1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda 10 yaşındaydım. Henüz hiçbir şeyin farkında olmayan çocuklardık. Köyümüz çıkarma mahalli imiş. Bir Temmuz günü denize girerken gelen 4 Helikopterden sonra öğrendik ki, köyümüzde önemli şeyler olacak. Hemen helikopterlerin yanına koşmuştuk. Gelen subaylar muhtarı çağırdı.  Tam ne olduğunu anlayamadık. Çocuktuk, büyüklerimiz kendi aralarında bir şeyler konuştular. Bizler evlere dağıldık. Köyümüzde dört helikopter görmüştük.  Havada uçan teknolojik nesnelere bu kadar yakın olmanın verdiği heyecanı bütün köy konuşuyor, paylaşıyordu.  Başka konuşacak bir konu kalmamıştı. Daha doğrusu her şey önemsizleşmişti.

İkindi üzeri doğu tarafından gelen,  uzaktan kuş sürüsü gibi görünen helikopterler yaklaştıkça büyüdüler ve birer ikişer konmaya başladılar. O sırada askeri araçlar köye girmeye başladı.  Bitmek tükenmek bilmiyordu.  Çoğunun arkasında kocam kocaman toplar vardı. Kimisinin üzerinde makineli tüfekler vardı.  Kamyonların üstü yeşil branda ile örtülü idi.

Akşamüzeri öğrendik ki Kıbrıs için gelmişler. Henüz bir savaş sözü yok ortada. Ama köyümüzün hiç olmadığı kadar son teknoloji araç, gereç, silahla dolmuştu.

Birkaç gün içinde her yer kazıldı. Mevziler açıldı.   Koca ova ve çevresindeki dağların her yeri asker ve silahla doldu.

Yaşayışımız değişti. Artık her şey askerden gelecek talimatlara göre düzenlenmeye başladı. Geceler karardı. Şehirlerarası ulaşım izne tabi oldu. Adeta tek dünyamız köyümüz ve kulağımızdan eksik etmediğimiz radyomuz oldu.

Kendi halinde bir yaşama sahip olan köy, 20 Temmuz sabahı ‘’Ayşe Tatile ‘’ çıktı parolası ile başlayan Barış harekâtı çıkarması ile dünya tarafından ilgilenilen bir savaşın merkezi haline geldi.

Artık uluslararası bir olayın bir bölümüydük. Radyo artık bizim dünyaya açılan penceremizdi. Dünya hiç bu kadar bizim için önemli olmamıştı.

10 yaşında bir çocuk olarak birden dünyaca önemli, tarih bakımından çok mühim ülkemizin geleceğini ilgilendiren bir olaya şahitlik ediyordum. Tarladan askerlere ikram ettiğimiz kavun karpuz, ayran ile bizler de minik görevlerimizle bu büyük olayın heyecanını yaşıyorduk.

Bugün Tüm amiral Cihat Yaycının mimarı olduğu Libya ve Akdeniz anlaşması ve mavi vatan ile o günlerin önemini şimdi daha iyi kavrıyorum.

O gün şahit olduklarımız sadece teknoloji ile tanışma değil aynı zamanda savaş, barış, strateji bağımsızlık, kararlılık, uluslararası hukuk, petrol, güç dengesi bugünün temelleri imiş.

Şimdi bu virüs ile evlerimize kapanırken bunu düşündüm.

Bugünün 10 yaşındaki Tarık’ı 56 yaşına gelince dünyada neler olacak? Kendisini hangi rolde bulacak. Bugün yaşadıkları nelerin habercisi şimdiden bilemeyiz ama bugün gibi olamayacağını çok iyi biliyoruz.

Çünkü okuluna evden devam ediyor. İnternet ve Tv üzerinden eğitim görüyor. Whatssap grupları ile okulu ve öğretmeni ile iletişim kuruyor. Kitaplar okuyor paylaşıyor. Bizim zamanımızın 10 km ilerden yürüyerek okula gelen öğrencilerini düşünürsek, o evinden bütün dünyaya bağlı bir sistemin bir parçası haline geliyor.

Sanal ortamda eğitim, yarın işinde ev tipi büro ve evden işlerini yürütme, uzaktan eğitimle üniversite ile yaşamı çok faklı derinliklerde yaşayacak. Hatta farklı ülkelerdeki bir kaç üniversitede farklı alanlarda diploma sahibi olabilecek. Kıtalar arası bir şirketin yöneticisi olabilecek.

