Beş yaşındaydım. "Anne" ve "baba" diye seslendiğim iki melek sordu:

- Kimin ümmetisin, kızım?

- Peyygambeyimiziiin!

- Peygamberimizin adı nedir, yavrum?

- Hazyeti Muhammed Mustafa (s.a.v.)

...

Bir gün kabirde olacağım. Münker ve Nekir olarak öğrendiğim iki melek soracaklar:

- Muhammed diye bilinen O zât hakkında ne diyordun?

- Şehâdet ederim ki O, Allah’ın kulu ve Resûlü’dür!

Beş yaşındaki bir çocuğun gözündeki pırıltı, kalbindeki heyecan, zihnindeki kahraman ve harfleri tam çıkartamayan dilinden tam bir sevinçle çıkan sensin Ey Habîb!

Bir ananın ve bir babanın evlâdına öğrettiği en güzel isim, evlâdının kâlbine ilmek ilmek işlediği en güzel sevgi, canından bir parça olan evlâdını hizmetkâr etmek istediği yolun canından çok sevdiği aziz lideri sensin Ey Habîb!

Şimdi çocuk, kâlbine ekilen sevdâ tohumuyla hem sevdâsının hem kâlbinin olgunlaştığı çağda Ey Habîb! Çocuk, gözlerinde aynı pırıltı, kâlbinde aynı heyecanla, Ebû Cehil'in ektiği kötülük dikenlerinden aldığı hasarla senin gül bahçene yol aldığı asırda. Şimdi çocuk, harfleri tam çıkartabilirken senin ismini gönlü titreyerek andığı yaşta. Düştüğü, hata yaptığı, aldandığı, yanıldığı ahir zamanda. Yine de kahramanı olan senden aldığı umutla, ancak senin elinden tutarak kalkabildiği imtihanda. Münker ve Nekir'e doğru cevabı hazırlamanın derdinde. Başında da sonunda da, beşikte de mezarda da dudaklarda senin ismin Ey Habîb!

Şükürde aciz kalmaktan korkar bu çocuk Ey Habîb! Çünkü seni seven, seni âlemlere sultan kılanı seven, aklı selîm, gönlü kerîm insanların memleketlisi. Güneşe yönelerek yetişen ay çiçekleri gibi senin dâvetinin nûrunda serpilen çiçek çiçek insanın hikâyesi saklı memleketinin topraklarında. Devrin karanlığında körleşen zaman ve daralan mekân, bazen onları yanıltsa da senin sünnetindeki aydınlığa uçmak için kanat çırpan insanlar tanıdı bu çocuk. Ürkse, korksa, hata yapsa, unutsa sana salâvât getirerek refah bulan insanların arasında büyüdü. Senin ismini anarken elini kalbine götürüp derince iç çeken insanlardan öğrendi hasreti ve samimiyeti. Senin doğduğun, büyüdüğün, insanlığı hakikâte dâvet ettiğin toprakları bir kez olsun görebilmek için bir ömür o topraklara dâvet edilmeyi heyecanla bekleyen insanlardan öğrendi sabrı ve sevdâyı. Çocuğun memleketinde, en çok senin ismin verildi erkek çocuklara. "Ahmet", "Mahmud", "Muhammed", "Mustafa"... Ahlâkı senin ahlâkından olsun diye... Çocuğun memleketinde, en çok senin hanımlarının ve kızlarının ismi verildi kız çocuklara. "Hatice", "Aişe", "Rukiye", "Fatıma"... İsimlerinin güzelliği hayatlarını da güzelleştiren çocuklar yetişsin diye...Memleket, umut yetiştirip umut dağıttı ümmetine. Yetimi de mazlumu da senin emanetin bildi. Yetimin başını okşarken buldu sükûneti. Zâlime kılıç kesilip mazluma kalkan oldu. Memleket, en çok ümmete memleket olmayı sevdi.

Şimdi, ne memleket üzerindeki kara bulutlar ne de yetiştirilen umutların üzerine düşen gölgeler bahanedir. Asır bize Ebu Cehil'i getirdiyse biz de senin sevgini getirdik Ey Habîb! Kötülüğe iyilik er kişinin kârı ise senin davana er olmayı bileceğiz. Kâlplerimizi karartmak isteyenlerin ruhlarına aydınlığı armağan edeceğiz. Biliriz ki bâtıl zâil olmaya mâhkumdur, biz hakka aşığız Ey Habîb!

Ey Habîb! Hâmd senin sevgini bize bahşedene, en sevgiliye, O'na...

Yolu da yolcuyu da lideri de yaratana...

Yolun başında lider sensin.

Diriliş fedâ, uyanış fedâ.

Yolcunun kâlbinde sen, zihninde sen.

Kâlp fedâ, zihin fedâ.

Yolun sonunda sen beklersin bizi.

Yol fedâ, adımlar fedâ.

Fedâ!

Can, senin yolunda canlandı!

Bu can sana fedâ!