4 yıldır üzerinde çalıştığım bilgi notlarının ikincisini sizlerle paylaştıktan sonra, eğitim sistemi üzerine bir beyin fırtınası sonrası bilgi notlarımın ilkini takdirlerinize sunacağım. Amacım eğitim sistemini kurumsal çerçevede işlev boyutunda ve amaç boyutunda masaya yatırmak, dost sohbetlerinin mevzu haline getirmek ve bu alanda ortak aklı tecessüm ettirmek.  

Eğitim sistemimizin hem sayısal boyutunda hem de nitelik boyutunda ağırlıklı yapısında örgün eğitim kurumları yani okul vardır. Örgün eğitim tek seçenek olduğu sürece sisteme giriş çok önemli hal alır. Özellikle Türkiye gibi sosyal mobilitesi yüksek ve eğitimin en önemli sosyal mobilite aracı olduğu bir ülkede, okulun sosyal mobilitede rolünü de dikkate aldığımızda okul sistemine giriş ve bu girişin yöntemi merkezi sınavlar kritik önem kazanır, sınavlar hayat-memat meselesi haline gelir. Bu tip sınavlar zaten doğası gereği riski yüksek olan sınavlardır. Eğer sınav günü başınız ağrıdı ise hayatınız boyunca başınız ağrıyacaktır, hayatınız boyunca bedel ödeyeceksinizdir, telafisi edemeyeceksinizdir. Bu kadar büyük bir riski üretmek rasyonel mi, değer mi?

Eğitim sistemi, diğer sistemlerle hem etkileyen olarak hem de etkilenen olarak etkileşim içerisindedir. Biz eğitim bilimcilerin eğitim sistemi üzerindeki kontrol edilebilir iç değişkenlere odaklanması lazım. Eğitim sisteminin başarısında üzerinde çalışabileceğimiz ilk değişken öğretmen, ikinci değişkenimiz okul sistemi, üçüncü değişken ise müfredat, öğretim programları…

İlk değişkenimiz öğretmen boyutunda önemli çalışmalar yapılıyor. Öğretmen niteliğini geliştirmeyi hedefleyen bazı çalışmalara son strateji belgesinde yer verilmiş, strateji belgesindeki bazı hususlara ciddi rezervlerimiz olsa da iyi bir başlangıç olarak görüyoruz. Bütün negatif faktörlere rağmen Türkiye’nin yine de en nitelikli insan kaynağı ve en ideal insan kaynağı bu alanda, öğretmenlerimiz hala toplumun en idealist ve fedakar kesimi. Bu büyük bir artı. Öğretmenimizin niteliğini geliştirmek için çaba harcarken, öğretmenin bir medeniyet inşacısı olduğuna dair tüm paydaşların konsensüsü lazım. Siyasal karar vericilerin bunu içselleştirmesi lazım. Eğer Siz öğretmeninizi bir memur olarak görürseniz memur öğretmende karşısındaki öğrenciyi bir evrak olarak görür. Siz eğer öğretmeninizi Fatihleri yetiştiren, Yavuzları yetiştiren peygamberlerin varisi bir mesleğin müntesibi olarak görür ve öyle bir rol biçiyorsanız başka olur. Ama ne yazık ki yaşadığımız toplumsal dönüşüm öğretmenimizi  devlet memuru olarak görüldüğü örnekleri fazlası ile Bize yaşatmaktadır. Tüm kesimlerinin öğretmene biçtiği rolü yeniden bir değerlendirmesi  gerektiğini düşünüyoruz.

