Bir eğitim programında ilk seminer olan ‘’Yerlilik’’ konusu dün konuşuldu. Konuşma esnasında, konuşmacının vurguları ve karşılıklı değinilen konular aslında bugün ki kimi rahatsızlıkları gösterir nitelikteydi. Aslında tarihsel bir geçmişi de olan fikirsel ayrılığın bugün birlikte gibi gözükmesinin ne anlama geldiğine dair zihnimdeki şema daha netleşmiş oldu.

Konuşmacının daha kürsüye çıkmasıyla birlikte ikinci cümlesinin kendisini ‘’İslamcı’’ olarak tanımladığını belirtmek olduğunu söylemem gerekiyor.  İslamcı bir bakışında ‘’yerli’’ olmak anlamına geldiğini hemen arkasına eklemesi de beni heyecanlandırdı, doğrusu. İslamcı entelektüellerin kahir ekseriyetinin söylediklerinin dışında bir şeyler söyleyeceği beklentisinin heyecanıydı, belki de. Ancak konuşmanın hemen başlarında bu heyecanımın geri çekilmesine engel olamadım. Çünkü söylemlerin İslamcı entelektüellerin kahir ekseriyetinin söylediklerinin tekrarına döndüğünü görmüş oldum. Yalnız daha net ve sistemli bir o kadar da cüretkar geçen konuşmanın genelinde önemli notlar aldığımı ve epey istifade ettiğimi söylemem gerekir.

Konuşma boyunca sorulan sorular çerçevesinde konuşmacının, bugün ki siyasi tablodan bir İslamcı olarak duyduğu rahatsızlıkların çıkarılması mümkündü. Ama ben konuşmadan aldığım notların bir kısmına kısaca değinerek, tekrar buraya döneceğim. Konuşma esnasında ‘’yerlilik’’ ile ‘’yerellik’’ arasında fark üzerinde uzunca duruldu. Konuşmacının zihninde ‘’yerlilik’’, İslamcı bir düşüncenin referans noktası olmasıyla birlikte mekanla sınırlandırılamayacak, toprakla hapsedilemeyecek, küresel bir anlam taşıyordu.

‘’Zamanda kesintisizlik, mekanda devamlılık’’ ile yerliliği açıklayan konuşmacının bu tanımı beni çok etkiledi, doğrusu. Tabii hemen sonrasına yerliliğin yanında ideolojik bir hal aldığını iddia ettiği ‘’yerelliği’’ büyük bir eleştiriye tabii tuttu. Çünkü ‘’yerelliğin’’ toprak ve coğrafya ile olan ilişkisinin beraberinde ‘’milliyetçi’’ ve ‘’muhafazakar’’ bir zihnin  tezahürü olduğunu söylemekteydi. Yerelliğin ifade biçimi itibariyle aslında milliyetçi yani ‘’millet’’ ve ‘’devlet’’ merkezli dolayısıyla da aynı zamanda tarihsel referansları olmasından dolayı ağır bir eleştiriye tabii tutulduğunu görmek, beni tabii ki de hiç şaşırtmadı. Çünkü İslamcı entelektüellerin zihinsel geri planlarına kodlanan bu ve benzeri ‘’kinleri’’ ilk defa dinlemiyordum.

Konuşmanın tam bu sırasında başından beri beklediğim soru geldi. ‘’Vatan Neresidir?’’ sorusuna dinleyenlerin verdiği cevaba  biraz kızan konuşmacının asıl meselesi de tam olarak burada ortaya çıktı, esasında.’’ Vatan modern ulus devletin sınırlarına hapsolmuş bir zihniyetin ürünü olan milliyetçi-muhafazakar bakışın tanımladığı gibi coğrafya ya da milletle tanımlanamaz diyerek; vatan, Dar’ül İslam’dır.’’ Cevabını da konuşmacı kendisi vermiş oldu.

Kendisine bu anlamda peki ‘’Dar’ül İslam’ın bir toprağı, coğrafyası ya da sınırı yok mu?’’ sorusunu sorduktan sonra biraz hava da kalan bir cevap aldığımı da belirtmem gerekiyor.

Ancak sonrasında Nurettin Topçu’dan tutun, bütün memlekette yetişmiş ve memleketle ilgili bir sözü olan adam varsa nasibini aldı konuşmacının sunumunda. Onlarında modern ulus devlet algısıyla hapsolmuş zihinleri üzerinde epey durdu. Bu düşünceyi de ‘’muğlak bir tasavvuf’’ tanımı yapıp Anadolu mayası diye bir şeyden bahsedip durmakla eleştirdi.

Konuşmanın sonuna doğru ise bu topraklarda yetişenlerin ve bu toprakların mütefekkirlerine kulak vermenin önemini vurgulayanlara karşı son darbe gelmiş oldu. Türkiye’de müstemlekenin farklı bir versiyonun yaşandığını ve epistemolojik devamlılığın cumhuriyetle birlikte kesildiğini ancak Mısır’da bunun devam ettiğini dolayısıyla asıl ‘’yerli’’ kimdir sorusunun yeniden düşünülmesi gerektiğini söyleyiverdi.

İşte bu kadar konuşma sonrasında ve ara ara yapılan vurgularla coğrafyaya ve tarihe bakışının ne halde olduğu ortada bir elit kesimin serzenişleriydi bunlar. Bu elitler bugün ki iktidar denklemindeki ‘’ittifak’’ meselesinden de had safhada rahatsızken, muhafazakarların bu işin suçlusu olduğunu söylemektedir.  İslamcıların böyle bir hataya düşmeyeceğini de eklemektedirler.

Oysa bu coğrafyanın ve toprakların yetiştirdiği mütefekkirlerin; yerli, yerel ve muhakkak okunup ciddiye alınması gerektiğini düşünmekteyim. Kör ideolojik bakıştan koparak bu coğrafyanın hakikatine geri dönüşün elzem olduğuna inanıyorum.

Bu coğrafyanın hakikatine olan düşmanlığın bizi nasıl bir felakete sürükleyeceğini hiç düşünmez misiniz?