“Diyanet İşleri Başkanlığı, 4 Mart1924 tarihinde 429 Sayılı Kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur.
Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, Din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevlidir.
Türkiye anayasasının 136. maddesinde; “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” hükmü yer almaktadır.
Örgütte Din Şurası, Merkez Disiplin Kurulu, Teftiş Kurulu, Hukuk Müşavirliği, Din İşleri Yüksek Kurulu, Dini Görevler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Müdürlüğü, il ve ilçe Müftülükleri, bucak ve köy İmamlıkları, Vaizlikler, Cami görevlileri.”
Sosyal hayatın vazgeçilmez bir unsuru olan dine dair işlerin yürütülmesi için kurumsal bir hüviyete her hâlükârda ihtiyaç bulunduğu açıktır. Ülkelerde din hizmetlerinin sunumu her ülkenin kendi gelenek ve kültüründen gelen özelliklere göre şekillenmektedir. Türkiye'de din hizmetleri geçmişten günümüze hep bir kamu hizmeti olarak görüle gelmiştir. Osmanlı devleti çoğunluğun dini olan İslam dini ile ilgili işleri olduğu gibi azınlıkların dini işlerini de kamu hizmeti anlayışı içerisinde idare etmiştir.

Osmanlı devletinde İslam dinine dair işler ve Müslümanlara sunulacak din hizmetleri, bir devlet görevlisi olan Şeyhülislam tarafından idare edilmiştir. Şeyhülislamlık, İmparatorluğun son iki asrına gelinceye kadar vakıflar ve din hizmetlerinin yanında adliye ve eğitim hizmetlerini de yürütmüştür.

 

Mustafa Kemal'in milletimize yaptığı en önemli hizmeti bana göre Diyanet işleri teşkilatının kurulmasıdır. Son zaman diliminde ülkemizin içine düşürülmek istenen kaosu gördükten sonra diyanetin varlığının ne denli önemli olduğunu anlamış olduk.

 

Şayet diyanet teşkilatı olmasa idi şimdi falanca şeyhin, filanca hocanın hatta üfürükçü, cinci sahtekârların himmetine muhtaç olacaktık. Yıllarca ALEVİ-SÜNNİ, KÜRT-TÜRK,SAĞCI- SOLCU kavgasının bir türlü yeşertilemediği ülkemizde tarikat-cemaat, dahası çıkar kavgası kaçınılmaz olacaktı..Ülke yönetimi birkaç cemaat şeyhi(?)nin kontrolünde olacaktı.

 

Günlerdir hepimizi tedirgin eden paralel bir yapılanmanın müntesiplerinin yasaların değil de şeyhlerinin emirlerini uygulamaya kalkışmasını dehşet içinde izlemekteyiz.

CHP ve HDP ninabsürt, uçuk kaçık, temelsiz vaatleri herkesin diline pelesenk olmuş durumda. Kimi, bu vaatlerle dalga geçiyor, kimi ise ciddiye alıyor. Bence üst akılın yönlendirdiği bu iki partinin, seçim kampanyası sanki başarılı gibi gözüküyor. O kadar ustaca yönetiliyor ki asıl hedef bu vaatlerin arasında gizlenmiş kimse fark etmiyor. Varsa yoksa maaş, ikramiye, asgari ücret falan. Bunlar tartışılıyor. Onlar vaat ediyor karşıtları kaynağı nereden bulacaksın diyor. Tamda üst akılın istediği kısır döngü. Dön dur. Asıl hedefi görme!

Son günlerde ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin; pastasına ortak olan Türkiye'nin elini kesmenin formülü aranıyor. İşte seçim, bunlar için bir fırsat. Gerdeğe girecek Abaza damat gibi gözü dönmüş CHP ve iradesi ve aklı emperyalistlere kiralanmış HDP. Bunların vaatlerinin kaynağı ise bu ülkeler. Bizim kafadarlar, vaatlerinin arasına sıkıştırıvermişler Diyaneti kaldıracaklarını. Taviz büyük olunca onlar da bu parayı bunlar iktidara geldiklerinde verecekler. Bundan kuşkunuz olmasın. Toplumun çimentosu olan dini, sulandırarak yıkmak kolay olacaktır. Yani bu milleti midesinden bağlamaya devam edecekler. Tankla topla yapamadıklarını bu iki parti marifetiyle gerçekleştirecekler. Filistin'den toprak karşılığı Osmanlının borçlarını ödemeyi teklif ettiler olmayınca da Abdülhamit Han'ı tahtan indirip Osmanlıyı parçaladılar.yetti mi yetmedi.Yeni Türkiye Cumhuriyetini Lozan'da tanımak için Hilafetin kaldırılmasını şart koştular.Tabi bunu yaparken dünya Müslüman kamuoyundan alacakları tepkileri bildikleri için Lozan antlaşmasının resmi şartlarının içine koymadılar. Yıllarca uğraştılar Hilafeti kaldırmak için. Büyük bedeller ödediler. İçimizden çıkmış sözde aydın ilericilere Hilafeti bir gecede kaldırttırıverdiler. Kaldırılmasaydı, ne Türkiye Cumhuriyetini tanıyacaklardı nede Lozan antlaşması olacaktı.

