Bugün aynanın karşısına geçip, kocaman bir gülümseme yerleştirdim yüzümün orta yerine…

Acıların engebeleri ve atlattığım zorlukların eğimleri de oracıkta beliriverdi. Yüzümün uçurumu olan çiçeklerle bezenmiş gamzelerim hepsini içine çekerek güzelliğini ortaya serdi.

Adeta bütün hüzünler bir zelzele ile enkaz altında kaldı ve yeni yeni umutlar inşa edildi yüzümün üzerine…

Canımın şiiri doldun taştın yürek mısralarımdan yine… Satırlarıma sığdıramaz oldum sevgini. Geldin mi, ne de hoş geliyorum bu sere…

Küçük bir umut-u hayal gibi sarsıyor gerçek dünyamı düşlerimdeki yerin. Kayboluyorum senin etrafında yarattığım ütopyanın içinde… Seni bulmak kendimi bulmaktan daha kolay... Sen beni benden uzaklaştıran bir serap oldun hayatımın sokaklarında… Çöle dönmüş yüreğim, seni su gibi görmekte…

İşte karşımda duran ben aynasında tebessümle izliyorum kendimi, saklı olan gizlerimi… Güz izlerimi saklıyor yüzümün çizgileri… Hüznümün atlası çocuksu yüreğimde… Gülüyorum. Bir canımın şiiri olsun diyorum dizeleri ömre bedel...

Yaşlanmış hayallerimi umursamıyorum. Astım bütün olumsuzlukları darağacına… Muhabbet, sevgi, aşk, sulh, umut, hayal, samimiyet yerleştirdim hayat sahnemin ön koltuklarına. Bu mühim şeyleri unutmuşa benziyoruz insan kardeşlerim. Rahata, maddeye düşkün hale dönmüş durumdayız.

Bir hikâyede anlatılan efsaneye göre; “Bir kadın, bir gün kucağında çocuğu ile birlikte bir mağaranın önünden geçerken içeriden gelen bir ses duyar: ‘İçeri gir ve ne istersen al ama en mühim olan şeyi unutma! Ayrıca; sen çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da dikkate al… Ancak bu fırsatı kaçırma ama yine de en mühim şeyi unutma…’ diyor, durmadan ikaz ediyordu. Kadın, mağaraya girer ve büyük bir servetle karşılaşır. Yığınla altın ve mücevherleri görünce şaşkına döner ve çocuğunu yere bırakarak hemen büyük bir hırsla mücevherleri toplamaya başlar. Bu sırada o esrarengiz ses yine duyulur: ‘Yalnız sekiz dakikan var.’ Sekiz dakika çabuk geçer. Kadın toplamış olduğu kıymetli taşlar ve altınlarla birlikte mağaranın dışına koşar ve kapı kendiliğinden kapanır… Bu sırada çocuğunu içeride unutmuş olduğunun farkına varır ama iş işten geçmiştir. Ağlamak, sızlamak, dizini dövmek, saçını başını yolmak fayda vermez. Kapı bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Zenginlik uzun sürmez ama ümitsizlik hep yaşar. Aynı şey çoğu zaman birçok insanın başına da gelir.”

Bu dünyada yaklaşık seksen senelik tek kullanımlık bir ömrümüz var. Ve bir esrarengiz ses bize; “Sakın mühim şeyi unutma!” diye ikaz ediyor. Önemli olan şey ise belli... Dönüp de bir aynaya bakıp gözümüzün önünden ben filmini geçirdiğimizde etrafta bulunanların çoğunun değersiz ve geçici olduğunu anlamış oluruz.

İşte canımın şiiri olan inanç ve umut… Her aynanın karşısına geçtiğimde tebessümle size sarılır yüreğim. Maddi şeyler, çelimsiz bir kelebek gibi, ya yakalamadan pır diye uçar avucumuzdan ya da kaybetmemek için sıktıkça onu canından ederiz. Bize geri kalan ise koca bir hiç.

Manevi şeyler ise insanda kalıcı bir misafirdir. Onu ne kadar güzel ikramlarla beslersen oda sana o kadar fazla memnuniyetini belli ederek mutluluk sunar.

Ne derdindeyiz insan kardeşlerim?.. Neyi kaçırıyoruz birbirimizden? Cemil Meriç’in söylediği gibi;“Bizler ki aynı kitaba baş eğmiş insanlarız, bizden âlâ akraba mı olur?”

Bakmayın siz duvardaki iki bacaksıza… Ona hiç güven olmaz. An olur yüzyılı yaşatır, gün gelir saniyelere yetişemezsin. Gece karanlığa bürününce haykırır tüm sesler... Hadi bugün canımızın şiirini gecenin sesinin yazmasına izin verelim. Jüri ise vicdan olsun. Selam ve umut ile…

Acıların engebeleri ve atlattığım zorlukların eğimleri de oracıkta beliriverdi. Yüzümün uçurumu olan çiçeklerle bezenmiş gamzelerim hepsini içine çekerek güzelliğini ortaya serdi.

