Biraz ilerledikten sonra mağaradan çıktılar. Karşılarında Bilge ajanın küçük kulübesi duruyordu. Kapıyı tıkladılar. Kapıyı küçük bir çocuk açtı. “Siz kimsiniz?” “Biz bilge ajanın öğrencileriyiz.” “Bir dakika…” deyip kapıyı kapattı küçük çocuk. Serhat ve Osman’a bir asır kadar uzun süren bir zamandan sonra -Sadece 46 saniye- kapı bu defa 20 yaşlarında genç bir abi tarafından açıldı. “Hangi öğrencilerimsiniz siz?” “Serhat ve Osman.” “Gelin çocuklar gelin” İçeri girerler.  “İkiniz de sınıf birincisiydiniz.” “Evet hocam. Size çok önemli bir soru soracağız. Daha önce Haldun diye bir ajan yetiştirdiniz mi?” “Evet. Hiç sevmezdim onu. Zaten o daha sonra Haluk oldu. Bile bile ismini değiştirdi.” “En son nerede gördünüz hocam?” “Bu aralar benimle çok uğraşıyor. Kendimi takip ediliyor gibi hissediyorum.” “Çok sağ olun hocam, Hem sizi, hem de Çocukistan’ı kurtaracağız.” Dışarı çıktılar. Evet evet! Geriye sadece onu bulmak kalmıştı. “Sonra gel keyfim gel.” “Dur yahu yazar bir anlatsın.” İlerlemeye başladılar. Yine ayrı ayrı ilerliyorlardı. “Çaycı. Beni duyuyor musun.” “Sana da limonata diyeceğim ama. Yeter ya!” “Bu sözleri duyduğuma göre duyuyorsun. Mağara benim tarafta haberin olsun.” “Tamam, tamam” İlerlerler. “Allah!” “Neler oluyor limonata.” Bu sırada Serhat bir ağaca çıkmış, yerdeki yılanın gitmesini bekliyordur. “Bana bak fazla konuşamam yerde yılan var te… e… bas… yoru…” “Anladım tamam.” “S… ben… bekle.” “Vallahi ben beklemiyorum.” “Iıı… ııı…” “Bu arada mağara senin tarafta değil. Bu tarafta.”

Bakalım yarın neler olacak? Yarın devam edeceğiz.

Yenigün Gazetesi Çocukistan’ı Sundu