Cengiz Aytmatov (d. 12 Aralık 1928, Kırgızistan - ö. 10 Haziran 2008, Almanya).
Ülkemizde eserleri beğeni ile okunan Kırgız yazar. Ünlü Kırgız Türk'ü edebiyatçı,  yazar gazeteci, çevirmen ve siyasetçi.

Eserlerini,   Kırgızca ve Rusça olarak kaleme alan Aytmatov,   milletinin tarih boyunca kazandığı sosyal, kültürel, ahlaki, edebi, askeri yani bütün maddi ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtmış, yaşadığı coğrafyanın insanının tarih içinde kazandığı değerleri, acılarını, kahramanlıklarını, tecrübelerini yazıya döküp ölümsüzleştirmiş, halkının içinde düştüğü zor durumları eserlerinde en güzel şekilde anlatmış, onların çözümlerine dair ipuçları göstermiş, eserlerinde kendi ifadesi ile 'tipik İnan’ı ortaya koymaya çalışmış bir yazardı.

Hikâyelerinde milletinin temel mülkü olan milli hafızaya ait efsane, destan, masal, hikaye ve türküleri ve bunların meydana geldiği şartları, ardındaki hikayeleri, insanları kullanırken, Kırgız Türk kültürünü, psikolojisiyle, duyuş ve anlayış tarzıyla, maddi manevi zenginliğiyle o kültürü bina edenlerin evlatlarına yeniden hatırlatmaya çalıştı.

Cengiz Aytmatov'un Bazı Eserleri:

Dağlar Devrildiğinde-Ebedi Nişanlı (Son romanı - 2007), Darağacı - Dişi kurdun Rüyaları, Gün Olur Asra Bedel, Fuji-Yama, Fuji Dağının Tepesi, Beyaz Gemi, Selvi Boylum Al Yazmalım , Elveda,  Gülsarı!, Dağlar ve Steplerden Masallar, İlk Öğretmenim, Cemile, Yüzyüze, Zorlu Geçit, Toprak Ana, Cengiz Han'a Küsen Bulut, Çocukluğum, Kızıl Elma (Hikaye), Hiroşimalar Olmasın, İlk Turnalar, Gül Sarı, Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek, Sultan Murat ,Dişi Kurdun Rüyaları, Kassandra Damgası .

Mankurtlaşmak

Cengiz Aytmatov’un 1980 yılında yazdığı "Gün Olur Asra Bedel”  adlı eserinde Kırgız destanlarından yararlanarak güncelleştirdiği bir kişiliktir. Mankurt bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren düşmanının kuklası haline gelmiş bir zavallı insan tipidir.

Kırgızistan Türkeri’nin baş düşmanı olan Juan-juan‘lar diye acımasız bir topluluk vardı.  Bu topluluktaki insanlar, tutsak ettikleri kişileri kendi bölgelerine götürüp incelerlermiş. Güçlü ve dayanıklı olanları  “mankurtlaştırmak” için ayırırlarmış. Geri kalan güçsüzleri ise başka yerlere satmaya çalışırlarmış.

Mankurtlaştırılacak kişiler belirlendikten sonra bu kişinin önce diri diri kafa derisini yüzer, daha sonra da tek kıl kalmayacak biçimde bütün saçlarını yolarlarmış. Kişinin kafasını tamamen temizledikten sonra bir deve kesilir ve bu devenin boyun tarafından alınacak bir deriyi, sıcak sıcak genç tutsağın kafasına geçirirlermiş. Kafatası deve derisiyle tamamen kaplandıktan sonra, hem daha çabuk kurusun hem de tutsağın çığlıkları duyulmasın diye tutsak bir çöle götürülürmüş. Kafasını yere sürüp deriyi çıkartmaması için de, tutsağın boyun kısmına kütüğe benzer bir şey geçirir, ellerini ayaklarını bağlar ve onu yere eğilemeyecek biçimde bir ağaçla sabitlerlermiş.

