Toplumların yok oluşuna zemin hazırlayan en önemli hastalıklardan biri de nemelazımcılıktır.

Çünkü nemelazımcı olan biri kendinden başka kimseyi düşünmez. Kendi menfaatleri, kendi  çıkarları için yaşar.

Kimse için elini kıpırdatmaz, 'Boş ver' der geçer.

Bu sosyal kara delik tarih boyunca, nice fert, topluluk, cemaat, devlet ve imparatorluğu yutmuştu.

İşte bu boş veriş, şu anda yaşadığımız acıların, sıkıntıların, göz yaşlarının, zorlukların... nedeni.

Orta Asya'dan Anadolu'ya kadar kurduğumuz devletlerin yıkılmasını nemelazımcılık oluşturdu.

Selçuklu ve Osmanlı'yı da yıkan bu zihniyettir.

Şu anda Türk-İslam dünyasındaki acıların, savaşların nedeni işte budur.

Onun için toplum olarak nemelazımcılıktan sorumlu birey pozisyonuna geçmeliyiz. Aksi takdirde kendim ettim kendim buldum dünyasında yaşamaya devam ederiz...

Osmanlı'nın yıkılış sebeplerine dair şu hikaye bu anlamda önemlidir; 

Kanuni Sultan Süleyman, devletini olabilecek en yüksek seviyelere çıkarır; ama, “Günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?” diye de zaman zaman düşünür!

Birçok meselede olduğu gibi, bu endişe edilecek düşüncesini süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi'ye açmaya karar verir. Keşfine, kerametine inandığı Yahya Efendi'ye el yazısıyla bir mektup gönderir:

“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de, bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları'nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlale uğrar mı?” diye özetler endişesini.

Devrin kudretli sultanı Muhteşem Süleyman'dan gelen bu mektubu okuyan Yahya Efendi'nin cevabı ise gayet kısadır:

“Nemelâzım be Sultanım!”

Topkapı Sarayı'nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bu söze bir mana veremez, endişesi daha da artar. Zira Yahya Efendi gibi bir zat, ciddi bir meseleye böylesine basit bir cevap vermezdi, vermemeliydi!

Söylenmeye başlar:

“Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?”

Kalkar, Yahya Efendi'nin Beşiktaş'taki dergahına gider. Bu sefer sitem dolu bir şekilde:

“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!” diyerek, sorusunu tekrar sorar.

Yahya Efendi duraklar:

“Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”

“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece nemelazım be sultanım! demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma' der gibi bir mana çıkarıyorum.”

Yahya Efendi bunun üzerine, ibret dolu şu sözleri tarih gergefine nakşeder:

“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar ayyuka çıksa!

İşitenler de nemelazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de, çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da, bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayiş ve emniyete vesile olan, itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir!”

Söyleneni dinlerken ağlamaya başlayan koca Sultan, başını sallayarak da bunları tasdik eder. Söz bitince ikazlarının devamı için tembihte bulunur süt kardeşine.

Sonra da memleketinde kendisini ikaz eden böyle bir alim olduğu için Allah'a şükrederek oradan ayrılır!