Sadece 10 yaşındaki çocuk mu? 

Devletler yenidünya düzenine göre yeniden yapılanacak. Daha şimdiden tarım bakanlığı tv ve elektronik ortamda çiftçi ile iletişime girmeye başladı. Şimdiye kadar köylü, az gelişmiş bir toplumsal varlık olarak görülen, sıkıntısı hiçbir şekilde dile gelmeyen,  ithalat ile terbiye edilen, yüksek maliyet altında çaresizliğine çözüm aranmayan çiftçi iken, birden önemli olmaya başladı.

Dünyadan habersiz köylü, tıpkı 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında olduğu gibi ama bir farkla asli varlık sebebi gıda üretiminin başrolünde, yeni yaşamın en önemli oyuncusu oldu. Artık dünyada biliyor ki çiftçi üretirse, tarım gelişirse insanlık doğru ve yeterli beslenir.
Onun için çiftçi geçen limon eyleminde biraz diretince devlet harekâta geçti,  ihracatı açtılar.

Bakan il ve İlçe tarım müdürlerini uyardı. Çiftçiye ve tarıma yakın olun diye.
Çünkü tam bağımsız bir ülke olmanın başı kendi karnını doyurabilen ülke olmaktır.

Anladık ki;  taklit ederek bir yerlere varamıyoruz.  Kendi teknolojimiz, kendi patentimiz, kendi keşif ruhumuz harekâta geçmezse biz rahat edemeyiz.

Ve yine anladık ki virüse rağmen fitne fesat, terör devam ediyor. Devletler üzerinde operasyonlar hız kesmiyor. Sömürgeciler sinsi sinsi faaliyetlerini devam ettiriyor.

Devletimiz ve milletimiz fark etti ki bu virüs belası gibi olağan üstü durumlarımız için hammadde,  yarı mamul, finans gibi birikmiş kaynaklarımız olmalı.  Üretim ve keşif faaliyetlerimiz en üst seviyede olmalı. İnsan kaynaklarımızı çok güçlü olmalı. Liyakat en önemli aracımız olmalı.

İlkokuldan üniversiteye toplumun her kademesinde bulunan üstün yetenekleri beceri sahibi insanları bir şekilde ülkenin gücüne katan sistemi kurmalıyız.

Sadece devlet olarak değil toplumun içinden de devlete millete katkı yapabilecek kişi, örgüt ve kurumlar toplumun bilgi, düşünce, beceri ve deneyimini ortak paydada, doğru geleceği üretebilecek şekilde bir araya gelmeliler.

Artık siyasetin, ideolojinin, dini istismar edenlerin bir an önce doğru insanlarla yer değişimlerinin sağlanması gerekiyor. Bu aynı zamanda toplumsal bilinç gereği hepimizin sorumluluğudur.

Dünya yeniden tanımlanırken, güç dengeleri yer değiştirirken, emperyal düzenin kirliliği bu kadar ortaya dökülmüşken bizim doğru adımlarla geleceğe yürümemiz lazım.

Özel sektör olarak da bu şartlarda devletten ne koparırız zihniyetinden kurtulup, devlet ve milletin geleceği için nasıl rol alabiliriz, onu düşünmelerinin zamanı bu zamandır.
Oluşturacakları özgün ve yeni markalar, geliştirecekleri stratejik ürünler,  uluslararası oluşturacakları güçlü organizasyonlar, ülkenin lokomotif olması için yapabilecekleri katkılarla belki kendilerini affettirebilirler.
Küresel güçlerin taşeronu değil, ülkenin stratejik gücü ve küresel ekonomideki en büyük hamlesi olarak var olmalıdırlar.

Belki de en önemlisi, evlerimize dönerek ailecek geçirdiğimiz bu günlerden geleceğe sağlıklı toplumlar için doğru davranışlar üretmek. Belki de Türk toplumunun aile olarak ve kendimizi güncelleyerek fabrika ayarlarına geri dönmemiz için güzel bir fırsat.

O zaman bugünün 10 yaşındaki Tarıklar, 20 yaşındaki Ceren,  Hatice,  Nisanlar 1974 ‘teki, Tevfik’ten Ömer’den çok daha şanslı olarak toplumun güçlü bireyleri olarak göreve hazır olacaklardır.