İnsanoğlu günah işleyen ve hata yapan varlıklar olarak yaratılmıştır. Sevgili Peygamberimiz sallallahualeyhivesellem bu hususta ''Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder yerinize günah işleyip, peşinden tevbe eden kullar yaratırdı'' (Müslim, Tevbe 9) buyurmuştur. Bu nedenle insanı, özellikle bir Müslümanı ele alırken bu düsturu unutmamalı, ne bir melek seviyesine çıkarıp gereğinden fazla yüceltmeli, ne de şeytan seviyesine indirgeyip gereğinden fazla yermemelidir. 

Meselâ Tebük seferine katılmayan üç sahabeyi ele alalım;

Ekim ayı ve hasat zamanıydı. Güneş tüm sıcaklığını gösteriyordu. Cihad emri gelince münafıklar bir mazeret uydurup cihada katılmadılar. Allah Rasûlü onlara inanmış gibi yaptı. Ki bu münafıklarla ilgili ayet bile inmişti.  “(O münâfıklar) mutlakâ sizden olduklarına dâir Allâh’a yemîn ederler. Hâlbuki onlar, sizden değillerdir;  fakat onlar, (kılıçlarınızdan) korkan bir topluluktur. Eğer sığınacak bir yer ya da (barınabilecek) mağaralar veya (girebilecek) bir delik bulsalardı, koşarak o tarafa yönelip giderlerdi.”(et-Tevbe, 56-57)

Bir diğer grup ise gerçekten çok katılmak istedikleri halde  mazereti olan sahabelerdi ki Allah Rasûlü onlarla ilgili “Medîne’de öyle gruplar var ki, gittiğimiz hiçbir yer ve geçtiğimiz hiçbir vâdi yoktur ki onlar da bizimle birlikte bulunmuş olmasın! (Çünkü) onları özürleri geri bırakmıştır.” (Buhârî, Meğâzî, 81; Müslim, İmâre, 159) buyurmuş ve onların samimi olduklarını bildirmiştir.

Lâkin Sahabeden mazeretsiz olanlar vardı. Bunlar da iki guruptur.

a) Bir grup herhangi bir mazeretleri bulunmadığı ve münafıklardan da olmadıkları hâlde harbe katılmayanlardır. Ancak bu kimseler, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- henüz Tebük’ten dönmeden evvel hatalarını anlayarak son derece pişman oldular. Öyle ki, yaptıkları yanlış hareketin bir cezası olarak kendilerini câminin direklerine bağladılar ve Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çözmedikçe, bu şekilde bağlı kalacaklarına yemin ettiler. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- seferden dönüp de onların durumlarını öğrenince:

“Ben de haklarında emir alıncaya kadar onları çözmeyeceğime yemin ederim.” buyurdu. Bunun üzerine şu ayet-i kerime inmiştir: '' “Diğerleri ise günahlarını îtirâf ettiler; sâlih bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırmışlardı. (Tevbe ederlerse) umulur ki Allâh, onların tevbelerini kabûl eder. Allâh, Gafûr (ve) Rahîm’dir.” (et-Tevbe, 102)

 b)Diğer bir grup da herhangi bir mazeretleri bulunmadığı ve münafıklardan da olmadıkları hâlde harbe katılmayan, ancak evvelden pişman olup kendilerini direklere bağlayan ashabın dışında kalan üç sahabedir. Şâir Ka’b bin Mâlik, Mürâre bin Rebî ve Hilâl bin Ümeyye adlarındaki bu üç sahabe, münafıklar gibi yalan söylemediler. Onlar, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e mazeretsiz olarak harbe iştirak etmediklerini açıkça itiraf ettiler. Yaptıklarına son derece pişman olduklarından dolayı da tarifsiz bir pişmanlık içinde Peygamber Efendimizden af dilediler.

Bu üç sahabeyi Allah Rasûlü vahiy gelmesini bekledi affetmedi. Selamlarını da almadı ve yüzlerine dahi bakmadı. Sahabe Efendilerimiz de aynı şekilde davrandı. Allah Rasûlü'nün emriyle hanımları bile kendilerine yabancılaşmışlardı. Çok pişman olmuş ve çok tevbe etmişlerdi. Bu şekilde elli gün geçti. Nihâyet doğru konuşmuş olmaları ve samimi bir şekilde tevbe etmelerinin bir mükâfatı olarak şu ayet-i kerime ile affa mazhar oldular:

“Ve Allah, (haklarındaki hüküm) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, olanca genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları sıkıştıkça sıkışmıştı. Nihâyet Allah'tan (O’nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hâllerine dönmeleri için Allah, onların tevbelerini kabul etti. Çünkü Allâh, tevbeyi çok kabul edendir, Rahim'dir. (O halde) ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 118-119)

                           *                                               *                                                *

Peygamberlerin sıfatlarından biri de ''İsmet'' yani büyük ve küçük tüm günahlardan uzak olmalarıdır. Onlar sadece küçük, hata ile veya unutarak işledikleri amele verilen isim olan ''Zelle'' işlerler. Ve biz Peygamberler iman ederiz.

İnsanlığın Babası ilk insan ve ilk Peygamber Âdem Aleyhisselâm, Havva annemizle birlikte yasak olan meyveden yemiş neticesinde cennetten kovulmuştu. Uzun süren samimi tevbelerini Allah Azze ve Celle kabul etmiş Adem Aleyhisselâm'ı Peygamberlik makamına yükseltmişti.

Yunus Peygamber de Allah'ın izni olmadan kavmini terk etmiş neticesinde Yunus balığı O'nu yutmuştu. Uzun süre tevbe etti, pişmanlık gösterdi. Allah da O'nu affetti ve Balığın karnından karaya çıkıp kavmine geri döndü.

İşte Allah'a ve amentü esaslarına inananların bir Müslümana bakış açısı bu şekilde olması gerektiğini düşünüyorum. Altın her ne kadar eğilse, bükülse hurdaya ayrılsa da yine altındır. Ne mutlu günah ve hatalarından pişman olanlara…  Ne mutlu davasına sadık kalanlara…

Günün sözü: Büyük insanların hataları da büyük olur.

                                                               SELÂM VE DUA İLE.