak ve bunları yapabilecek donanıma sahip olması gerekecek başkanları seçebilmeliydik. Atatürk bu uğurda canını ortaya koydu. Özal'a kadar da böyle vizyon sahibi bir lider çıkmadı. Rahmetli Özal, diğer milletlerle olan, olması gereken bağlı değerlerimizle diğer milletlerin arzu ettiği iletişimi yeninden başlattı.

Abdullah Bey de elinden geleni yaptı. Ama hükümetin gölgesinden kurtulamadı.

Şimdi Recep Tayyip Erdoğan büyük bir iddia ile geliyor. Akasında bir irade de var. Muhalefet bile bizde de böyle dirayetli yönetici olmalı cümlesini sesli olarak dile getirmese de, zımni bir destek ve hayranlık içerisin de muhalefet yapıyor.

Bir millet, evrensel kültür; bilim, teknoloji, sanat, düşünce üretebildiği kadar dünyalı olabilir. Evrensel davranışlar geliştirebildiği kadar dünyalı olabilir. Çevreci, adalet duygusu gelişmiş, vicdan sahibi değerleri milliyet duygusunun üzerine çıkmış davranışları, yaşamlarında yansıtabildiği ölçüde dünya toplumlarının kalbinde taht kurar. Verdiği kararlar, kurduğu sistemler insanlık üretebildiği zaman âlemin başköşesinde, zaman ve mekân ötesinde yerini alır.

Milletimiz bütün bu hasletlere sahip olduğunu, tarihin sayfalarında gösterdi. Ama uzun zaman bu misyonu taşıyacak lideri seçme becerisini gösteremedi.

Bu seçimde bir irade gösterdi. İddia bu misyonu gerçekleştirmek.

O zaman Cumhurbaşkanı, aile millet değerlerini korumakla beraber insanlık değerlerini ön plana almalı. En çok da ailecilik, geniş anlamda particilik Cumhurbaşkanının en tehlikeli hali olacaktır. Hatta yakınlık derecesi arttıkça ki bence Cumhurbaşkanına yakın olmak şans değil, bilakis sorumluluğun en büyüğü olmalı. Ateşten gömlek olmalı. Cumhurbaşkanının yakınlarının haklılıklarından çok doğrulukları önemli olacaktır. Çünkü kendileri istemese de Cumhurbaşkanlığı iklimi kâğıt üzerinde hak olan ama gerçekte doğru olmayan haklar üretecektir. İster istemez.

Cumhurbaşkanı insanlığın adalete, vicdana ihtiyaç duyduğu şu anda, önce kendi yaşamında, ülkesinde, sonra dünyada adaletin, hakkın, vicdanın kurumsallaşması ve genel davranış haline gelmesi için çalışmalıdır.

Ayrıca, Cumhurbaşkanı olmak için, inançlı, doğru, adaletli, erdemli, gayretli, babacan, korumacı, mütevazi, yerine göre celalli değil, yaşamı, adaletli, vicdanlı, doğru, hakkaniyetli, inançlı(tabi her insan kendi inancını yaşamalı), kültürlü hale getirmek için, bu misyonu temsil etmek için Cumhurbaşkanı olmalı.
Cumhurbaşkanı kendi bekasını korumak için değil, milletin ve insanlığın bekasını korumak için Cumhurbaşkanı olmalı

Ama her şeyden evvel kurumsallaşmalı kurumsallaştırmalı. Allah düzeni, nizamı istemeseydi âlemi bir nizam üstüne yaratmazdı. Namaza vakit, zekata nisap koymazdı. Kuranın her satırı her noktasını bir düzen ve nizamla göndermezdi.

O zaman balkonda yapılan konuşma balkonda kalmamalı, yoksa mana balkondan evrene mesaj olsa da, etkisi balkonda kalır. Balkon Cumhurbaşkanlarını, liderlerini insanlık alkışlasa da kalbine yazmaz.

Çünkü çınar ağacının altında kırk vakit gölgelenirken; bu gölgenin sahibini unutmamak lazım. Bugün balkondan seslendiğiniz Cumhur bu çınarı yetiştirdi. Tohumunda koca gölgelerin olacağını bilerek.