Adeta bütün hüzünler bir zelzele ile enkaz altında kaldı ve yeni yeni umutlar inşa edildi yüzümün üzerine…

Canımın şiiri doldun taştın yürek mısralarımdan yine… Satırlarıma sığdıramaz oldum sevgini. Geldin mi, ne de hoş geliyorum bu sere…

Küçük bir umut-u hayal gibi sarsıyor gerçek dünyamı düşlerimdeki yerin. Kayboluyorum senin etrafında yarattığım ütopyanın içinde… Seni bulmak kendimi bulmaktan daha kolay... Sen beni benden uzaklaştıran bir serap oldun hayatımın sokaklarında… Çöle dönmüş yüreğim, seni su gibi görmekte…

İşte karşımda duran ben aynasında tebessümle izliyorum kendimi, saklı olan gizlerimi… Güz izlerimi saklıyor yüzümün çizgileri… Hüznümün atlası çocuksu yüreğimde… Gülüyorum. Bir canımın şiiri olsun diyorum dizeleri ömre bedel...

Yaşlanmış hayallerimi umursamıyorum. Astım bütün olumsuzlukları darağacına… Muhabbet, sevgi, aşk, sulh, umut, hayal, samimiyet yerleştirdim hayat sahnemin ön koltuklarına. Bu mühim şeyleri unutmuşa benziyoruz insan kardeşlerim. Rahata, maddeye düşkün hale dönmüş durumdayız.

Bir hikâyede anlatılan efsaneye göre; “Bir kadın, bir gün kucağında çocuğu ile birlikte bir mağaranın önünden geçerken içeriden gelen bir ses duyar: ‘İçeri gir ve ne istersen al ama en mühim olan şeyi unutma! Ayrıca; sen çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da dikkate al… Ancak bu fırsatı kaçırma ama yine de en mühim şeyi unutma…’ diyor, durmadan ikaz ediyordu. Kadın, mağaraya girer ve büyük bir servetle karşılaşır. Yığınla altın ve mücevherleri görünce şaşkına döner ve çocuğunu yere bırakarak hemen büyük bir hırsla mücevherleri toplamaya başlar. Bu sırada o esrarengiz ses yine duyulur: ‘Yalnız sekiz dakikan var.’ Sekiz dakika çabuk geçer. Kadın toplamış olduğu kıymetli taşlar ve altınlarla birlikte mağaranın dışına koşar ve kapı kendiliğinden kapanır… Bu sırada çocuğunu içeride unutmuş olduğunun farkına varır ama iş işten geçmiştir. Ağlamak, sızlamak, dizini dövmek, saçını başını yolmak fayda vermez. Kapı bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Zenginlik uzun sürmez ama ümitsizlik hep yaşar. Aynı şey çoğu zaman birçok insanın başına da gelir.”

Bu dünyada yaklaşık seksen senelik tek kullanımlık bir ömrümüz var. Ve bir esrarengiz ses bize; “Sakın mühim şeyi unutma!” diye ikaz ediyor. Önemli olan şey ise belli... Dönüp de bir aynaya bakıp gözümüzün önünden ben filmini geçirdiğimizde etrafta bulunanların çoğunun değersiz ve geçici olduğunu anlamış oluruz.

İşte canımın şiiri olan inanç ve umut… Her aynanın karşısına geçtiğimde tebessümle size sarılır yüreğim. Maddi şeyler, çelimsiz bir kelebek gibi, ya yakalamadan pır diye uçar avucumuzdan ya da kaybetmemek için sıktıkça onu canından ederiz. Bize geri kalan ise koca bir hiç.

Manevi şeyler ise insanda kalıcı bir misafirdir. Onu ne kadar güzel ikramlarla beslersen oda sana o kadar fazla memnuniyetini belli ederek mutluluk sunar.

Ne derdindeyiz insan kardeşlerim?.. Neyi kaçırıyoruz birbirimizden? Cemil Meriç’in söylediği gibi;“Bizler ki aynı kitaba baş eğmiş insanlarız, bizden âlâ akraba mı olur?”

Bakmayın siz duvardaki iki bacaksıza… Ona hiç güven olmaz. An olur yüzyılı yaşatır, gün gelir saniyelere yetişemezsin. Gece karanlığa bürününce haykırır tüm sesler... Hadi bugün canımızın şiirini gecenin sesinin yazmasına izin verelim. Jüri ise vicdan olsun. Selam ve umut ile…