 Tutsak günlerce kızgın güneşin altında beklediği için, deri kafasında kurumaya başlar, kurudukça büzülür, büzüldükçe de kafatasını aynen mengene ile sıkar gibi gerermiş. Bunun yanı sıra kökünden kazınan saçlar yeniden çıkmaya başlayınca, kafada kuruyan deriye çarpıp geri döner ve böylece kıllar üste doğru çıkamayınca alta doğru iner, beyne saplanmaya başlarmış. Hem kafatasının gerilmesi hem de kılların beyne batması tutsağa anlatılması çok güç bir acı yaşatırmış. Eğer tutsak çok güçlü ve dayanıklı değilse acıya dayanamayarak ölürmüş. Tutsak, eğer yaşamayı başarabilirse hem çektiği acılar hem de kılların beyne batması nedeniyle bilincini (hafızasını / şuurunu) kaybedermiş. Juan-juan‘lar onu çölden alıp getirir, boynundaki kalıbı çıkarır ve ona yemek verirlermiş. Annesini, babasını, boyunu, doğduğu yeri, adını unutan tutsak, artık kendisini karnını doyurmaya çalışan bir varlık olarak görmeye başlarmış. Tutsağın sahibi olarak gördüğü kişi, ona sıkça yemek verip onu kendine bağlarmış. Artık bir “mankurt” olan bu kişi, sahibinin sözünden çıkamayacak emirleri eksiksiz yerine getirecek bir “robot“tan farksızdır. Sahibi ne kadar zorlu, sıkıntı verici işler yapması için ona emir verse de, o onları yapmaktan çekinmezmiş.

Mankurt olunca kafa toptan gidiyor. Tam bağımlı oluyor. Hani bilgisayarda reset düğmesi var ya ona basılmış gibi oluyor. Bütün geçmişi siliniyor. Yeni bir köle hayatı başlıyor. Efendisinin emrinde…

Milletler zaman zaman rehavete kapılıp, felaketin eşiğine gelebilir. Biz de felaketin eşiğine gelmiş ama ‘ölü toprağını’ üstünden atarak İstiklâl Savaşı’nda eşsiz cesareti ve fedakârlığıyla destanlar yazmış bir milletin bireyleriyiz. Ülkemizin iyi yetişmiş genç ve eğitimli nüfusu, kökünü tarihin derinliklerinden alan devlet geleneği, üstün coğrafyası, zengin yer altı ve yerüstü kaynaklarıyla geleceği parlak olan bir ülkedir.

Aklı ve bilinci kuşatılarak teslim alınmış, tarihi unutturulmuş yani mankurt olan kişi ya da toplum emredileni sorgulamadan, tartışmadan ve isteyerek yapar. Mankurtlaşmaktan kurtulmak, insanın sahip olduğu en önemli unsur olan akılla mümkün olabilir.

Bunun için de akıl sahiplerinin, unutturulmaya çalışılan dinimize, dilimize, kültürümüze, değerlerimize sahip çıkması ve çıkılmasını teşvik etmesi gerekir. Milletimiz üzerinde dün olduğu gibi bugün de oynanan kirli oyunların farkında olup, mankurtlaştırma araçlarına karşı uyanık kalarak tarihsel rolümüzü iyi kavramalıyız….

Barış Pınarı Harekâtı

Fırat'ın doğusuna yapılan askeri operasyon olarak nitelendirilen Barış Pınarı Harekâtı devam ediyor. Bu operasyon canı gönülden destekliyorum. Cenabı Allah ordumuzun yar ve yardımcısı olsun. Devletimizin ve milletimizin bütünlüğünü korusun. Şu ana kadar şehit olan asker ve sivil kardeşlerimize rahmet, gazilerimize hayırlı ömürler diliyorum.

Baki selamlar. Kaynak: 1) https://onturk.org/2011/03/24/mankurt-ve-mankurtlastirmak/

                                             2) http://www.kardelendergisi.com/yazi.php?yazi=1695