İşte zurnanın zırt dediği yer. Diyanetin kaldırılması. Kaldırdığınız zaman boşlukta kalan insanlar kötü niyetli kişiler tarafından birbirine düşülüp kıyametin büyüğü ülkemizde kopacaktır. Cemaat çatışmaları sonrasında iç savaş. Allah korusun! Peki, zor mu? Zor değil. Hilafetten daha kolay kaldırılır Diyanet. Hilafet dünyadaki tüm Müslümanları ilgilendiriyordu, Diyanet öyle değil. Kardeş kavgasına tutuşmuş Türkiye'nin kendisine ve bölgesine umut olmuş diğer ülkelere faydası olur mu?

 

Şimdi CHP ve HDP ye oy verenin bir kere değil, milyon kere daha düşünmesi gerekmektedir.

HDP ye oy verecek dinine, diyanetine bağlı seçmen kardeşim! Sen seccadeni göz yaşınla ıslatırken bak bu peşinden koştuğun adamların lideri(?) senin dininle ilgili neler söylemiş!!

 

Lise dönemlerinde büyük felsefik bunalımı yaşadım. Tanrı ile savaşı verdim, bu savaştan başarı ile çıktıktan sonra yarı Tanrı oldum.(Abdullah Öcalan, Özgür Yaşamla Diyaloglar, Ekim 2002, s. 257)

Namazın kendisi de genel anlamda bir tiyatrodur. (Abdullah Öcalan, Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 354)

(Hz. Muhammed) ... kendi Allah'ını yeniden tasarlamaktan geri durmamıştır. Tarihsel ve toplumsal gerçeklik budur. Günümüzün Allah'ı ise bilimin özüdür.

“Bizim din ile ilişkimiz yok. Halkımız Tanrı'dan, ideolojiden kopmalıdır. Ben çok uğraştım sonunda Tanrıdan koptum.”

“Tanrıyı aştım. Böylece Abdullah Öcalan olabildim

"Tarih içindeki gelişimine baktığımızda, ALLAH tapımıyla birliğe ve güce ulaşılmak istendiği çok açık görülmektedir. Öyle sevgili kulun cennete gitmesi gibi kavramlar, işin fantezi kısmıdır, edebi kısmıdır."

"Tek Tanrılı din ideolojileri, baştan sona siyaset ideolojileridir. Dini söylem, ALLAH, peygamber ve melek gibi kavramlar dönemin siyasi literatürüdür. (Abdullah Öcalan, Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 204)

Öcalan da dahil olmak üzere komünizmin kanlı liderlerinin tümü dine, aileye ve devlete karşıdırlar. Ve bu kurumları yıkmak için çaba harcarlar. Terörist başı, ailenin ortadan kaldırılması gereken bir kurum olduğunu anlattığı İmralı Mahkemesi'ne verdiği 81 sayfalık savunmasında çocukluk yıllarını şöyle anlatır:

Tepkim, feodal aile bağlarınaydı. Denebilir ki, ilk isyanım bir çocuğun beklentilerine cevap vermekten çok uzak aile ve köy yapısına karşı gelişti... Erken yaşlarda aile ile önemli bir kavga ile ...koptum.

Öcalan "Kürdistan'da Kadın ve Aile" isimli kitabında ise şöyle der;

Aile kurumunun tehlikelerini, tarihe karışabilir mi diye tartışıyorlar. Sallantılı bir çekirdek aile durumu ortaya çıkmıştır.

Kapitalizmin ortadan kalkmasıyla birlikte bu anlayışın kendisi de ortadan kalkacaktır. (s. 44)

(Aile) Müthiş köleleştirici, insanı kendi başına yok oluşa götürecek bir ilişkidir... Bugün Kürdistan'ın her köyünde ve kentindeki kokuşmuş aile ilişkilerini kabul etmiyor ve bunlardan ürküyoruz. (s. 47)

Bazı güçler tarafından sağına soluna koltuk değnekleri yerleştirilerek güçlendirilmeye çalışılan, çok tehlikeli, ideolojik, politik, ahlaki, kültürel ve ekonomik gericiliği yaşatan tehlikeli bir kurumdur aile. (s. 48)

 

BUNDAN SONRADA HALA BEN BU İKİ PARTİYE OY VERECEĞİM DİYORSAN TESBİHİNİ,SECCADENİ KALDIR.KİMSEYİDE İKİ YÜZLÜLÜK YAPIP, KANDIRMA!!!