Çumra Çiğköfte Grubu’nda konuşan Tarihçi-Yazar Caner Arabacı, “Selçuklu’dan Osmanlı’ya tevasur ettirilen gaza ve cihad ruhu, kızıl elma ve devlet-i ebed müddet ile devlet-i âlî’nin dinamik toplumunu yeniden yakalamamız gerekiyor” dedi.
Konya’da Muzaffer Tulukçu’nun evinde toplanan Çumra Çiğköfte Grubu, Doç. Dr. Caner Arabacı ve tarihçi Mehmet Şendal’ın tarih sohbetleriyle kulaklarının pasını sildiler. Mehmet Şendal, “Osmanlı sefere çıkarken Sultan Çayırı veya Ok Meydanı’nda, “Kızılelma Bayramı” adı altında toplanılarak sportif gösteriler yapılır, sonunda Padişaha bir su sunularak halka da şeker dağıtılırdı” dedi.  Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Caner Arabacı ise geçen hafta Eşrefoğlu Camisi ve Eşrefoğlu Beyliği’nin kurucusu Seyfeddin Süleyman Bey’in türbesini ziyaret ettiğini belirterek “Seyfedin “dinin kılıcı” anlamına geliyor. Dikkat edildiğinde hem Selçuklu’da hem de Osmanlı’da üst düzey yöneticileri de güzel isimlerle anılıyorlar. Selçuklular nasıl atik, tetik ve cevval insanlar ise, bu ruhu Osmanlı’ya aktarmak suretiyle Viyana kapılarına ve Baltık Denizi’ne kadar uzanarak dinin kılıcını sallamışlardır” dedi.  Osmanlı’nın Viyana kapılarına kadar dayanmasının altında yatan gerçekler arasında, Anadolu sathında kurulan Küştîgiran Tekkeleri (Güreşçi Okulları)nin yattığını ve Konya’da da bulunan (Gildanlı Mezarlığı’nın yanında - Çocuk Yuvası’nın bulunduğu yer) bu tekkelerde güreşçilerin yetiştirildiğini belirten Arabacı, şunları dile getirdi. “Bu okullarda güreşçilerin yetişmelerinin yanısıra kurum kültürünü aşılamanın da bütün teknikleri öğretiliyordu. Osmanlı’da sportmen bir toplum yetişiyordu. Bu insanlar ruhî, ahlâkî ve dinî bir eğitimden de geçiyorlardı.
Ayrıca Okçu Tekkeleri “Okçu Okulları” de vardı. Bildiğiniz gibi okçuluk Türk-İslâm tarihinde, Selçuklu ve Osmanlı’da önemli bir yer tutar. Okçuluk bir sanattı. Ok yapmak ise ayrı bir sanat. İstanbul’da Okçular Çarşısı ve Ok Meydanı da var. Yay çekme eğitimi ise, pazuları iri ve diri olanlara has bir eğitim değildi. Yeniçeri Ağası (General) Ok Meydanı’nın güvenliğinden sorumlu idi. Selçuklu’dan Osmanlı’ya tevasur ettirilen bu spor okulları, Osmanlı’da daha da geliştirilerek sistemli hale getirildi. Osmanlı da bir de çıplak ayakla, İstanbul’dan Edirne’ye kadar (220 km.) ve adına “PEYK” denilen bir koşu yapılırdı. Atina ve dolayısıyla Yunan Medeniyeti’nden alınan Maraton koşusu ise, 42 km’den ibarettir.”
Osmanlı’yı ayakta tutan toplumun sportif, aktif ve dinamik olduğunu, Osmanlı’da 2 öğünün bulunduğunu ve 3 öğünün 1600’lü yıllardan sonra oluştuğunu kaydeden Arabacı, “Osmanlı’da bu okullar sayesinde tabir-i caizse ele avuca sığmayan bir toplum ortaya çıkıyor. Osmanlı bu toplumla gazalar yapıyor ve cihad ruhunu yaşatarak “Kızılelma” hedefine ulaşmak için Devlet-i Ebed Müddet fikriyle hareket etmek suretiyle “Devlet-i Âlî Osmaniyye” olarak dünyaya nam salmıştı. Dikkat ederseniz Devlet-i Âlî bir ruh ikliminde oluyor. O ruh iklimini meydana getiren kurumlar da tekkelerdi. Osmanlı toplumunda mücadele ve cihad ruhu, ailenin bütün ferdlerinde vardı. Ne zaman ki bu ruh iklimini ayakta tutan manevî ve dinî değerler ile ideal yapıda bir pörsüme başladı, bu fiziki dediğimiz sportif faaliyetlere de yansıyor. Bu pörsüme Tanzimat’la başlıyor ve günümüze kadar da devam ediyor. Psikolojik yenilginin gerisinde o manevî, ruhî ve sportif iklimin pörsümesi yatar. Bizim Osmanlı’da olduğu gibi yeniden bir dinamizm kazanmamız, topluma kazandırmamız gerekiyor. Yeniden o ruh iklimini yakalamamız gerekiyor. Bunu da jeopolitik olarak değil, jeokültürel olarak düşünmeliyiz. Büyük düşünecek ve büyük inanarak insanımıza, topluma büyük hedefler belirlemeliyiz. Büyük Türk milletine o ruh iklimini yeniden aşılamak suretiyle ayağa kaldırmalıyız.”
HABER MERKEZİ
Editör: TE Bilişim