İkinci değişkenimiz Okul, teknolojik olarak ve fiziki mekan bağlamında okula çok yatırım yaptık. Kısmen karşılığını da alıyoruz. Derslik başına düşen öğrenci sayısını 30’lu sayılardan 15-18’li sayılara çektik. Eğitime milli gelirden ayırdığımız payı %1,5-1,7 bandından %3’lere çıkardık. Ama artık okul sistemi üzerine kafa yormamız gerekiyor, okulu yeniden tanımlamamız belki de farklı bır bakış açısıyla Bizim okulumuzu yeniden kurmamız gerekiyor. Okulu mabet konseptiyle inşa etmemiz lazım. Hem fiziki mekan bağlamında hem işlev bağlamında mabet konseptini kastediyorum.  Okulun, tüm paydaşlarının herkesin ama herkesin servisçisinden, çocuğunu sabah uğurlayan anneye kadar herkesin, kainatın en önemli işinin yapıldığı, öğrenme faaliyetinin yürütüldüğü bir mekan olarak okulu tanımlaması lazım. Ne yazık ki, okula verdiğimiz değer ne o fiziki mekan bağlamında ne de işlev bağlamında bu çerçevede değil. Okulun bir ruhu olduğunu yok sayıyoruz. Okulu daha ziyade fiziki bir mekan olarak değerlendiriyoruz. Mimari yapısına baktığımızda bile o soğukluğu, ruhsuzluğu hissediyoruz. Bir mabedi inşa ederken ki o hassasiyetimizi maalesef bir okul inşaasında göremiyoruz, ki Biz, medeniyet olarak eski okul/medrese mimarisine baktığımızda o ruhu, huzuru çok net hissederiz ama… Okul mimarimiz mekanı paylaşan herkesin hem duyuşsal hem de bilişsel boyutta itminana erdiği, huzura erdiği, kendini rehabilite ettiği ve en önemlisi kendisini değerli hissettiği bir mekan olması gerekirken, kitlesel eğitimin 19.Yüzyılda bize dayattığı okul mimarisine Bizi mahkum ettiler. Sert sıralar, soğuk duvarlar, mekanik ritüeller….

Bir okulun başarılı olup olmadığına dair bir kriterim var. Sabahleyin öğrencileri, öğretmenleri, koşarak, neşe içerisinde okula geliyor ise o okul başarılıdır. Eğer öğrencileri, öğretmenleri sabah okula gelirken ayakları geri geri gidiyor, omuzları çökmüş, yüz gerilmiş ve insanların birbirine selam vermediği, veremediği bir formatta ise o okul başarısızdır. Diyorum. Bana göre bir okulun başarı ölçüsü budur. Yani okulun tüm paydaşları, okula gelmekten, okulda bulunmaktan mutluluk duyuyorsa huzur hissediyorsa iyi ki bu mekandayım diyor ise okul başarılıdır, maksat hasıl olmuştur. Okulda geçireceği süre, öğretim içerikleri, öğretim yöntemleri vs…hepsi ikincildir. Birincil olan orada bulunmaktan haz almasıdır, huzur bulmasıdır. Okulumuzu huzuru arayan okul konsepti ile dizayn etmek zorundayız. Bunu yaparken bireysel farklılıkları dikkate alacak ve ve kişilerin hayatındaki olası tercih değişmelerini rahatça gerçekleştirebileceği program çeşitliliği sağlamak zorundayız. Sistemin dikey ve yatay geçişlere izin veren bir sistem olması lazım. Bunu yapabildiğimiz de zaten kendiliğinden bugün için hayat memat meselesi haline gelmiş olan merkezi sınavlar ikincilleşecek, önemini kaybedecektir. Bugünkü paradigma 19. Yüzyıl ile 20 Yüzyılın ilk yarısı Fransa’sının aydınlanmacı bakışının inşa ettiği okul sistemi artık insanın ruhunu okşamıyor, insanın bir tarafını eksik bırakıyor. Ona belki beceriyi öğretiyor ama o bile yetersiz artık. 21 yüzyıl insan tipi bu becerileri de kullanamayacak. Sanayi 4.0 devrimi ile beraber bilginin üretim sistemi değişti, üretilen metanın yaşama transferi değişti. 19. Yüzyıl Kara Avrupa’sında üretilen okul sistemi, dünyayı bu gün için anlamaktan Dünya'nın ihtiyacı olan insan tipini yetiştirmekten uzaktır. Bu kriz aynı zamanda zamanı ıskalayan Bizim gibi Büyük medeniyetlerin taşıyıcısı milletler için büyük bir tarihi fırsat sunuyor. Paradigma değişim zamanı geldi, köklerimize dönme zamanı geldi. Bireysel farkları dikkate alan, insan tercihini dikkate alan, öğrenme sürecinin biricikliğini dikkate alan, bireyin özgürlüğünü esas alan bir eğitim sistemi için;

‘Haydi Bismillah.’