Bugün siyasete biraz dokunuş yapalım isterseniz.

Devamlı surette, “aklımızın bizi idare eden en önemli araç olması gerektiğini” ifade etmeye çalışan bir kardeşiniz olarak yine söylüyorum ki, “akıl bizlere Yüce Allah tarafından verilmiş olan en önemli nimetlerin başında gelmektedir ve onu layıkıyla kullanmalıyız.” Kişi aklını satar ya da kiraya verir ise eğer, dalından kopmuş bir yaprak misali en ufak bir rüzgârda dahi amaçsızca oradan oraya sürüklenir ve bir zaman gelir ki çürümüş, kokuşmuş bir halde yok olur gider.

Adına “demokrasi” denilen ve insan icadı olan bir sistemi, herkes kendi anlayışına, kendi dünya ya da ahiret düşüncesine göre şekillendirip, tarif edip başkalarına yutturma gayreti içine girmekte...

Ülkemizde mevcut yüze yakın parti varmış. Liderlerine ve taraftarlarına sorsanız eğer, “en doğru en demokratik en adaletli parti kendi partileridir. Diğer hiçbir partinin asla ve asla doğruları yoktur, ülkeye faydaları yoktur, planları yoktur, projeleri yoktur, v.s…”

Hani derler ya; “kargadan başka kuş tanımıyor” hiç birisi de…  

Çok partili sisteme geçilen ilk 5 yılda 27 parti kurulmuş. O günden bugüne dek 170 parti kurulmuş ve birçoğu da mali sorunlar ve baskılar sonucunda kapanmak zorunda bırakılmışlar…

Bu partileri kuranların tamamı da “ülkenin yegâne kurtarıcılarının kendileri olduğunu” söyleyegelmişlerdir. Hatta kendilerine yöneltilen eleştirileri asla duymak istememiş, sanki kendi kuruluşları, haşa Kur’an’ın hükümlerine göre kurulmuşçasına, ne liderlerine ne de parti tüzel kişiliklerine karşı yapılan eleştirileri mantıklı bir şekilde göğüsleyebilmişlerdir.

Genellikle hep kavgalarla, hakaretlerle, hatta küfürlerle bir birlerine mukabele etmişler, yönetmek için talip oldukları halkın huzurunda hiç de tasvip edilecek bir görüntü sergileyememişlerdir. 

Sandıktan başarıyla çıktıklarında başarıyı kendilerinde, başarısızlıklarını ise sürekli olarak başkalarında aramışlardır.

Hepimiz de şahidiz ki,  kendisini daha yakın gördüğü bir parti için canını verebileceklerini söyleyenler, ani bir refleksle bir başkasının atına rahatlıkla binebilmişlerdir. 

Yani “kimin atı hızlı giderse ona binmekte” bir yanlışlık görmemişlerdir. Bu durumlarını da mütemadiyen, “vatanseverlikle” açıklamaya çalışmışlardır. Ben şahsen, yarın öbür gün onu da satıp yeni ufuklara yelken açmayacaklarının bir garantilerinin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliyorum. 

Keşke bu dönüşler, “başarısız olandan desteğini çekip başarılı olana yönelme” amacını gütse… Aslında ben, bir basamak önce “canını vermekten” söz ettiği bir oluşumu bir dakikada satıp canını bu sefer de o oluşum için pazarlama girişimlerinin ahlaki boyutunu merak ediyorum…

Daha açıkçası asıl merak ettiğim husus; Allah seni ya da sevdiklerini o görev için mi yarattı? Senden ya da senin sevdiklerinden başkası asla bu görevlerde başarılı olamazlar mı? Senin seçilmen, senin aday yapılman dışında hiçbir seçenek yok mudur? Düne kadar sana koltukları ikram edenler “iyi yapıyorlardı” da bugün senden daha becerikli olabileceğini düşündükleri birisini senin yerine ikame etmeleri çok mu büyük bir hatadır?

Yıllarca dernek yöneticiliğinde bulundum. Bu nedenle de bütün siyasi parti yerel liderleri, olsun genel liderleri ya da milletvekili, il, ilçe başkanları gibi görevlilerde bulunanlar olsun, onlarla istişare yapma imkânı buldum. O zamanlarda milletvekili pozisyonunda olup buluşmalarımızda hamaset nutukları atan, “ülkenin yok olma durumuna geldiğini, bölünüp parçalanmasının an meselesi olduğunu” söyleyenlerin şimdilerde ne simalarını hatırlıyorum ne seslerinin ahengi kaldı kulaklarımda… 

Demek ki onların asıl amaçları, kendi geleceklerini, kendi pozisyonlarını korumak imiş. Ya da yemin ve kasemle “ülkenin kötü durumda” olduğunu kin ve nefret söylemleriyle birlikte anlattıkları o zamandan bu zamana, ülke çok iyi durumlara geldi de onun için susuyorlar. Hangisi için susuyorlar acaba? 

Milleti gerdikleri, birbirlerine düşman ettikleri, bu yönde yaptıkları çabalar, attıkları nutuklar hep kendi ikballeri içinmiş. Kaybeden hep millet hep devlet olmuş da bunu hiç önemsemişler meğer…

Elbette her gün sabahtan akşama okey taşlarıyla iştigal edip, oturduğu yerden memleket kurtaranlardır böyle siyasetçilere fırsat verenler. Hep bir lider hep bir kurtarıcı ararız, onun ne söyleyeceğini merak eder onun ağzına bakarız da kendimiz bir kurtarıcı olmaya çalışmaz, elimizi taşın altına sokmak istemeyiz hiç. Asıl sorunumuz da budur maalesef.

Bir adam yollara düşer... Memleket memleket dolaşır ve kendisinin tabi olacağı bir derviş arar. Her gittiği yerde aradığı dervişi sorar. Sonunda başladığı yere geri döner ve derviş aramayı sürdürür. İlk karşılaştığı adamlardan birisine yeniden dervişi sorar. 

O adam da kapağı yapar yüzüne karşı… “Yahu günlerdir derviş arayıp duracağına, kendin bir derviş olmaya çalışsana be adam!”.